Emir Suljagić: “Kimse Yaşadıklarımızı Nasıl Tanımlayacağımızı Bize Dikte Edemez”
Bosna Hersek’te 1992-1995’te yaşanan savaşın ve soykırımın kapanmayan yaralarının unutulmaması için çalışan Srebrenitsa Anıt Merkezi Müdürü Emir Suljagić ile soykırımı, gerçekleştirdikleri anma faaliyetlerini ve Bosna Hersek'teki mevcut durumu konuştuk.
Srebrenitsa’nın anılması yıllar içinde nasıl şekillendi ve Srebrenitsa Anıt Merkezi bu süreçte nasıl bir rol oynadı/oynuyor?
Srebrenitsa Anıt Merkezi kurulduğunda bir mezarlık olması amaçlanıyordu. Bosnalı Müslümanların sevdiklerini defnedebilecekleri ve yılda en az bir kez ziyaret edip, gözyaşlarını döküp geri dönebilecekleri bir yer olarak hizmet verecekti. Mezarlık, NATO birliklerinin askeri varlığının gücü ve Bosna Hersek’teki tüm uluslararası toplumdan oğullarının, kardeşlerinin ve babalarının gömülmesi için kendilerine bir arsa tahsis ettiren bir grup kadının kararlılığı ve yorulmak bilmeyen çabaları sayesinde ortaya çıktı. O zamanlar başarının tanımı buydu. Biz sevdiklerimizi defnedebilmek için kelimenin tam anlamıyla savaşmak zorunda kaldık. Uzun bir süre boyunca anıtın tamamı bir mezarlık gibi muamele gördü. Dahası, uzun bir süre doğrudan ya da dolaylı olarak uluslararası toplum tarafından yönetildi.
2019 yılında Srebrenitsa’ya geldiğimde yapıyı genişletmeye karar verdik. Yapı bugün sergiler, arşivler, bir kütüphane ve buraya gelip Bosna’daki soykırımı araştırmak isteyenler için çeşitli kaynaklar barındırıyor. Bu anlamda Srebrenitsa Anıt Merkezi’nin uluslararası alanda tanınmasını sağlama konusunda oldukça başarılı olduğumuzu düşünüyorum.
Sizce Bosna ya da Srebrenitsa Avrupa tarihinin bir parçası olarak görülüyor mu?
Ben Bosna’nın ya da Srebrenitsa’nın ne bugün ne de geçmişte Avrupa tarihinin bir parçası olarak görüldüğüne inanmıyorum. Eski Yugoslavya dağıldığında gerçekleşen olayları Avrupa sorumluluğu açısından ele almak için herhangi bir ilgi de bulunmuyor. Srebrenitsa ve Bosna’da insanların yaşadığı tüm deneyimler, Avrupa tarihinde aşağı yukarı bir dipnot olarak kabul ediliyor.
Srebrenitsa Anma Günü’nde gerçekleştirilen çeşitli faaliyet ve etkinlikleri anlatabilir misiniz? Bu bağlamda Bosna soykırımına yönelik bir bilinç oluşturulmasına nasıl katkıda bulunuyorsunuz?
Çalışmalarımla Bosna’nın 1990’lardaki tarihinin yeniden merkeze oturtulmasına katkıda bulunmak istiyorum. Artık dışarıdan tanımlanmaya izin vermemeliyiz. Yaşadıklarımız Avrupa tarihinin meşru bir parçası. Bosnalı Müslümanların 1990’larda yaşamak zorunda kaldığı gibi etnik, ulusal, ırksal ve dinî azınlıklara yapılan muamele kadar Avrupalı olan çok az şey var. Hiç kimse yaşananları Balkanlara ya da Bosnalılara özgü bir özellik olarak görmemeli; burada eski nefretlere yer yok. Bosna’daki soykırım çok moderndi; çok mekanikti ve ideolojik yaklaşım açısından da tamamen Avrupai idi.
1878 yılından bu yana varlığımız, Bosna’daki ve Avrupa’daki Müslümanların tam anlamıyla Avrupalı sayılabilmeleri için kabul etmeleri gereken siyasi ve hukuki sistemin sürekli olarak müzakere edilmesine bağlıydı. Soykırımdan otuz yıl sonra bile “Avrupalılığımız” hâlâ eleştirel bir şekilde sorgulanıyor. Hâlâ bizi tanımlayabileceğini iddia eden belirli bir Avrupalı entelektüel tipi var ve bu entelektüel kibir artık bıktırıcı olmaya başladı.
Zamanımın bir kısmını Srebrenitsa ve Bosna üzerine hem yurtiçinde hem de yurtdışında konferanslar vererek geçiriyorum. Kişisel hikayemi anlattığımda hiç sorun yaşamadım fakat hikâyemin fiziksel olarak yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalan bütün bir topluluğun, bütün bir ulusun deneyimini yansıttığını söylediğim anda insanlar benim bir Müslüman olduğumu fark etmeye başlıyorlar.
İslamofobi, Avrupa’nın 1990’larda kendi merkezinde yaşanan bir soykırımı görmezden gelmesinin en temel bileşenlerinden biridir. Dolayısıyla bize kendi deneyimlerimizi nasıl tanımlayacağımızı dikte edemezler.
Bu yıl, Dünya Yahudi Kongresi’nden dostlarımız ve ortaklarımızla birlikte Srebrenitsa’nın kolektif hafızası üzerine özellikle önemli bir konferans planladık. Bu fırsatı Holokost’un nasıl hatırlandığını öğrenmek ve bundan ilham almak için kullanacağız. Ayrıca Srebrenitsa ve Bosna’da yaşananları Avrupa tarihine daha sağlam bir şekilde yerleştirmenin yollarını arayacağız. Ufukta kara bulutlar toplanıyor ve bir azınlığa ait olmak Avrupa’nın hiçbir yerinde iyi bir duygu değil. Fakat bizler Avrupalıyız ve tarihimizi kendi kelimelerimizle yazmaya çalışacağız.
