'dosya: "Organ Nakli ve Organ Bağışı"'

“İslami Açıdan Organ Bağışında Tek Bir Doğru Yok”

Almanya’da organ bağışına “itiraz kuralı”nın getirilmesi yıllardır tartışılıyor. İlahiyatçı İdris Nassery ile bu düzenlemenin İslami-etik açıdan nasıl değerlendirilmesi gerektiğini konuştuk.

Federal Sağlık Bakanı Karl Lauterbach organ bağışını yeniden düzenlemek ve böylece Almanya’da “opt-out” düzenlemesini hayata geçirmek istediğini belirtti. Bu her vatandaşın otomatik olarak donör olacağı anlamına geliyor. Siz bu düzenleme hakkında ne düşünüyorsunuz?

Almanya’da organ bağışı için opt-out düzenlemesinin getirilmesi, donör organ talebi ve arzı arasındaki önemli dengesizlik göz önüne alındığında şüphesiz büyük önem taşıyan karmaşık ve tartışmalı bir konu. Bu konu azami hassasiyet ve farklı bakış açılarının dikkate alınmasını gerektiriyor.
İtiraz düzenlemesi, mevcut organ bağışı sayısını artırma ve böylece daha fazla hayat kurtarma gibi açık bir avantaja sahip olacaktır. Bu düzenleme organ bağışlama isteğini otomatik olarak artıracaktır, zira her vatandaşın donör olarak bulunmamaya aktif bir şekilde itiraz etmesi gerekecektir.

Ancak bireyin kendi kaderini tayin hakkı ve özgürlüğü üzerindeki olası etkileri de tartışılmalıdır. Eleştirmenler, bedenin ve organların kişisel mülkiyet olduğunu ve devletin açık rıza olmaksızın bu mahremiyete müdahale etmemesi gerektiğini savunuyor. Bu nedenle bir opt-out rejimi getirirken yasal koşulları netleştirmek ve kültürel normları ve etik hususları dâhil etmek büyük önem taşıyor. Şeffaflık ve kapsamlı kamu eğitimi, organ bağışından muafiyet uygulamasına geçilmeden önce Fransa ve İspanya’da başarıyla uygulandığı üzere, güven ve kabulün sağlanması açısından hayati önem taşıyor.

Şahsen opt-out düzenlemesinin getirilmesinin temelde olumlu olduğuna inanıyorum. Donör organlarının mevcudiyetini arttırmaya ve hayat kurtarmaya duyulan acil ihtiyaç göz önünde bulundurulduğunda, bu umut verici bir yaklaşım olarak görünüyor. Bununla birlikte bireyin kendi kaderini tayin etmesi ve mahremiyetin korunmasına ilişkin tüm endişeler dikkatle değerlendirilmeli. Hem organ alıcılarının ihtiyaçlarına hem de vatandaşların hak ve özgürlüklerine saygı gösteren bir düzenleme için uzman Müslüman ilahiyatçılar da dâhil olmak üzere ilgili tüm paydaşlarla kapsamlı ve gerçeklere dayalı bir tartışma yürütülmesi büyük önem taşıyor.

Etik açıdan değerlendirilecek olursa, ahlaki bir eylemin otomatik hâle getirilmesi hakkında ne dersiniz?

Etik, bireysel inançlarla ilgili olan ve kültürel normlara bağlı olan çeşitli yaklaşımları kapsar. Bu nedenle soruya farklı etik perspektiflerden bakmak önemli. Faydacı bir bakış açısıyla, bir itiraz kuralının getirilmesi, mevcut organ sayısını artırması ve böylece daha fazla hayat kurtarması hâlinde haklı görülebilir. Bu görüşe göre otomatizm, bir bütün olarak toplumun refahını en üst düzeye çıkarma amacına hizmet eden bir araç olarak görülmektedir.
Deontolojik bir bakış açısıyla, organ bağışını itiraz olmadığı takdirde kural hâline getirmek, diğer insanlara yardım etmek ve hayat kurtarmak için gerekli olduğu için bir yükümlülük olarak görülebilir. Burada özellikle her insanın ahlaki bir vicdana sahip olduğu ve acil durumlarda başkalarına yardım etmesi gerektiği sorumluluğu üzerinde durulmaktadır.

Ancak bazı etik yaklaşımlar kişinin bireysel hak ve özgürlüklerine vurgu yapmaktadır. Eleştirmenler, bir kişinin bedeni ve organları devletin malı hâline geldiğinden, itiraz yönetmeliğinin kendi kaderini tayin etme hakkını kısıtladığını savunuyorlar. Bununla birlikte, burada yaşam ve sağlık hakkının her zaman öncelikli olduğu şeklinde bir karşı argüman da ileri sürülebilir. Bir itiraz düzenlemesinin getirilmesi hayat kurtarma şansını artırabilir.

Akrabaların rolü de önemli bir rol oynuyor. Potansiyel bağışçılar beyin fonksiyonlarının sona ermesi hâlinde organlarına ne olacağını yazılı olarak belirtmemişlerse, aile üyeleri merhumun varsayılan isteklerine saygı göstermek veya kendi kararlarını vermek ve böylece hayatlarının geri kalanında bu kararın yükünü taşımak zorunda kalıyor. Birçok vakada aile üyeleri organların alınmasını reddediyor. Bu nedenle kanaatimce dengeli bir çözüm bulmak için bu farklı etik perspektifleri ve akrabaların rolünün önemini tartışmaya dâhil etmek çok önemli. Böyle bir çözüm, bireylerin hak ve özgürlüklerini dikkate almalı, aynı zamanda hayat kurtarma ve donör organ ihtiyacını karşılama amacını da gözetmeli.

Organ bağışı konusunda modern tıp etiğine meydan okuyan bazı İslami teolojik-normatif düzenlemeler veya sınırlar var mı?

Organ bağışına ilişkin İslami teolojik düzenlemeler ve sınırlar kuşkusuz modern tıp etiği için karmaşık bir zorluk teşkil ediyor. İslam hukuku ilminde farklı organ nakli türlerine ilişkin görüş ayrılıkları mevcut. Bu da büyük ölçüde hukuk ilahiyatı ekolüne ve bireysel inançlara bağlı olan çeşitli görüş ve uygulamalara yol açıyor.

Prensip olarak, insan organlarının kullanımını reddeden tutarlı bir hukuki görüş olduğu söylenebilir. Bu görüş, insan bedenine müdahale etme konusunda temel bir isteksizliğe dayanıyor. Ancak 1970’lerden bu yana, hukukçular arasında organ naklini destekleyen ve daha büyük zararları önleyecekse bu yasağın yeniden gözden geçirilebileceğini savunan seslerin sayısı giderek artıyor.

Dolayısıyla modern tıp etiği, organ bağışı için âlimler ve fetva kurumları tarafından ortaya konan çeşitli koşulları dikkate alma ve bunları Alman etik ve siyasi söyleminde daha da geliştirmekle kalmayıp, aynı zamanda birçok bakış açısı arasında bir ses olarak yapıcı bir şekilde tanıtma zorluğuyla karşı karşıya.

Bir insanın beyin ölümü gerçekleştiğinde gerçekten ölü sayılıp sayılamayacağı hassas bir tartışma konusu. Örneğin filozof Markus Gabriel, belirleyici sorunun bir insanın yeniden bilinçli bir yaşam sürüp sürdüremeyeceği olduğunu söylüyor. İnsan hayatının bitkisel hayatta değil, bilinçli bir hayat olduğunda yaşamaya değer olduğunu ileri sürüyor. Siz bunu nasıl görüyorsunuz?

Evet, Markus Gabriel insan yaşamının temel bir özelliği olarak bilincin önemini vurguluyor. Bilinç bireyin çevresini algılamasını, karar vermesini, duygularını deneyimlemesini ve diğer insanlarla ilişki kurmasını sağlar. Bu perspektiften bakıldığında, tüm beyin fonksiyonlarının geri döndürülemez bir şekilde durduğu beyin ölümünün bu yeteneklerin kaybını gerektirdiği savunuluyor. Dolayısıyla bu durum, bir kişinin hayatının artık yaşamaya değer görülmediği bir nokta olarak kabul ediliyor.

İslam hukuku açısından bakıldığında, İslam onurlu ve tatmin edici bir yaşama değer verdiği için kişinin yaşamsal fonksiyonlarının sona erdirilmesi reddedilir. İslami öğretilere göre insan hayatı, saygı duyulması ve korunması gereken, Allah’ın en yüce armağanı olarak kabul edilir. Kişinin bilinçli deneyimlerinin ve hayata aktif katılımının olmadığı “bitkisel hayat”, yaşam kalitesinin kaybı olarak kabul edilir. “Bitkisel hayat”ın sağlık kurumu tarafından ekonomik nedenlerle veya yakınları tarafından tamamen duygusal motivasyonla savunulması endişe kaynağıdır. Bu nedenle İslami hukuk geleneği, kişinin onurunun ve yaşam kalitesinin korunmasını İslam hukukunun merkezi bir düsturu olarak vurgular. Bilinçli beyin fonksiyonlarının korunması ve restorasyonu, bireyin yaşamının değerini sağlamak için önemli kabul edilir.

Bu meseleye İslam etiği nasıl yaklaşıyor? İslam’da bir kişi hangi noktada ölü kabul edilir?

Uluslararası İslam Fıkıh Akademisi’ne göre, bir kişi hem geri dönüşü olmayan kalp ve solunum durması olduğunda hem de tüm beyin fonksiyonlarının geri dönüşü olmayan kaybı (beyin ölümü) tıbbi olarak tespit edildiğinde İslam’da ölü olarak kabul edilir. Bu görüş birçok Müslüman ülkede yaygın olarak kabul görmekte ve organ nakillerinin etik açıdan değerlendirilmesinde temel teşkil etmektedir.

Bununla birlikte İslam hukuk geleneği içerisinde başka bakış açıları da mevcuttur. Bazı âlimler beyin ölümünü geçici bir durum olarak görmekte ve ölümün kesinleşmesinden önce doğal kalp durmasının beklenmesi gerektiğinde ısrar etmektedir. Bu bakış açısı doğal ölüm sürecinin önemini vurgulamakta ve ölüm kriterlerinin daha katı bir şekilde yorumlanmasını talep etmektedir. Bu farklılıklara rağmen, ölümün ve özellikle de beyin ölümünün tespitinin uzman hekimler tarafından dikkatli ve kesin bir şekilde yapılması gerektiği konusunda genel bir fikir birliği vardır.
İslam hukuk geleneği, organ bağışında insan onuruna saygı gösterilmesini ve etik ilkelere uyulmasını vurgular. Bu nedenle, organ bağışının ahlaki açıdan gerekçelendirilmesini sağlamak için ölüm tespitinin tıbbi standartlara ve İslami etik ilkelere uygun olarak yapılması önemlidir.

Ölen kişiye duygusal olarak bağlı olan ve organlarını bağışlamak istemeyen yakınları için nasıl zorluklar veya sorumluluklar var? Bu gibi durumlarda yakınlarını kaybedenlerin organ bağışını kabul etmemeleri ahlaki açıdan haklı görülebilir mi?

İslami hukuk söyleminde, hayatta kalan akrabaların rızası sorusu, ölen kişinin bir vasiyet veya tasarrufta organ bağışına rıza göstermiş olması durumunda gündeme gelir. Böyle bir durumda, ölen kişinin vasiyetine uygun olarak isteklerini yerine getirmek hayatta kalan akrabalara düşer. Ancak merhumun böyle bir beyanı yoksa, karar İslam hukukuna uygun olarak mirasçıların sorumluluğundadır. Bu durum organ bağışının önündeki en büyük zorluklardan birini teşkil etmektedir.

Âlimler ve fetva kurumları tarafından organ bağışının caiz olduğuna dair ortaya konan İslami hukuki ve etik argümanlar, bu zorluğun üstesinden gelmek için bir çözüm olarak kullanılabilir.

Organ bağışı şüphesiz Kur’anî ve nebevî ilkelere dayanan ve merhamet duygusundan kaynaklanan insani dayanışmanın önemli bir işareti olarak görülebilir. Aynı zamanda, İslami normların temel düsturlarından biri olan insan hayatının korunması ilkesinin hayata geçirilmesi olarak da görülebilir.
Ancak organ bağışının ahlaki açıdan kabul edilebilirliği meselesinin farklı etik perspektiflere ve bireysel inançlara bağlı olduğunu belirtmek önemlidir. Dolayısıyla bu konuda tek bir “doğru” ya da “yanlış” yoktur. Bununla birlikte eğitim, farkındalık ve şeffaflığın, yakınlarını kaybedenlerin özerkliği ile organ bağışının başkalarının refahı için taşıdığı önem arasında bir denge kurulmasına yardımcı olabileceğine inanıyorum. Bunu yaparken, dinî etik ilkeler ve değerler, yakınlarını kaybedenlerin hakları ve ihtiyaçları ile organ bağışının toplum için potansiyel faydaları arasında uygun bir denge sağlamak üzere diyaloğa dâhil edilmelidir.

Son bir soru: Sizin organ bağış kartınız var mı?

Hayır, henüz yok. Ancak bu röportaj bana organ bağışı kartına başvurmayı düşünmem için güzel bir hatırlatma oldu.

Enes Bayram

Enes Bayram, lisans eğitimini Duisburg-Essen Üniversitesinde, yüksek lisans eğitimini ise Köln Üniversitesinde Siyaset Bilimi alanında tamamlamıştır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler