'İngiltere'

Birleşik Krallık’ta Liz Truss Dönemi

Birleşik Krallık monarşisinde ve genel tarihinde kritik bir anda göreve gelen Liz Truss'ı hem içeride hem dışarıda bir dizi kritik sorun bekliyor.

Fotoğraf: @Clicksbox - Shutterstock.

Geçen hafta Birleşik Krallık’ta üçüncü kadın başbakanı olan Elizabeth (Liz) Truss, görev dönemine adaşı Kraliçe II. Elizabeth‘in ölümüyle ve Kral III. Charles’ın tahta çıkışıyla başladı. İngiliz monarşisinde ve genel tarihinde kritik bir anda göreve gelen Liz Truss’ı hem içeride hem dışarıda bir dizi kritik sorun bekliyor.

Truss’ın Siyasi Yolculuğu

Solcu bir aileden gelen Truss, siyasete öğrencilik yıllarında Liberal Demokrat Parti’nin gençlik kolunun Oxford Üniversitesi teşkilatının başkanı olarak başladı. 1996’da ise Muhafazakar Parti’ye geçti. Partinin aşağıdan yukarıya pek çok katmanında görev alan Truss, aralarında Uluslararası Ticaret ve Dışişleri bakanlıklarının da olduğu bir dizi kabine pozisyonlarında bulundu.

Birleşik Krallık siyasi tarihinin önemli kırılma noktalarından birini teşkil eden ve “Brexit” olarak nitelendirilen, ülkenin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma sürecinde, Birlik içinde kalınmasından yana tutum aldı. Bununla birlikte, 2016’da yapılan referandumda aksi yönde bir sonuç çıkınca tutumunu değiştirmekte gecikmedi ve Brexit’i gerçekleştirme vaadiyle kurulan Theresa May ve Boris Johnson hükûmetlerinde önemli kabine görevleri üstlendi.

Boris Johnson iktidarı, Koronavirüs salgını, Afganistan krizi, Partygate skandalı, hayat pahalılığı gibi sorunlarla sarsılıp kabine fireleri verirken, Truss hükûmet içinde hızla yükseldi.

Uluslararası Ticaret Bakanlığında peş peşe sağladığı Brexit sonrası serbest ticaret anlaşmaları, Dışişleri Bakanlığı pozisyonuna geçtiğinde de İran’da casusluk iddiasıyla yıllarca mahpus tutulan Birleşik Krallık-İran çifte vatandaşı Nazenin Ratcliffe’i Birleşik Krallık’a geri getirmesi gibi başarılarıyla dikkati çekti.

İstikrarlı Yükseliş

Johnson, artan baskılara direnemeyerek parti liderliğinden ve dolayısıyla başbakanlıktan istifa kararı aldığında, Truss, adı alternatifler arasında geçse de liderlik yarışındaki en güçlü aday değildi. Liderlik yarışının ilk etabını teşkil eden, partinin parlamento grubu içindeki oylamalarda her basamakta oylarını biraz daha artırmasına rağmen son turdaki rakibi eski Maliye Bakanı Rishi Sunak’ın epey gerisinde kaldı. 10 adayla başlayan oylama turlarında, elenen adaylardan bazılarının kendisine destek vermesiyle oylarını artırmayı başardı. Bu durum ise milletvekilleri arasındaki destek tabanının partinin farklı kanatlarının oluşturduğu ancak sağ kanadın hakim olduğu bir koalisyona dönüşmesine yol açtı.

Nitekim Truss, seçimin ikinci etabını teşkil eden parti üyeleri arasındaki oylama öncesi kampanya sürecinde, daha ziyade bu sağ temalarla propaganda yaptı. Koalisyonun diğer unsurlarını ise geçen hafta oluşturduğu kabinede bu kanatların temsilcilerine verdiği bakanlıklarla tatmin etmeyi seçti.

Truss liderlik yarışındaki rakiplerinden Suella Braverman’a İçişleri, Kemi Badenoch’a Uluslararası Ticaret, Tom Tugendhat’a Güvenlik bakanlıklarını ve Penny Mordaunt’a Avam Kamarası liderliğini verirken, bu isimlerin bazı destekçilerine de irili ufaklı kabine görevleri dağıttı.

Bu strateji Truss’a liderlik ve başbakanlık koltuğunu getirmiş olmakla birlikte, ülkenin yönünü değiştirecek temel kararların alınması aşamasında çıkabilecek krizlerin de tohumlarını atmış sayılabilir, yasaları geçirmede zorluk çıkarabilir.

İç Politika Öncelikleri

Truss kampanya sürecinde üyelere Muhafazakar Parti’nin “vergileri indirime ve devleti küçültme” gibi temel değerlerine dönme vaadinde bulundu. Herkesin, kazandığının daha büyük bölümünü elinde tutabilmesi ve çalışkanlığın mükafatlandırılması gerektiği şeklinde formüle ettiği, daha ziyade iç politikaya ilişkin bu vaat, üyeler arasında olumlu bir karşılık buldu.

Öte yandan, Truss’ın buna uygun olarak enflasyonla mücadeleyi değil, borçlanmayı da göze alarak büyümeyi ve istihdamı önceleyen, yatırımları teşvik eden bir ekonomi politikası izlemesi bekleniyor. Nitekim başbakan olarak ilk konuşmasında 3 önceliğini ekonomiyi büyütmek, enerji krizini çözmek ve sağlık sistemini çalışır hale getirmek olarak açıkladı.

Truss’ın iç politikaya ilişkin bir diğer temel vaadi ise yasa dışı göç ile mücadeleydi. Özellikle Manş Denizi’ni botlarla aşarak ülkeye ulaşan ve sayısı yılda 30 bini bulan yasa dışı göçmenleri Ruanda’ya yollama planına güçlü destek ifade eden Truss, uygulama makamına partinin en sağından gelen Braverman’ı getirerek bu konudaki ciddiyetini gösterdi.

Farkı Dış Politikada Hissedilecek

Liderlik kampanyasında ön plana çıkmamakla birlikte Truss’ın dış politika ve savunma öncelikleri de dikkat çekici. Siyasi gözlemcilere göre Truss’ın başbakanlığı en çok dış politikadaki değişikliklerle hissedilecek. Kendisi de ilk konuşmasında kullandığı “dışarıda güvenliği sağlayamazsak, yurdumuzda güvende olamayız” cümlesiyle bunun işaretini verdi.

Truss’ın dünyayı “dostlar” ve “düşmanlar” şeklindeki keskin bir ayrımla gördüğü belirtiliyor. Buna göre Truss, geleneksel ittifaklara takılıp kalmayacak, dünyaya açılacak, demokrasiyi savunmayı öncelik haline getiren her ülkeyle iş birliğine gidecek. Truss’ın bu yaklaşımına verilen bir ad da var: “Jeo-Liberalism”.

Bu bağlamda Çin ve Rusya’yı en önemli tehdit olarak gören Truss’ın, bu iki devletin Güvenlik Konseyi üyesi olduğu Birleşmiş Milletler platformunu İngiliz dış politikasında geri plana alması bekleniyor. Bunun yerine Truss G7, NATO ve İngiliz Milletler Topluluğu gibi platformları daha etkin kullanacak.

Günün en sıcak dış politika başlığını teşkil eden Ukrayna konusunda ise Liz Truss’ın Boris Johnson’ın çizgisini takip etmesi, hatta daha şahin bir tutum alması bekleniyor. Rusya, Kırım dahil bütün Ukrayna’dan çekilmeden herhangi bir anlaşmaya varılmasına karşı çıkacağı düşünülüyor.

İngiliz başbakanın Ukrayna’da yaşananların Tayvan’da da yaşanmaması için Çin’e karşı şimdiden harekete geçilmesinden yana olduğu belirtiliyor. Truss’ın Tayvan’ın silahlandırılmasına bir an önce başlanması için adım atması bekleniyor.

Truss Avrupa’yla “Anladığı Dilden” Konuşacak

Truss döneminde Birleşik Krallık ile ABD arasındaki “özel ilişki”nin en önemli öncelik olması, Fransa ve Almanya gibi Avrupa güçleriyle ise sürtüşmenin artması muhtemel görünüyor. Truss’a göre bu iki ülkenin başını çektiği Avrupa Birliği ile onun “anladığı dilden”, yani “güç göstererek” konuşmak gerekiyor.

Truss’ın dışişleri bakanı olarak hazırlayıp parlamentoya sunduğu, AB ile varılan Brexit anlaşmasının Kuzey İrlanda bölümünü iptal edecek yasa tasarısı da bu yaklaşımın örneği olarak görülüyor. Ancak Kuzey İrlanda’yla ilgili atabileceği radikal adımların bu konuda hassas olan ABD’yle ilişkileri zedelemesi de ihtimal dahilinde bulunuyor.

Dışişleri bakanı olarak birkaç ay önce Türkiye’yi de ziyaret eden Truss’ın, Birleşik Krallık ve Türkiye arasında son yıllarda giderek güçlenen ekonomik ve siyasi ilişkileri sürdürmesi bekleniyor. Ancak Rusya ve Çin bağlamında Türkiye’nin izleyebileceği bağımsız politikaların Birleşik Krallık-Türkiye ilişkilerinde hassas bir denge yaratacağı öngörülebilir.

 

*Anadolu Ajansı’nın Analiz sayfasında yayımlanmıştır.

Tayfun Salcı

Gazeteci Tayfun Salcı, 24 TV bünyesinde Londra muhabiri olarak çalışmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler