'Dosya: "Sömürgecilik"'

Sömürgeci Yankılar ve Tarihe Bakışta Öz Refleksiyon

Sömürgecilik tam olarak nedir ve bugün nerelerde yaşamaktadır? Örneğin Afrika’yla ilgili olarak bir “Müslüman sömürgecilik” tarihinden bahsedebilir miyiz?

© agrofruti/ shutterstock.com

Birkaç ay önce, kendisini “tüm dünyanın İçişleri Bakanı” ilan eden Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, çalınan yağmalanmış sanat eserlerini sahiplerine geri vermek için Nijerya’ya seyahat etti. Malumunuz olduğu üzere, Yeşiller Partisine göre hepimiz adil, barışçıl ve sömürge sonrası bir dünyada eşitlik temelinde bir arada yaşamak istiyoruz.

Ne yazık ki Baerbock, bu sanat eserlerinin teslim edilmesinden sonra Nijerya Prensi Okpame-Eduard Oronsaye tarafından haklı olarak eleştirildi. Nihayetinde Nijerya hiçbir zaman bir Alman kolonisi olmamıştı ve Alman sömürge suçları için samimi bir özür dilemek için Sayın Bakan’ın Namibya, Kamerun, Togo veya Tanzanya gibi ülkelere gitmesinin daha uygun olacağı belirtildi.

Resmî olarak, sömürgecilik geçmişin bir kalıntısı olarak kabul edilir. Fakat bu doğru mudur? Ya da daha doğru bir ifadeyle soralım: Sömürgecilik tam olarak nedir ve bugün nerelerde yaşamaktadır? Örneğin Afrika’yla ilgili olarak bir “Müslüman sömürgecilik” tarihinden bahsedebilir miyiz?

Bu soruları hızlıca cevaplamak oldukça zor olsa da bu yazı, konularla daha derinlemesine ilgilenmek isteyenler için bazı düşünce esintileri sunmayı hedefliyor.

Bir Tanım Denemesi: Sömürgecilik Nedir?

Batılı bilim insanları sömürgecilikten bahsederken, belli zaman dilimini kastederler. Bu zaman dilimi 1492’de Amerika’nın keşfiyle başlar ve Batı devletlerinin Afrika kıtasının pastasından pay kapma yarışının başladığı sömürgecilik çağına kadar devam eder. Bu açıdan bakıldığında, bazı insanların sömürgeciliğin geçmişte kaldığı düşüncesine sahip olması bir nebze anlaşılır.
Oysa sömürgecilik kavramı bir hükümranlık konseptidir. Bir ulusun kendi sınırları dışında bir bölgeyi fethetmesi ve kontrolü altına almasına dayanan, siyasi ve ekonomik bir uygulamadır. Alman tarihçi Jürgen Osterhammel’e göre, koloniler genel olarak amaçları ve şekillerine göre dört kategoriye ayrılabilir ve en yaygın olan üç tanesi şunlardır:

1. Hâkimiyet Kolonisi

Hâkimiyet kolonisi için klasik örnek, Leopold II yönetimindeki Belçika Kongosu’dur. Görece az sayıda sömürgeci, sayıca üstün bir nüfusu fethederek, baskı ve zorla çalıştırma yoluyla emek gücünü ve doğal kaynaklarını sömürmüştür. Kongo lastik üretimi için gereken kauçuk açısından önemli bir kaynaktı. O dönem endüstrileşme sürecinde tüm Avrupa’nın kauçuğa ihtiyacı vardı ve otomobilin ortaya çıkmasıyla birlikte otomobil lastiğine olan talep artmıştı. Belçika Kongosu’nda da zorla çalıştırma, cinayet, açlık ve tecavüz nedeniyle nüfusun yüzde 50 azalması ve 10 ila 15 milyon kişinin ölümü gibi bir sonuç ortaya çıktı.

2. Yerleşim Kolonisi

Amerika’nın keşfi ve yerleşimi, İtalyan kâşif Kolomb’un ortaya çıkmasından binlerce yıl önce gerçekleşmiştir. Ancak Kolomb ve takipçilerinin zengin araziler ve kaynaklar hakkındaki raporları, birçok maceracı Avrupalı için evlerini terk edip uzakta “vaat edilen” toprakta bir hayat kurma isteğini uyandırmıştır. Sonuç olarak bu durum, 100 yıl içinde Amerika yerli halkının nüfusunun yüzde 90 azalması ve yaklaşık 50 milyondan 5 milyona düşmesiyle sonuçlanmıştır. Belirtilmesi gereken önemli bir nokta, bu ölümlerin sadece bir kısmının doğrudan toprak gaspına bağlı olduğudur. Yerlilerden çoğu insan, bağışıklığı olmadığı bilinen yerlilere enfekte edilen virüsler sonucunda ölmüştür.

3. Üs Kolonisi

Üs kolonileri, yukarıda bahsedilen diğer iki koloni türünden farklıdır. Bu tür kolonilerde doğrudan ekonomik sömürü veya kaynak yağmalaması amaçlanmaz. Bunun yerine komşu ülkeyi askerî olarak kontrol edebilmek için üslerin kurulması hedeflenir. Bir örnek, Britanyalıların Çin İmparatorluğu’na karşı askerî etkilerini artırdıkları Hong Kong şehir devletidir. İmparatorluk daha önce yabancı ülkelerden gelen mallara karşı korumacı bir politika izlerken, İkinci Afyon Savaşı’nın sonunda uyuşturucu maddelerin cömertçe ithal edilmesiyle Çin açısından “küreselleşme” zorunlu hâle gelmiştir.

Tipik Sömürge: “İyi Bir Amaç” İçin Mücadele

Geçmişe göz attığımızda, her sömürgeci gücün kendisini haklı çıkarma ideolojisine sahip olduğunu görürüz. Bu genellikle belirli insanlar veya bir bölge üzerindeki sert yabancı hâkimiyetinin haklı çıkarılmasını sağlayan inanç prensipleridir. Yoksa, 18. yüzyıl Avrupa’sında insanların eşitliği hakkında felsefe yapılırken, köleleştirilen insanlarla yapılan üç köşeli transatlantik ticaretinin doruğa ulaşması nasıl açıklanabilirdi? Diğer halkların kolonileştirilmesi, sömürge efendilerinin vicdanlarını rahatsız etmemek için gerekli bir haklı çıkarmaya ihtiyaç duyuyordu.

Avrupa sömürgeciliğinde bu haklı çıkarmalar, sözde “Tanrısız” halkların vaftiz edilmesinden, geri kalmışlık iddiasına, beyaz olmayan ve özellikle siyah insanların aslında insan olmadığına dair sözde dinî ve bilimsel girişimlere kadar uzanıyordu. Siyah insanların insandışılaştırılması olarak bilinen ve bazı Müslüman toplumlarda da kabul gören en bilinen şekli, Hamitik teoridir.[1]

Kolonyal şirketlerin “soylu hedefi”, zamanın siyasi ve ekonomik koşullarına bağlı olarak değişiklik göstermiştir. Bu “soylu hedeflere” 20. yüzyılda kalkınma yardımı veya daimî görünmez düşman olan teröre karşı savaş gibi unsurlar da eklenmiştir.

21. yüzyıldaki kolonyal ideolojileri için iklim değişikliği söylemi de örnek verilebilir. Beni yanlış anlamayın: Çevre koruması harika bir şeydir. Ancak Batı ülkelerinin atıklarını Afrika’ya bırakıp ardından Afrika ülkelerinden “sürdürülemez” içten yanmalı motorları için CO2 vergileri talep ettiği noktada sömürgecilikten bahsetmemiz gerekir. Batılı safari maceraperestlerin nesli tükenme noktasına gelene kadar hayvan avladığı ve Batılı STK’ların yüzyıl sonra yerel halkın hareket özgürlüğünün vahşi yaşam rezervleri için kısıtlanmasını beklediği noktada sömürgecilikten bahsetmemiz gerekir. Batı’da güneş enerjisi, elektrikli araçlar ve scooter’ların kullanımı ahlaki açıdan alkışlanırken, bunun için gereken ham maddelerin Mecklenburg-Vorpommern’deki organik çiftliklerde değil, Afrika’da insanlık dışı koşullarda çıkarıldığını ve bugünkü Doğu Kongo gibi iç savaşları körüklediğini bilmenize rağmen buna devam ettiğiniz noktada sömürgecilikten bahsetmemiz gerekir.

Sömürgecilik Sorusu ve İslam Dünyası

Batı ile İslam dünyası arasındaki sömürgeci ilişkiye değinirken Edward Said’in “Oryantalizm” adlı klasik eserine sıkça atıfta bulunulur. Ancak İslam dünyasının Afrika kıtasıyla ilişkisi nasıldı? Afrika’da İslam kökenli bir sömürgecilik var mıydı? Özellikle son soru, Avrupalılar tarafından sıkça “evet” cevabıyla karşılanır ve sözde Arap kökenli köle ticareti, transatlantik köle ticaretinin bir karşıtı olarak sunulur. Hatta bazen bu Arap köle ticaretinin, Avrupalılarınkinden daha büyük ve önemli olduğu iddia edilir.
Maalesef “Arap köle ticareti” terimi doğru olmayıp yanıltıcıdır, çünkü yüzyıllar boyunca böyle bir homojen bir grup mevcut olmamıştır. “Arap” denilen grup, ya Arapların çocuğu olanlar (etnik kategori) ya da Arapça konuşanlar (linguistik kategori) ya da Arap Yarımadası’ndan (alternatif olarak Levant veya Kuzey Afrika) gelenler (coğrafi kategori) olarak isimlendirilmiştir. Bu konuyu doğru bir şekilde incelemek için kimin, ne zaman, neyi ve hangi koşullar altında yaptığına dair detaylı bir araştırma gereklidir. Örneğin Doğu Afrika’nın en tanınmış Müslüman köle tüccarı olan Tippu-Tip, aslında sadece linguistik anlamda bir Arap’tı.

Bazı istisnalar hariç Müslüman dünyasında, Hristiyan Avrupa’da olduğu gibi fethedilen halkları dinî açıdan dönüştürme isteği neredeyse hiç olmamıştır. Bununla birlikte Afrikalıların köleleştirilmesi konusunda, Müslümanlar tarafından Avrupalıların yaptığına benzer bir sömürgeci girişim olarak nitelendirilebilecek iki dönem bilinmektedir. Birincisi, Abbasi İhtilali’dir (750’den sonra), diğeri ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalılarla emperyal rekabet içinde olduğu son dönemdir.

“Black Arabia & The African Origin of Islam” adlı kitabın yazarı Wesley Muhammad’e göre Abbasi İhtilali, beyaz çoğunluğun siyah Emeviler tarafından askerî yenilgiye uğratılmasının ve küçük düşürülmesinin bir tepkisi olarak anlaşılır. Anaakım Müslüman cemaat içerisinde de oldukça tartışmalı Nation of Islam oluşumundan olan Wesley Muhammad, bunun ardından ilk siyahi karşıtı hadis sahteciliklerinin ortaya çıktığını ve bunun da Müslümanların Afrika kıtasında sömürgeci amaçlar taşımasına yol açtığını iddia etmektedir.

Ancak Avrupalılarla karşılaştırıldığında, Müslüman köle ticareti Afrika’da kapitalist motiflerden kaynaklanan yaygın bir sömürüye, toprak ve kaynakların yağmalanmasına veya sistematik bir tarım köleliği için emek sömürüsüne yol açmamıştır. Osterhammel’in bahsettiği sömürgecilik formlarına göre Müslüman halkların köle ticareti, Avrupa üs kolonilerine benziyordu ve köleleştirilen insanlar, Avrupalılarla benzer şekilde bir mülk olarak görülüyordu.

Bu açıdan bakıldığında Doğu’daki köle ticaretinin Atlantik köle ticaretinden daha korkunç sonuçlar doğurduğunu iddia eden Müslüman antropolog Tidiane N’Diaye’nin “Örtülü Soykırım” adlı kitabındaki yargısı yıkıcıdır. N’Diaye şöyle demektedir: “Osmanlı İmparatorluğundaki kölelik, Sultanlar adına hadım edilme yoluyla planlanmış etnik bir yok etme eylemiydi. Burada esir alınan kölelerin üreme yeteneklerini engellemek için cinsel organlarının alınması yaygın bir uygulamaydı.” Şakir Doğuluer veya Mustafa Olpak gibi Afro-Türklerin son derece az sayıda olması ve bu konunun toplumsal tartışma ve ele alınma konusundaki eksikliğe de burada dikkat çekmekte fayda var.

Sonuç olarak Müslüman cemaat, tarihin bu karanlık bölümlerini okumak ve aydınlatmak sorumluluğuyla baş başadır. Ancak bu okuma ve merak sonucunda N’Diaye gibi tartışmalı yazarların tezlerinin doğrulanması ya da tam tersine çürütülmesi mümkün olacaktır. Bu tarz bir okuma, Müslüman dünyaya karşı sömürgeci söylemin bir araç olarak kullanılmaması adına da gereklidir.

Dipnotlar
[1] İngiliz Afrika araştırmacısı John Hanning Speke tarafından üretilen Hamitik Teori, Afrika’daki siyahi ırka karşı üstün olan bir “Hamitik ırk”ın var olduğunu öne sürmüştür.

Matos Kaumba

Matos Kaumba, Köln Üniversitesinde Afrika Dilleri ve Kültürleri Bölümü ile Tarih eğitimi almıştır. 

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler