Yeni Kral III. Charles Gizli Bir Müslüman mı?
Kraliçe II. Elisabeth’in vefatının ardından tahta geçen Kral III. Charles'ın yakın tarih Avrupa kralları arasında muhtemelen en “İslam dostu” hükümdar olduğuna dair yorumlara sıkça rastlıyoruz. Peki bu iddiaların arkasında neler yatıyor?
Birleşik Krallık gündemi son aylarda oldukça yoğundu. Öncelikle devletin zirvesinde uzun zamandır beklenen değişim gerçekleşti. Hararetli bir Brexit yanlısı ve seçkin Eton Koleji ve Oxford Üniversitesi mezunu olan Boris Johnson, özellikle Kovid karantinasının gecikmeli olarak uygulanması nedeniyle on binlerce insanın hayatını kaybetmesi ve eşi Carrie Symonds ile birlikte lüks ev tadilatında kullandığı altın duvar kağıtları ile eleştiri oklarının hedefi olmuştu. Johnson ayrıca, Kovid kısıtlamalarının ihlal edildiği Partygate skandalı ve yasaların çiğnendiği Downing Sokağı partileri ile bunları takiben Parlamento’da sarf ettiği sonu gelmeyen yalanlar ve nihayetinde Parlamento Sekreter Yardımcısı olarak atadığı Chris Pincher’ı, hakkındaki cinsel suistimal iddialarından haberdar olmasına rağmen atadığı ve Picher’i hakkında ortaya atılan en son istismar suçlamalarına karşı koruduğu gibi bir dizi skandal nedeniyle yaklaşık 3 yıllık görev süresinin ardından istifa etmek zorunda kaldı.
Johnson istifa etmeyi haftalarca ve aylarca reddettikten sonra adeta buna mecbur bırakıldı. Düzinelerce kabine üyesinin aynı gün birkaç saat içinde istifa etmesinin ve ortada işleyen bir hükûmet kalmamasının ardından Johnson nihayet havlu atmak zorunda kaldı.
Bunun ardından, yaz aylarında gerçekleştirilen bir oylama ile az bir farkla Johnson’ın kabinesindeki eski Dışişleri Bakanı Liz Truss Muhafazakâr Partililer tarafından partinin yeni lideri olarak seçildi. Johnson’ın istifası, özellikle İngiliz Müslümanlar olmak üzere halkın büyük bir çoğunluğu tarafından memnuniyetle karşılandı.
Johnson’ın iktidarında vatandaşlık kanununda yapılan değişikliklerle özellikle Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş konumuna indirgendi. Seçim kampanyası sırasında kameralar önünde kendi partisine yönelik İslamofobi iddialarının soruşturulmasına onay veren Johnson, başbakanlığı döneminde mevcut onlarca delile rağmen Muhafazakâr Parti’deki İslamofobi iddialarının soruşturulmasına izin vermeyerek bu sözünü tutmadı. Johnson’ın peçeli kadınlar hakkında sarf ettiği “posta kutusu” ve “banka soyguncusu” ifadeleriyle İslamofobik yorumu ise uzun zaman tartışıldı.
Kraliçe önce Boris Johnson’ın istifasını kabul etti ve ardından Liz Truss’u yeni bir hükûmet kurmakla görevlendirdi. 70 yılı aşkın saltanatında ülkenin 15. başbakanı olan Lizz Truss’u atamak, II. Elisabeth’in son resmî eylemiydi ve Kraliçe bundan sadece iki gün sonra 8 Eylül 2022 tarihinde vefat etti.
Kraliçe II. Elisabeth’in ölümüyle Birleşik Krallık tarihinin en uzun süre veliaht prensi olan Galler Prensi Charles, 70 yıllık bir bekleyişin ardından, Truss’un başbakan seçilmesinden iki gün sonra “Kral III. Charles” unvanını aldı.
Charles’ın İslam Hakkındaki Düşünceleri
Kral III. Charles’ın, İslam’ı kapsamlı bir şekilde incelediği ve hatta Kur’an’ı okumak için Arapça bile öğrendiği biliniyor. Yeni kralın muhtemelen Britanya tarihinin ve belki de tüm Avrupa hükümdarlarının arasında İslam’a en ılımlı yaklaşan hükümdar olduğu düşünülüyor. Bu iddialar doğru ise Kral ülkenin mevcut hükûmetiyle derin bir tezat teşkil ediyor gibi görünüyor.
Bazı Müslümanlar onun kesinlikle Müslüman olduğuna ve hatta ünlü Şeyh Nazım Kıbrısi’nin önünde şehadet getirdiğine inanıyor. Bu söylentiler arasında Charles’in İslam’ı kabul ettiği ancak bunu pragmatik nedenlerle gizli tuttuğu, şimdi ise kral olduğu için artık gerçekleri açıklayacağı gibi öngörüler var. Birçok kişi bu teorileri gülünç bulsa da, şüphesiz bu iddialar sebepsiz yere ortaya çıkmış da değil. Özellikle Charles’ın son 50 yılda yaptığı konuşmaların çoğunda İslam’a derin bir hayranlık duyduğunu ve İslam’ın çeşitli yönlerini överek İslam’ı yüce gördüğünü açıkça ortaya koyan ifadeleri bu teorilerin ortaya çıkış kaynağı olarak görülebilir.
1993’ten beri Oxford İslami Araştırmalar Merkezi’nin hamisi olan yeni kralın, o yıl “İslam ve Batı” başlıklı açılış konuşması herhangi bir siyasi veya hükümdardan din hakkında yapması beklenilen ve boş klişelerden fazlasını sunmayan türden bir konuşmanın çok daha fazlasıydı. Charles o konuşmasında şunları söylüyordu:
“Batı’da İslam hakkında çok fazla yanlış bilgi olduğu gibi kendi kültür ve medeniyetimizin İslam dünyasına ne kadar çok şey borçlu olduğu konusunda da bir bilgi eksikliği mevcut. Benim görüşüme göre bu, tarihten bize miras bırakılan deli gömleğinden kaynaklanan bir başarısızlıktır. Orta Asya’dan Atlantik kıyılarına kadar Orta Çağ İslam dünyası, âlimlerin ve öğrencilerin yetiştiği bir dünyaydı. Ancak İslam’ı Batı’nın düşmanı, yabancı bir kültür, yabancı bir toplum ve yabancı bir inanç sistemi olarak görme eğiliminde olduğumuz için, onun kendi tarihimizle olan büyük ilişkisini görmezden gelme veya silme eğiliminde olduk.”
Charles, Hristiyanlığın İslam’dan neler öğrenebileceği konusunda ise şöyle diyordu:
“Bugün İslam bize, Hristiyanlığın kaybettiği ve bu nedenle de yoksullaştığı bir konuyu, dünyayı anlamanın ve içinde yaşamanın yolunu öğretebilir. İslam’ın özünde bütüncül bir evren görüşünün korunması vardır.”
Charles sözlerine İslam’ın “insanla doğayı, din ile bilimi, ruhla maddeyi ayırmayı reddettiğini ve kendimiz ve çevremizdeki dünya hakkında metafiziksel ve bütüncül bir görüşe sahip olduğunu” da ekliyordu. İslam’ın ve İslam âlimlerinin bilime verdiği önemle ilgili olarak ise şunları ifade ediyordu:
“İslam, ilim öğrenmeyi teşvik etmiş ve buna önem vermiştir. Geleneksel deyişle ‘Âlimin mürekkebi şehidin kanından üstündür.’ Kurtuba 10. yüzyılda Avrupa’nın açık ara en medeni şehriydi. O zamanlar İspanya’da kitap ödünç alınabilen kütüphanelerin olduğunu biliyoruz. İspanya hükümdarlarının kütüphanesinde bulunan 400 bin cildin, Avrupa’nın geri kalanındaki tüm kütüphanelerin toplamından daha fazla olduğu söylenir.”
“Batı, İslam’a Borçlu”
Batı medyasında hakkında çok az olumlu şey söylenen bir din hakkında o dönem, üstelik tahtın ilk varisi olan Prens Charles tarafından yapılan bu övgü dolu konuşmalar şüphesiz benzerine az rastlanılan ifadelerle doludur. Charles, Galler Prensi olarak İslam medeniyeti ve İslam’ın Avrupa ile ilişkisi üzerine bunun gibi birçok konuşma yapmıştır. Konuşmalarında sık sık İslam’ın “insan varoluşunun her alanında, geçmişimizin ve bugünümüzün bir parçası” olduğuna vurgu yapmış, İslam’ın modern Avrupa’nın oluşumuna yardım ettiğini belirterek “bu bizim mirasımızın bir parçasıdır” demiştir.
Batılıları İslam’a ilişkin çağın çarpık bakış açısını görmeye davet ederek, “Doğrudan Kur’an’da yazıldığı şekliyle İslam hukukunun yol gösterici ilkesi ve ruhu, adalet ve merhamettir.” vurgusu yapmıştır. Aynı şekilde İslam’ın kadınlara 1400 yıl önce mülkiyet ve miras hakkı tanıdığına işaret ederek, Orta Çağ İslam’ının “olağanüstü hoş görüsüne” hayranlığını dile getirirken, “Batı kültür ve medeniyetinin İslam’a neler borçlu olduğunu bilmemesinden” yakınmıştır.
Charles Birleşik Krallık’ın Müslüman topluluklarını “ulusumuzun kültürel zenginliğine katkıda bulunan”, “İngiltere için bir değer” olarak nitelendirerek, Müslümanların asimile olmak için kimliklerinden vazgeçmelerini isteyenlerin aksine, iki yönlü bir entegrasyon süreci çağrısında bulunmuştur: Müslümanlar “hayati önem taşıyan kendi kimliklerini muhafaza etme özgürlüklerini korurken, toplumumuza entegrasyonun önemini kabul ederek orta yolu bulmalıdır.” Diğer yandan gayrimüslimler ise Charles’e göre, “İslam inancının günlük uygulamalarına saygı göstermeli ve bu saygılı tutuma aykırı eylemlerden kaçınmak için gerekli özeni göstermelidirler.”
Charles aynı zamanda birçoğu eski sömürgelerden göçmen kökenli İngiliz Müslümanlara hitaben, ülkedeki varlıklarının sadece hoş karşılanmakla kalmadığını, aynı zamanda bundan memnuniyet duyulduğunu söylemiştir. Aynı zamanda gayrimüslim vatandaşlarını, toplumdaki Müslümanlara ve İslam’a iyilik ve saygıyla yaklaşmaya davet etmiştir.
1996’da Charles, “Kutsal Bir Duygu: İslam ve Batı Arasında Köprüler Kurmak” başlıklı bir konuşmada İslam’ın “doğal düzene” saygısını savunmuştur:
“İslam geleneğinin doğal düzenin zamansız geleneklerine duyduğu derin saygıyı fark edip bunu takdir etmemizin biz Batılıların kendi anlayışımızın bu köklerini yeniden keşfetmemize yardımcı olabileceğine inanıyorum. Bu sürecin iki dini birbirine yakınlaştırma görevinde bize yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca bu farkındalık biz Batılılara, insana ve çevreye nasıl davrandığımızı yeniden düşünmemize ve sağlık, çevre ve tarımın yanı sıra mimari ve şehir planlaması gibi alanlarda da daha iyi işler yapmamıza yardımcı olabilir.”
Charles, 2006 yılında dünyanın en eski ikinci üniversitesi olan El-Ezher Üniversitesinde yaptığı “İnanç Birliği” konuşması sırasında dinleyicilere şunları söylemiştir:
“Batılılar olarak bizlerin İslam âlimlerine karşı bir sorumluluğumuz olduğunu unutmamalıyız. Zira Avrupa en karanlık Orta Çağı yaşarken, klasik eserlerin hayatta kalmasını onlara borçluyuz.”
Charles, 2010’da “İslam ve Çevre” konulu bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında şu ifadelere yer vermiştir:
“İslam dünyası, insanlığın sahip olduğu toplu bilgeliğin ve manevi bilginin en büyük hazinelerinden birinin koruyucusudur. Bu hem İslam’ın asil mirasıdır hem de dünyanın geri kalanına paha biçilemez bir hediyedir. Buna rağmen günümüzde bu bilgelik, Batı materyalizmine yönelik hâkim dürtüyle gerçekten ‘modern’ olmak için Batı’yı taklit etmek gerektiği duygusuyla sıklıkla gizlenmektedir.”
Charles’ın İslam’a ve İslam sanatına olan sevgisi özel hayatında da kendini göstermektedir. Gloucestershire’daki evinde İslam bahçelerinden esinlenilmiş olan “Halı Bahçesi” de bu ilgiden beslenmektedir. Charles bir açıklamasında “bahçeye incir, nar ve zeytin ağaçları diktim, zira Kur’an’da bunlardan bahsedilmektedir” ifadesine yer vermiştir.
Bu düşünce ve görüşler, Birleşik Krallık’ın mevcut siyasi seçkinlerinin yakın tarih ve son dönemlerdeki konuşmaları ve eylemleriyle açık bir tezat oluşturmaktadır. Kraliyet muhabiri Robert Jobson’ın Charles’ın ofisiyle iş birliği içinde yazdığı 2018 tarihli bir kitap, onun 2003’teki Irak işgaline karşı olduğunu ve itirazlarını Başbakan Tony Blair’e özel olarak dile getirdiğini ortaya koymuştur. Jobson’a göre Charles, “Batı anlayışında bir demokrasi bayrağı taşımanın hem gözü kara hem de anlamsız olduğuna” inanmaktaydı. Charles ayrıca bakanlara, Körfez kraliyet aileleri ile olan bağlantılarının artık İngiliz silah üreticileri tarafından silah satmak için kullanılmasını istemediğini belirtmiştir.
Charles’in İslam hakkındaki bu söylemini geçmişteki gibi açık bir şekilde ortaya koyması hâlinde, neo-muhafazakâr sağın acımasız eleştirileriyle karşı karşıya kalacağı aşikar. Avrupalı Müslümanlar söz konusu olduğunda Charles, Fransa ve Belçika’nın fanatik laikliğini eleştirmekte, kadınların kamusal alanda peçe takmalarına yönelik yasaklarına karşı çıkmakta ve Müslüman karşıtı siyasetin Avrupa’da zemin kazanmasını şüphe ve endişeyle takip etmektedir. Öte yandan İtalya’da aşırı sağcıların ve İsveç’teki sağ muhafazakârların son seçim zaferlerinin İslam’a yönelik söylemde olumsuz bir gidişat doğuracağı da aşikâr. Geert Wilders, Jean-Marie Le Pen, Victor Orban, Donald Trump, Alexander Gauland, Narendra Modi, Per Jimmie Åkesson ve şimdi Giorgia Meloni gibi sağcı popülist, hatta neo-faşist partilerin ve politikacıların popülaritesinin gittikçe artması karşısında Charles’in, “Batı” söylemi içerisinde İslam ve Müslümanlar hakkında çok farklı bir kanadı temsil ettiğini iddia etmek abartılı olmayacaktır.
Charles Müslüman mı?
Peki Kral III. Charles sahiden de bazı komplo teoristlerinin iddia ettiği gibi gizli bir Müslüman mı? Onun İslam hakkındaki övgü dolu konuşmaları bu teoriler için büyük bir dayanak noktası oluşturuyor. Nitekim Müslüman karşıtı yorumcular, entelektüel merakı nedeniyle Birleşik Krallık’ın yeni kralıyla alay ediyorlar. Örneğin Amerikan neo-muhafazakâr yorumcu Daniel Pipes, “Prens Charles İslam’a mı geçti?” başlıklı blog yazısında Charles’in ramazanda bir iftar yemeğine katılması ve Salman Rüşdi’yi Müslümanların “en derin inançlarını” rencide ettiği için eleştirmesi de dâhil olmak üzere kendisinin Müslüman olduğuna dair bol miktarda “kanıt” sunuyor.
Gerçekte ise Charles, İslam’ın yanı sıra Yahudilik ve Ortodoks Hristiyanlığına duyduğu derin alakası gelenekçiliğe olan ilgisine dayanan dindar bir Anglikan. Tüm büyük dinler, modern çağımızın sıkıntılarına panzehir olabilecek evrensel gerçekleri paylaşırlar. 2000 yılında İskoçya Kilisesi Genel Kuruluna hitaben yaptığı bir konuşmada Charles, çağımızın “kutsal ve maneviyata ilişkin tüm bilgileri görmezden gelme veya unutma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu” konusunda uyarılarda bulunmuştu. Batı, “giderek daha fazla sahiplenici ve sömürücü hâle geldi” diyen Charles için İslam, “dünyanın hayati önem taşıyan kutsal ve manevi karakterine güvenmeyi” sağlayabilecek dinlerden yalnızca biri olarak görülüyor.
Kral III. Charles, önümüzdeki aylarda gerçekleşecek olan taç giyme töreninde, yasalara uygun bir şekilde adalet ve merhametle yönetmeyi ve İngiltere Kilisesi’ni desteklemeyi vaat ederek bir yemin edecek. Altın rengi kumaş bir gölgelik altında, kutsal yağ ile meshedilip Canterbury Başpiskoposu tarafından kutsanacak. Westminster Aziz Peter Kilisesi’nin taç giyme töreni son derece dinî bir merasim olacak. Kral Charles’ın sahip olduğu birçok unvan arasında Papa tarafından VIII. Heinrich’e verilen ve İngiltere’nin Roma ile bozuşmasının ardından koruduğu “İnanç muhafızı” ve “İngiltere Kilisesi Yüksek Valisi” gibi unvanlar da var.
Charles 2015 yılında BBC Radio 2 ile yaptığı bir röportajda şunları söylemişti:
“Bu ülkede diğer insanların inançlarına ve din özgürlüğüne özen gösterilmesine önem veriyorum. Ve daima inancın muhafızı unvanının yanı sıra aynı zamanda dinlerin de koruyucusu olunabileceğini düşünmüşümdür.”
Kral III. Charles’ın tahta geçtikten sonra da Johnson ve Truss hükûmetlerinin milliyetçi yaklaşımlarına karşı çıkıp, Galler Prensi olduğu dönemde yaptığı gibi din hakkında konuşmaya devam edip etmeyeceği ise henüz belli değil. Ancak Kral olarak gerçekleştirdiği ilk konuşması bu anlamda oldukça ümit verici. “Son yetmiş yılda toplumumuzun birçok kültür ve inançtan oluştuğunu gördük” diyen Charles, “kökeniniz veya inancınız ne olursa olsun, sadakat, saygı ve sevgiyle sizlere hizmet etmek için çalışacağım.” demiştir.
Bu durumda Charles’ın Müslüman olup olmadığı sorusundan çok daha önemlisi: Batı medyasındaki olumsuz propagandaları ve son 20-30 yılda yükselişe geçen aşırı sağcı ve Müslüman karşıtı söylemi düşünecek olursak, İslam’a hayran olduğunu ifade eden, Kur’an okumak ve İslam’ı yoğun bir şekilde incelemek için Arapça öğrenmiş olan Avrupalı bir kral, Batı’daki İslam söylemi için benzerine sık rastlanmayan ve çok ihtiyaç duyulan bir alternatif arz ediyor.