'Dosya: "Sömürgecilik"'

Sömürgecilik Bitti, Hoşgeldin Yeni Sömürgecilik!

Dünyada, bilhassa Batı’da genel olarak kabul edilen görüş sömürgeciliğin sona erdiğidir. Buna göre sömürgecilik 1960’larda son Afrika ülkelerinin de bağımsızlıklarını ilan etmesiyle artık kapanmış bir tarih sayfasıdır. Peki bu gerçekten de doğru mu?

©evan_huang/ shutterstock.com

İkinci Dünya Savaşı, sömürgelerin büyük bir kısmını elinde tutan Batı Avrupa ülkelerinde tamiri uzun yıllar sürecek ekonomik ve toplumsal bir yıkıma yol açtı. Hiç şüphesiz bu durum, kontrolleri altındaki sömürgelerde de aynı etkiye neden oldu. Bu yıkım ve kargaşa ortamı bağımsızlık hareketlerinin örgütlenmesi için de elverişli bir zemin sunuyordu.

Ancak sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanma süreci sadece bu ülkelerde artan bağımsızlık mücadelelerinin bir sonucu değil, aynı zamanda ekonomik olarak zor durumdaki Avrupalı sömürge sahipleri için de yalnızca kendi ekonomilerine odaklanıp toparlanabilmeleri için bir çıkış kapısıydı. Zira sömürgelerin yüksek getirileriyle birlikte belli bir ekonomik yükü de bulunmaktaydı. Böylece Batılı güçler bir yandan kâğıt üzerinde sömürgelere son vererek bu ülkelere olan resmî yükümlülüklerinden kurtulurken, diğer yandan onları farklı yollarla kontrolleri altında tutup sömürmeye devam edebilecekleri yeni yöntemler bulacaklardı.

Yeni Sömürgecilik

Neo-kolonyalizm olarak adlandırılan “yeni sömürgecilik” kavramı sömürgeciliğin uygulamada hâlen devam ettiği, ancak yönteminin değiştirilerek farklı araçlarla yapıldığı tezine dayanıyor. Buna göre yeni sömürgecilik, eski sömürgeci güçlerin veya sanayi devletlerinin, aralarında eski sömürgelerin de bulunduğu “gelişmekte olan” bağımsız devletler ve halklar üzerinde dolaylı yoldan ekonomik, siyasi ve kültürel kontrol uyguladığı modern bir sömürgecilik biçimidir.

1957’de bağımsızlığını kazanan Gana’nın ilk devlet başkanı Kwame Nkrumah’a göre, eski koloniler teoride bağımsızlığa kavuştular, ancak gerçek anlamda egemenliğe ulaşamadılar. Bunun nedeni ise ekonominin ve doğal kaynakların dış aktörler tarafından devam eden tek taraflı kontrolüydü. Nkrumah’a göre yeni sömürgecilik emperyalizmin en kötü biçimidir, zira klasik sömürgeciliğe nazaran tespit edilmesi, dolayısıyla da mücadele edilmesi daha zordur ve yaptıklarının sorumluluğunu almaz. Buna karşılık eski sömürgecilikte sömürgeci gücün en azından kendi halkına sömürgelerde yaptıklarını meşru göstermek ya da açıklamak zorunda olduğunu ve bu anlamda yenisine göre göreceli olarak daha “ahlaki” olduğunu belirten Nkrumah, yeni sömürgeciliği “tatbik ediciler için sorumsuz bir güç kullanımı, buna maruz kalanlar içinse tazmini olmayan bir sömürü” olarak tanımlar.

Sömürgecilik alanında uzman akademisyen Andreas Eckert’e göre de Afrikalı yönetimler bugüne kadar sömürgecilikten gerçek anlamda özgürleşebilmiş değil. Zira bugün, eski sömürgelerin neredeyse tamamı egemenliğini kazanmış devletlerden oluşsa da yüzyıllar süren sömürgeciliğin bıraktığı miras insanların zihinlerinde, bağımsızlık sonrası kurulan devlet yapılarında, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşamaya ve etkili olmaya devam ediyor.

Bu miraslardan biri hiç şüphesiz sömürgeci güçlerin kendi menfaatleri doğrultusunda hakimiyetleri altına aldıkları coğrafyalarda, bölgenin etnik ve kültürel yapısını dikkate almadan cetvelle çizdikleri sınırlar. Afrika ülkeleri hâlâ bu yapay sınırların doğurduğu problemlerle boğuşuyor. Çoğu zaman etnik çatışmaların ve iç savaşların kaynağı olarak gösterilen bu sınırlarla birlikte, söz konusu ülkelerde devam edegelen mevcut istikrarsızlık, ekonomik güçsüzlük ve diktatör rejimler yine sömürgeciliğin dolaylı ya da doğrudan birer sonucu olarak kabul ediliyor.

Fransa Örneği

Özellikle Fransa örneğinde bunu görmek mümkün. İngiltere’den sonra tarihte en fazla sömürgeye sahip ikinci ülke olan Fransa, eski sömürgeleri olan Afrika ülkelerindeki iç çatışma ve soykırımlardan büyük oranda sorumlu tutuluyor. Zira kâğıt üzerindeki siyasi idaresi sona ermiş olsa da Fransa bu ülkelerdeki askerî varlığını bağımsızlık sonrası ortaya çıkan terör, siyasi istikrarsızlık ve güvenlik sorunları gibi gerekçelerle sürdürmeye devam ediyor. Fransa örneğin Nijerya İç Savaşı’nda merkezî yönetime karşı ayrılıkçıları desteklediği gibi bu ülkelerde yaşanan iç çatışmalarda etkin bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Fransa’nın iddia ettiğinin aksine bölgedeki askerî varlığı ile güvenliği sağlayamadığı gibi, aksine isyancı grupları destekleyerek istikrarsızlığa neden olduğu uzun zamandır dile getiriliyor. Ayrıca Fransa’nın eski sömürgelerindeki iktidarları kontrol altında tutmaya çalıştığı ve bu nedenle çıkarlarına ters düşen devlet yöneticilerinin darbe veya suikast yoluyla tek tek devre dışı bırakılmasının da bir tesadüf olmadığı düşünülüyor. Son 50 yılda gerçekleşen 67 askerî darbenin meydana geldiği 27 Afrika ülkesinin 16’sının eski birer Fransız kolonisi olması da bu iddiayı doğrulayan bir veri olarak gösteriliyor.

Sömürgecilik sonrası Fransa ve Afrika arasındaki ekonomik ilişkilerin de eşit olmayan bir güç ilişkisi üzerinden devam ettiği ve gücü elinde tutmaya devam eden tarafın bugün de Fransa olduğu anlaşılıyor. Örneğin bazı Afrika ülkelerinin sömürge döneminden kalma anlaşmalar gereği hâlâ Fransa’ya vergi ödedikleri biliniyor. Eski Fransız sömürgesi olan 14 Afrika ülkesinin ulusal rezervlerinin yüzde 50’si bugün Fransa’nın kontrolü altında bulunuyor ve Fransa bu rezervlerden her yıl 500 milyar dolar gelir elde ediyor.

Diğer taraftan Fransa’nın kültürel bir sömürgeleştirme vasıtası olarak kolonilerine resmî dil olarak dayattığı Fransızca bugün hâlâ 30’a yakın ülkede 140 milyon kişi tarafından konuşulmaya devam ediyor.

Yeni Sömürge Araçları Olarak Uluslararası Kuruluşlar

Anlaşıldığı üzere yeni sömürgecilik eskiden olduğu gibi zengin ülkelerin yoksul ve güçsüz ülkeleri askerî güç kullanarak doğrudan değil, ekonomik ve siyasi manevralarla üstü örtülü biçimde kontrol altında tuttuğu bir sömürü biçimidir. Bunun için söz konusu ülkeyi kendine ekonomik anlamda bağımlı hâle getirmek ve kendisine başka bir seçenek bırakmamak yeterli olur. Bu yöntemde askerî müdahale içermediği için karşı tarafın mukavemeti ile karşılaşmak da söz konusu olmaz. Neticede ortada bir “istila” yoktur. Bu anlamda yeni sömürgeciliği Fransız tarihçi Marc Ferro “işgal etmeden sömürgeleştirme” şeklinde tanımlıyor. Ferro sömürge ülkelerin bağımsızlıklarını elde etmesiyle sömürünün sona ermediğini, aksine sadece şekil değiştirdiğini belirterek, zengin ülkelerin gelişmekte olan ülkelere “yardım” kisvesi altında onları sömürü ve yağmaya devam ettiğini savunuyor.

Esasen yeni sömürgecilikte, sömürülecek olan toplumun bağımsız bir ekonomiye ve ekonomi politikalarına sahip olmaması kilit önem taşıyor. Bunu temin etmek için devreye uluslararası şirketlerin sunduğu mali yardımlar giriyor. Bu mali yardımların karşılığında kabul edilmesi gereken ve büyük çoğunluğu yardımı alan ülkenin aleyhine olan ağır şartlar vesilesiyle yardım verilen ülkeler üzerinde ekonomik ve siyasi bir hegemonya kuruluyor ve böylece bağımsızlığı bir nevi ipotek altına alınmış oluyor. Bu anlamda Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) sıklıkla birer sömürge aracı olmakla eleştirilen kurumlar olarak gündeme geliyor. Zira bu örgütler verdikleri kredi karşılığında ülkelerin iç politikalarına kadar müdahale edebiliyorlar. Amerikalı ünlü ekonomist ve yazar John Perkins “Bir Ekonomik Tetikçinin Yeni İtirafları” adlı kitabında yıllarca birlikte çalıştığı IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların gelişmekte olan ülkelere yüksek faizlerle geri ödeyemeyecekleri miktarlarda borç vererek onları Batılı ülkelere bağımlı hâle getiren bilinçli bir politika izlediğini anlatıyor.

Fransız tarihçi Ferro, geleneksel sömürgecilik sistemi uygulamada olmadığından, dünyanın dikkatini artık diğer tahakküm şekillerine yönlendirmesi gerektiği görüşünde. Zira yeni sömürgeciliğin, eskisine nazaran sömürülen ülkelerin “rızasıyla” ve hatta sömüren ülkelere duyulan “özenme” ile gerçekleşmesi ya da mali ve sosyal yardım ve destek kisvesi altında dolaylı yollardan uygulanması vakıanın tespitini zorlaştırıyor.

Bugün gelinen durumda yeni sömürgeci güçler artık yaptıklarının hiçbir hukuki ve ahlaki sorumluluğunu almadığı gibi, “insanlık adına yaptıkları üstün hizmetler” gerekçesiyle uluslararası arenada prestijli ödüllere layık görülüyor. Öte yandan modern araçlarla sömürülmeye devam eden ülkelerin halkları, içinde bulundukları duruma yönelik bir farkındalık ve dolayısıyla mevcut durumdan kurtulmak için herhangi bir refleks geliştiremedikleri gibi, sömürücülerini kurtarıcı olarak gördükleri bir algı bulanıklığı yaşıyor.

Kaynaklar

  • Altınbaş, Deniz. “İnsanlığa Karşı Suçlar ve Yeni-Sömürgecilik / Crimes Against Humanıty and New Colonialism.” Uluslararası Suçlar ve Tarih Dergisi / International Crimes and History Journal 11–12 (2011): 33–76.
  • Kwame Nkrumah, Neo-Colonialism. The Last Stage of Imperialism, International Publishers, New York, 1965
  • Marc Ferro, Colonization: A Global History, Routledge, London and New York, 1997, s.19.
  • Gökhan Kavak, “Fransa’nın Afrika’daki Sömürgeciliği Devam Ediyor.” Kriter Dergi 5-50 (2020): https://kriterdergi.com/dis-politika/fransanin-afrikadaki-somurgeciligi-devam-ediyor

Meltem Kural

Lisans eğitimini Martin Luther Üniversitesinde Tarih ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde tamamlayan Kural, Londra Üniversitesi SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) Yakın Doğu Çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Kural, Perspektif dergisinin online editörlüğünü yapmaktadır.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler