'Sağlık Kültürü'

Türkiye’de ve Avrupa’da Hastalığa Bakış

Sağlık sistemi, dünya üzerindeki istisnasız herkesin içerisinde yer aldığı bir alan. Bu alan ülkelerde değişik şekillerde düzenlenip yönetiliyor. Farklı ülkelerdeki sağlık sistemi uygulamalarını karşılaştırmayı hedefleyen “Sağlık Kültürü” isimli yazı dizimizin dördüncü yazısında Uzman Doktor Fatih Beşer, Türkiye ve Avrupa toplumlarında hastalığın nasıl algılandığını ele aldı.

©Shutterstock.com ; Değişiklikler: Perspektif

Sağlık Kültürü yazı serimizde önceki yazılarımızda Türkiye ve Avrupa’da sağlık alanındaki farklılıkları ve benzerlikleri ele aldık. Bu yazımızda, hastalığın kendisinin toplumlar ve bireyler tarafından nasıl algılandığını inceleyeceğiz. Türk toplumunun da Avrupa toplumunun da kendi içinde pek çok farklılıklar barındırdığı bu geniş konuyu mümkün oldukça genelleyerek işlemeye çalışacağım. Bu noktada okuyacaklarınızın kendi tecrübe ve gözlemlerinizden farklı olabileceğini belirtmek isterim. Yazıyı okuduktan sonra yapacağınız kıymetli yorumlarınız içeriğe değer katacaktır.

Günümüzde hastalıkların insan bedenindeki etkilerini ölçebildiğimiz pek çok alete sahibiz. Mesela 1 ml kandan yapılacak basit bir tahlille vücudun enfeksiyona verdiği yanıtı ölçebiliyoruz, ya da o kanı kullanarak kanda bakteri ya da mikrop varsa onları çoğaltıp varlıklarını ispatlayabiliyoruz. Ancak hastalığın vücutta yaptığı etkilerin bazılarını hâlâ daha kesin olarak ölçemiyoruz. Bir kişinin ateşi varsa bir termometre yardımıyla bunu ölçebiliyoruz ancak başı ağrıyorsa basit bir cihazı alnına dayayıp ağrı seviyesini ölçemiyoruz. Kişiden ağrısını kendinin tanımlamasını istiyoruz. Ağrı algısı ve ağrıya verilen tepki toplumlara ve kişilere göre değişiklik gösterir, tıpkı genel olarak hastalığa bakışın da toplumlara göre farklılık gösterdiği gibi.

Hastalık, modern tıp ortaya çıkmadan önce tüm toplumlarda gizemli bir dert olarak kabul ediliyordu. Hasta eden sebepler gözle görülüp elle tutulamadığı zaman bakışlar hep metafizik alemle çevriliyordu. Mikro dünyanın kapıları henüz açılmamıştı. Hastalığın sebebi bazen kötü ruhlar, bazen insanları cezalandırmak isteyen Tanrı bazen de kişinin kendi ruhunun kötü olmasıydı. Modern tıbbın gelişmesiyle beraber hastalıklara görülen veya görülemeyen ama madde aleminden olan sebepler aranmaya başlandı.

Orta Çağ’da Hastalığa Bakış

Orta Çağ Avrupa’sında hastalık genelde Tanrı’nın cezası veya şeytani ruhların müdahalesi olarak görülüyordu. Hastalıkların tedavisi dinî ritüellerle yapılmaya çalışılıyordu. Sağlık alanındaki hizmetler çoğunlukla kiliseye bağlıydı.  Bununla birlikte, Orta Çağ Avrupa’sında bazı önemli tıbbi okullar ve hastaneler de kurulmuştu, ancak bu kurumların çoğu dinî kuruluşlar tarafından yönetiliyordu. Bugün ruh hastalığı olarak tanımladığımız bazı hastalıklara duçar olan bazı hastalar içlerindeki şeytanı yok etmek için acımasızca katledilebiliyordu.

Türkiye’de ise o dönemlerinde hastalığa bakış biraz daha farklıydı. İslam medeniyetinde hastalığın kader dahilinde Allah’ın izniyle ortaya çıktığı ancak tedavisi için de Allah’tan ümit kesilmeyeceği inancı vardı. Bunun için hastalığın tedavisine ve sağlık hizmetlerine büyük önem veriliyordu. Bu dönemde Türk topraklarında tıp, İslami tıbbın etkisi altında gelişmişti ve Hipokrat, Galen gibi antik Yunan tıbbının yanı sıra, İslam dünyasındaki bilginlerin eserlerinden de etkilenmişti. Darüşşifa olarak isimlendirilen hastaneler genellikle vakıflar tarafından yönetiliyordu. Orta çağ Avrupa’sında içinde kötü ruhlar girdiğine inanılarak infaz edilen akıl hastaları için Selçuklu döneminde özel hastaneler kuruluyordu. Gevher Nesibe Gıyasiye ve Şifahanesi 1206 yılında Kayseri’de inşa edilmişti ve içinde akıl hastaları için özel bir bölüm barındırmaktaydı. Hatta bu hastaların müzik ile tedavisi için çalışmalar yapılmış, her hastalığın tedavisi için ayrı makamlar geliştirilmişti.

Avrupa Toplumu Hastalığın Doğal Seyrini Kabullenmeye Daha Yatkın

Modern döneme geçişte, Avrupa ve Türk toplumlarının hastalığa bakış açısında önemli değişiklikler yaşandı. Tıp biliminin ilerlemesiyle birlikte, her iki toplumda da hastalıkların nedenleri artık metafiziksel açıklamalardan ziyade bilimsel verilere dayandırılmaya başlandı. Ancak kültürel mirasın Türk toplumunda daha fazla korunduğundan bahsedebiliriz.

Günümüz Avrupa’sında hastalıkların nedenleri nerdeyse toplumun tamamı tarafından biyolojik ve çevresel faktörlerle açıklanırken Türk toplumunda hastalıklar biyolojik nedenlerin yansıra günahların bedeli, bir imtihan ya da nazarın neticesi olarak da algılanabilmektedir.

Artık Avrupa toplumunda genelde hastalığa salt akılcı pencereden bakılmaktadır. Çoğuna göre hastalığın sebepleri bilimsel olarak açıklanmıştır, henüz açıklanamamış olanlar da bilimsel gelişmelerle ilerde açıklanabilecektir. Benim gözlemlediğim kadarıyla Avrupa toplumunda kişiler hastalıklarının doğal seyrini kabullenmeye daha yatkınlar. Bunun altında sosyolojik, psikolojik ve kültürel pek çok neden yatıyor. İnsan bilmediği şeyden korkma eğilimindedir ve bilimsel bakış açısı içinde mutlak bilinmezlik barınamamaktadır. Belki bilimsel verilere olan inancın verdiği güven, belki ölüme bakış açısındaki farklılık, belki de bunların bir bütünü Avrupa toplumunun hastalığa bakışını ötanaziyi tartışmaya açacak kadar dönüştürmüştür.

Türkiye’de Allah’tan Ümidin Kesilmeyeceği İnancı Güçlü

Ancak Türkiye’de modern tıptan aradığını bulamayan bir hastaya birileri mutlaka “Bir de hocaya mı gitsen acaba? Sana kurşun mu döktürsek?” benzeri önerilerde bulunur. Avrupa’da biyoenerji, uzak doğu kökenli bazı ruhani öğretiler hatta falcılık devam etse de artık kilise şifa için bir başvuru mekânı olmaktan çok uzaktadır. Türkiye’de ise özellikle kader inancı ve Allah’tan ümidin kesilmeyeceği gibi dinî inanışlar güçlü bir şekilde yaşamaya devam etmektedir. Hâl böyle olunca insanların hastalığı kabullenmesi ve çözüme odaklanması bazen zor olabiliyor. Bazıları hastalığın sebebi olan biyolojik nedenlerden daha önce batıni nedenlere odaklanmakta, bu da bazen suçluluk psikolojisine, bazen hayal kırkılığına bazen de olağanüstü korkuya sebep olmaktadır. Öyle ya, kişi ne yapmıştır da bunu hak etmiştir?

Toplumların hastalığa bakış açısındaki bu farklılık biz Türk doktorların ve Avrupalı meslektaşlarımızın günlük iş hayatına doğrudan etki ediyor. Türkiye’de uzun yıllardır ölüm döşeğinde de olsa bir hastanın vefatının haberini kalabalık hasta yakınlarına vermek özellikle yeni mezun bir doktor için fazlasıyla stresli bir iş. Neticede işin sonunda hastanın vefatından sorumlu tutulma ve hatta şiddete maruz kalma riski de var.

Ölüm Durumunda Merhum Yakınlarının Tepkileri

Elbette ki pek çok durumda insanlar doktorlara, hemşirelere gayretleri için teşekkür ediyor ancak kader inancının canlı olduğu bir toplumda ölüm karşısında verilen bu tepki dikkat çekicidir. Avrupa’da gördüğüm kadarıyla bu gibi hastalar için hasta yakınları hastaneye davet ediliyor, hastanın durumu kendilerine anlatılıyor. Eğer mevcut imkanlarla tıbben yapılacak bir şey kalmadıysa bu durum hasta yakınlarına bildiriliyor ve tedaviye devam edilip edilmemesi kararı hep beraber tartışılıyor. Belki de burada hastalığın doğal seyrine olan bir inanç ve her şeyin bir sonu olduğuna olan inanç tepkileri şekillendiriyordur.

Modern tıp ve bilim, toplumların ve bireylerin hastalıklara bakışını dönüştürdü. Avrupa, geçmiştekinin aksine hastalığa genellikle bilimsel ve akılcı bir yaklaşım sergilerken, Türkiye’de geleneksel ve dinî inançlar hâlen etkili. Bu durum, hastalık ve ölümle başa çıkış biçimlerimizi, tedavi süreçlerimizi ve sağlık profesyonellerinin karşılaştığı zorlukları şekillendiriyor.

Tüm dünyada hastalık, yaşamın ayrılmaz bir parçası ve bu konudaki yaklaşımlarımız, kültürel ve tarihsel birikimlerimizi ve toplumsal yapımızı yansıtıyor. Her iki toplumda da hasta tedavi olmak istiyor, doktorlar ve sağlık çalışanları hastayı tedavi etmek istiyor; ancak her iki toplumda da farklı duygusal ve kültürel tepkiler yaşanıyor. Sizlerin bu konudaki düşünceleri ve deneyimleri, konuyu daha da zenginleştirecektir.

Uzm. Dr. M. Fatih Beşer

Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Genel Tıp ve Acil Tıp Uzmanlığı eğitimi alan Fatih Beşer şu anda Belçika’da klinik araştırma alanında çalışmaktadır. Uzmanlık alanları Acil Tıp, Klinik Araştırma ve Hipnoterapi’dir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#4

*Tüm alanları doldurunuz

  • Kenan Bektas
    2023-12-26 11:18:58

    Degerli hocamizin gözlemlerini takdireṣayan buluyorum.Tabiki bircok alanda türkiyeyle avrupa hastaneleri arasinda farkliliklar var.Bunlarin en basinda bizde olan yogun hasta ziyaretleri bu konuda avrupa kültürüne biraz ters olsada epey alistilar.Tabiki ilim ilerledikce hastaliklarin konusuna göre tedavi yöntemleride gelismektedir.Bunlarin en basinda hastayi iyi anlayip analiz etmek sonuna gitmekte en iyi etkendir.Bu konularda güzel calismakarindan güzel haberler bekliyoruz selamlar.

  • Mehmet Zeki Bayraktar
    2023-12-25 07:38:11

    Tebrik eder, başarılarının devamını yüce Mevladan dilerim.

  • Gültekin KADI
    2023-12-24 14:21:26

    Elinize kaleminize sağlık hocam👏🏻👏🏻👏🏻

  • Ömer BEKAR
    2023-12-24 10:30:04

    👏👏👏 eline sağlık

Son Yüklenenler