Şimdiye kadar bulunan toplu mezarların sayısını biliyor musunuz? Daha fazla toplu mezarın olduğunu gösteren herhangi bir işaret veya tahmin bulunuyor mu?
Şu ana kadar 100’den fazla toplu mezar bulundu. Şu anda 1000 kişinin daha kalıntılarını aramaya devam ettiğimiz bir aşamadayız. Ancak bu konuyu kuşatan bir sessizlik ve inkâr duvarı var ve biz herkese ulaşamıyoruz. Şu anda, bu toplu mezarlara ulaşıp insanların kimliklerini belirlemek ve onları onurlu bir şekilde defnetmek için gerekli kaynaklara sahip değiliz. Kimse de yardımcı olmak için bir şey yapmıyor. Soykırım kelimenin tam anlamıyla başka bir yere kaymış durumda.
Hâlâ serbest olan ve eylemlerinden dolayı henüz yargılanmamış savaş suçluları var mı?
Srebrenitsa yakınlarında küçük bir kasaba olan Bratunac’ta yaşıyorum ve dışarı çıktığımda, sokakta Temmuz 1995’teki soykırım operasyonuna katıldığını bildiğim insanlarla karşılaşıyorum. Onlardan şimdilerde aile babası olan biriyle bir süpermarketin önünde “takılmışlığım” var.
Srebrenitsa Anıt Merkezi benzersiz bir kurum. Benzersiziz çünkü bu kurum çoğunlukla hayatta kalanlar tarafından yönetiliyor. Hepimiz soykırımdan kurtulan kişileriz ve hâlen soykırıma bizzat ve doğrudan katılmış ya da Srebrenitsa soykırımı sırasında destekleyici rol oynamış kişiler tarafından tanımlanan bir ortamda çalışıyoruz. Ve biz yaşayan bir tarihle çalışıyoruz. Meşgul olduğumuz tarih hâlâ canlı. Tanıklar da hâlâ hayatta, ve failler ve azmettiriciler de. Biz kelimenin tam anlamıyla kendi deneyimlerimizi anlatmak için kullanmak istediğimiz kelimeleri kullanma hakkımız için savaşıyoruz.
Kamuya mal olmuş kişiler de dahil olmak üzere bazı insanlar Bosna’daki soykırımı inkâr ediyor ya da onu önemsizleştiriyor…
Evet, sadece birkaç hafta önce Frankfurter Allgemeine Zeitung, Srebrenitsa’daki soykırımı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Nazi işbirlikçilerinin infazı ve sözde Bleiburg katliamı ile karşılaştıran bir makale yayınladı. Makalede bir Alman gazeteci, Nazi işbirlikçilerinin kurbanlarının da aynı şekilde hatırlanma hakkına sahip olduğunu iddia etti. On binlerce Yugoslav Yahudisini ve diğer azınlıkları öldüren Nazi işbirlikçileri Srebrenitsa ile karşılaştırılıyor.
Bosna ve çevresindeki bölgelerde soykırıma doğrudan tanıklık eden insanlar yaşadıkları travmaların üstesinden gelebildiler mi ya da bu travmalarla yüzleşebildiler mi? Bosna diasporası bu konuyla nasıl başa çıkıyor?
Bizim diasporamız 30 yıldan daha az bir süredir varlığını sürdüren genç bir diaspora. Diasporamız kendi ayakları üzerinde durmaya yeni başlıyor. Bu esnada yeni bir Bosnalı Müslüman nesil yetişti ve Batı üniversitelerinde eğitim gördü. Bu gençler Almanca, Fransızca ve İngilizce konuşuyor. Toplumlarının birer üyesi olarak kabul ediliyorlar. Bu açıdan işlerin daha iyiye gideceğini düşünüyorum. Diasporamızın sesi daha güçlü ve gür çıkacak.
Soykırım konusunda itiraf etmeliyim ki, hayatta kalanlara psikososyal destek sağlama konusunda hepimiz başarısız olduk. Pek çok insan hâlâ bunun psikolojik sonuçlarından muzdarip ve travma yaşıyor. Bu durum özellikle varlıklarına yönelik tehdidin hâlâ bariz bir şekilde mevcut olduğu bir ortamda yaşayan kişilerde daha belirgin.
Bosna Hersek’teki mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce çatışma potansiyeli ne ölçüde mevcut ve farklı etnik ve dinî grupların barış içinde bir arada yaşama ihtimali bulunuyor mu?
Uluslararası toplum Balkanlar’da barışın anahtarının Sırbistan ya da Hırvatistan değil Bosna olduğunu anlamalıdır. Tüm bölgede sürdürülebilir ve uzun vadeli barışın sağlanması için Bosna’daki sorunların çözülmesi önemli. Bosna, Las Vegas’ın tam tersidir. Vegas’ta olan Vegas’ta kalır ama Bosna’da olan hiçbir zaman Bosna’da kalmaz. Her yere yayılma eğilimindedir.
Bosna’nın, Sırbistan ve Hırvatistan’a Bosna’nın işlerine karışmaları için serbestlik tanıyarak bir şekilde sakinleştirilebileceği fikri -ki bunu, bu süreci şimdi, biz burada konuşurken görüyoruz- bir yanılsamadır. Hem de sadece daha fazla şiddete yol açacak bir yanılsama. 100.000 fazla insanın hayatını kaybettikten sonra Belgrad ve Zagreb’in Bosna’ya müdahale etme ve bize nasıl yaşayacağımızı söyleme hakkına sahip olduğunu asla kabul etmeyeceğiz.