'Dosya: "Organ Nakli ve Organ Bağışı"'

Organ Naklinin Karanlık Yüzü: Organ Kaçakçılığı

Pek çok insan için “hayat kurtarıcı” bir rol oynayan organ nakli, yine pek çok insan için hayatın gaspı anlamına geliyor. Organ ticareti nedeniyle suç örgütlerinin elinde her yıl binlerce insan hayatını kaybediyor.

©Yupa Watchanakit/shutterstock.com

Organ kaçakçılığı ya da diğer adıyla “organ alımı amacıyla insan kaçakçılığı”, dünyanın her yerinde gerçekleşen bir suç eylemi. Bu terimler esasında farklı hukuki sonuçları olan iki ayrı suç içeriyor. “Organ kaçakçılığı” organların yasa dışı olarak kullanılması anlamına geliyor. Örneğin, bir organın kâr amacıyla satılması ya da bir organı satın almak ya da satmak için reklam yapılması organ kaçakçılığı kapsamına giriyor. “Organların alımı amacıyla insan kaçakçılığı” ise organının yasadışı kullanımı için savunmasız bir insanın sömürülmesi, kandırılması, zorlanması veya istismar edilmesi demek. Bu suçun gerçekleşmesi için organın alınması bile gerekmiyor, çünkü insan kaçakçılığının kendisi tek başına bir suç teşkil ediyor.

2021 Eylül ayında INTERPOL tarafından yayımlanan bir rapor organ kaçakçılığında, Afrika’nın yanı sıra Asya ve Orta Doğu başta olmak üzere diğer ülkelerdeki tıp sektörleriyle de bağlantıları olan geniş bir aktör yelpazesinin yer aldığını ortaya koyuyor. Dünya çapında bu sektörün 1,7 milyar ABD doları büyüklüğünde olduğu tahmin ediliyor.

Organ Ticareti ve Organ Kaçakçılığı Nedir?

Bir hasta organ yetmezliğinden mustarip olduğunda ve tüm tıbbi tedavi alternatifleri tükendiğinde organ nakli hastanın hayatta kalmak için tek seçeneği olabiliyor. Aile üyeleri ve yakın arkadaşlar arasında uyumlu bir organ donörü bulunamadığında, hastaya organ bağışçısı ve “tıbben ölü” kabul edilen bir kişinin organı naklediliyor. Bu tür etik organ bağışı sürecinde hiç kimse organ bağışından maddi kazanç elde etmiyor.

Ancak Küresel Bağış ve Organ Nakli Gözlemevi‘ne göre, mevcut küresel organ ihtiyacı arzdan çok daha fazla. Dünya genelinde her yıl 150 binden fazla nakil gerçekleştirilirken, bu rakam küresel ihtiyacın yüzde 10’undan daha az bir rakama tekabül ediyor. Bu nedenle bazı hastalar organ mafyası olarak bilinen suç örgütlerinin istismar ettiği savunmasız ve yoksul insanlardan alınan organları para karşılığı satın alma yoluna gidiyor.
Yasadışı organ nakillerini de içeren organ ticareti yıllık 12 bin yasadışı nakil ile büyük bir gelir kaynağı. Dünyada gerçekleştirilen tüm nakillerin yaklaşık yüzde 10’unun yasadışı nakiller olduğu düşünülüyor.

Yasadışı ticareti yapılan en önemli organlar arasında böbrek birinci sırada. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dünya çapında yılda 10 bin böbreğin karaborsada alınıp satıldığını tahmin ediyor, bu ise her saat başı birden fazla böbreğe tekabül ediyor.

Her ne kadar organ kaçakçılığı suçun gerçekleşmesi için gerekli olan yüksek düzeydeki tıbbi bilgi ve koordinasyon gibi nedenlerle resmî rakamlara göre çok daha az yaygın gibi görünse de uzmanlar genellikle yasal olarak bu işi yapmaya yetkili doktorlar tarafından ve hastane veya klinik gibi tıbbi ortamlarda gerçekleşmesi nedeniyle organ kaçakçılığı suçunun gerçek boyutlarının takip edilmesinin zor olduğunu belirtiyor. Nitekim INTERPOL Operasyonel Destek ve Analiz Direktörü Cyril Gout’un şu ifadeleri raporlanan suç vakasının, suçun gerçek boyutlarını yansıtmadığını doğruluyor:

“Organ alımı amacıyla insan ticareti yeni bir olgu olmamakla birlikte, suçun gizli doğası, kolluk kuvvetlerinin farkındalık eksikliği ve tıp ve polis sektörleri arasındaki bilgi paylaşım kanallarının yetersizliği nedeniyle yeterince rapor edilmemektedir.”

Zorla Organ Toplama: Organlar Nasıl (Ç)Alınıyor?

Zorla organ toplama, bir mağdurun organlarının kendi iradesi dışında cerrahi olarak alınmasına yönelik yasadışı bir uygulamadır. Bunun için mağdurlar kaçırılır ve organları zorla alınır veya mağdurlar ameliyat olmaları gerektiğine inandırılarak kandırılır ve anestezi altındayken bilgileri veya rızaları olmadan bir organları alınır. Talep edilen organı temin için öldürülerek organları alınan kurbanlar da mevcut.

Bunlara ek olarak insan kaçakçılarının yerinden edilmiş çaresiz insanlara bir organlarını alma karşılığında hedef ülkeye güvenli geçiş teklif ettikleri biliniyor. 2020 yılında araştırmacı Sean Columb, çok sayıda Afrikalı göçmenin Mısır’ın başkenti Kahire’de, kendilerini Akdeniz’den Avrupa’ya geçirecek kaçakçılara ödeme yapma umuduyla böbreklerini sattıklarını ortaya çıkarmıştı.

Organ kaçakçıları organ toplamak için genellikle savaş ve çatışmalar nedeniyle yerlerinden edilmiş topluluklar ve mültecilerden faydalanıyor. Sığındıkları ülkelerde istihdam imkânı olmayan ve çatışma bölgelerinden kaçarken her şeyini kaybeden mültecilerin bazen ailelerini geçindirebilmek ya da hayatta kalabilmek için buldukları son çare organlarını satmak olabiliyor. Suriyeli yetkililerin tahminlerine göre, Suriye’deki çatışmaların başlamasından bu yana ülke genelinde 20 bin kadar organ satışı gerçekleşti.

Lost in Europe’nin 2021’de yayımladığı rapora göre Avrupa’da 2018 ile 2020 yılları arasında 18 binden fazla göçmen çocuk kayboldu. Bu Avrupa’da günde 17 sığınmacı çocuğun kaybolduğu anlamına geliyor. Ancak bu konudaki verilerin genellikle eksik ve tutarsız olması nedeniyle gerçek sayıyı tespit etmek zor. Kaybolan çocukların insan kaçakçılarının eline düşmüş olabileceği veya bir kısmının haber vermeden Avrupa’nın çeşitli yerlerindeki aile ve arkadaşlarının yanına gitmiş olabileceği varsayılıyor.

Çin’in Organ Toplama Ticareti ve “Siyasi Suçlular”

Bazı ülkelerde ise organ ticareti devlet destekli ticari bir sektör olarak karşımıza çıkıyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin organ toplama ve organ ticaretinde önemli bir rol oynadığı iddiaları uzun süredir dile getiriliyor. Çin yönetimi, Uygur Müslüman azınlık başta olmak üzere siyasi tutukluların organlarını çalmakla suçlanıyor.

Çin’de bir hasta organ nakli için ortalama 12 gün beklerken, Amerika’da bu süre üç buçuk yılı aşıyor. Bazı hastalara nakil için kesin ameliyat tarihinin çok önceden veriliyor olması da hastanelerin donörlerin ne zaman öleceğini bildiğini gösteriyor. Çin hükûmetinin ayrıca Müslüman hastaları ülkeye çekebilmek için organı “bağışlayan” kişinin alkol ve domuz eti tüketmediğine vurgu yapan “helal organ” reklamları yaptığı ve örneğin değeri yüz bin dolar olan bir karaciğerin “helal” ise fiyatının üç katına çıktığı belirtiliyor.

Londra merkezli bağımsız mahkeme China Tribunal tarafından 2020 yılı mart ayında yayımlanan “Çin’de Siyasi Suçlulardan Zorla Organ Toplanmasına İlişkin Bağımsız Mahkeme” başlıklı bir rapora göre, Uygurların DNA örnekleri ücretsiz sağlık kontrolü kapsamında alınıyor ve yasadışı olarak faaliyet gösteren bir organ bankasının veri tabanına işleniyor. Çin yönetiminin “yeniden eğitim kampı” olarak adlandırdığı hapishanelerde ölen Uygurların organları ailelerinin haberi olmadan alınıyor. Kamplardaki Uygurların önemli bir kısmı sigara ya da alkol kullanmadığı için, organları “helal” vurgusuyla Orta Doğu ülkelerine pazarlanıyor. Çin rejimi bunu gizlemek için ise ailelerin ölen yakınlarının sadece yüzlerini görmelerine izin veriyor. Aileler İslami defin usulüne göre merhumun cesedini gömülmeden önce yıkamak istese de rejim tarafından buna izin verilmiyor.

China Tribunal raporunda yer alan birçok tanık ifadesi Çin’in siyasi tutukluların organlarını rızaları dışında alma uygulamasının yeni olmadığını gösteriyor. Tanık Profesör Huige Li, 1978 yılında “karşı devrimci” düşünceleri nedeniyle idama mahkûm edilen öğretmen Zhong Haiyuan’ın infazından önce henüz hayattayken böbreklerinin alındığını aktardı. Çinli bir cerrahın eski eşi olan ve Annie takma adını kullanan bir tanık ise 2006 yılında verdiği ifadede eski kocasının Çin’in kuzeydoğusundaki Sujiatun’daki bir hastanede yaklaşık iki bin Falun Gong takipçisi siyasi mahkûmun kornealarının zorla çıkarılması operasyonuna katıldığını ifade etti.

Çinli Doktor Aili, Tianjin kentindeki hastanede çalıştığı sırada Karaciğer Hastalıkları Bölümü’nde hâlen hayatta olan kişilerden organ alındığına tanık olduğunu bildirdi. Aili, Suudi Arabistan vatandaşı olan otuz yedi kişiye Doğu Türkistan kökenli “donörler”den alınan organların nakledildiğini kaydetti. Doğu Türkistanlı vatandaşların organlarına olan bu talebin nedeninin ise “Suudilerin helal organ talebi” olduğunu öne sürdü.
BMC Tıp Etiği tarafından hazırlanan bir başka raporda ise Çin’de 2010 yılından önce nakledilen organların yüzde 90’ından fazlasının mahkûmlardan temin edildiği belirtiliyor.

Raporda Çin’in zorla çalınan organları “gönüllü bağış” olarak gösterdiğine dikkat çekiliyor. Tanık ifadeleri, Çin’in uzun yıllar boyunca mahkûmları infaz etmeden önce, henüz hayattayken organlarını alarak yaraladığını belirtiyor.

Dr. Enver Tohti’nin 1995 yılında şahit olduğu olay Çin yönetiminin organ ticaretini şüpheye yer bırakmayacak şekilde gözler önüne seriyor. Tohti, Urumçi’de bulunduğu sırada “idam edilen” bir mahkûmun böbreklerini almak üzere hastaneye çağrılmış, ancak ameliyat sırasında mahkûmun henüz ölmediğini fark etmiş. Organın canlı bir bedenden alınabilmesine zaman tanımak için mahkûm özellikle göğsünden vurulmuş ve henüz hayattayken böbrekleri alınmış; sonrasında ise ölüme terk edilmiş.

2015 yılından bu yana Çinli yetkililer organların yalnızca gönüllü bağışçılardan temin edildiğini iddia etse de bu iddianın doğruluğu konusunda şüpheler bulunuyor. Zira resmî veriler, Çin hastanelerinin etik açıdan uygun donörlere ilişkin en yüksek tahminlerden bile çok daha fazla nakil işlemi gerçekleştirdiğini gösteriyor.

İsrail Filistinlilerin Organlarını mı Çalıyor?

Amerikan CNN kanalı tarafından 2008 yılında yapılan bir araştırmaya göre, İsrail’in ölü Filistinlilerin organlarının yasadışı kullanımını da içeren yasadışı küresel organ ticaretinin en büyük merkezi olduğu düşünülüyor. Bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olan Euro-Med Human Rights Monitor de İsrail’in öldürdüğü kişilerin cesetlerini sistematik olarak saklayan tek ülke olduğunu ve “güvenlik” bahanesiyle uluslararası tüzük ve anlaşmaları tamamen ihlal ederek yasadışı organ ticaretinin en büyük merkezlerinden biri olduğunu belirtiyor.

2009 yılı yaz ayında İsveçli araştırmacı gazeteci Donald Boström, Aftonbladet gazetesinde İsrail’in organlarını almak için Filistinlileri öldürdüğünü iddia ettiği bir haber yayımladı. Bunun ardından başlayan tartışma iki ülke arasında siyasi bir krize neden oldu. İsrail, İsveç gazetesinin haberini şiddetle yalanlayarak “antisemit” olarak nitelendirdi. Bunun üzerine Kaliforniya Üniversitesinden Amerikalı antropolog Nancy Scheper-Hughes, 2000 yılında İsrail adli tıp enstitüsü Abu Kabir’in o dönemki başkanı Dr. Yehuda Hiss ile yaptığı bir röportajı yayımladı.

İsrail’in Kanal 2 televizyonunda bazı bölümleri yayımlanan röportajda Dr. Hiss şunları söylüyordu: “Korneaları toplamaya başladık […] Her ne yapıldıysa son derece gayriresmî bir şekilde yapıldı. Ailelerden hiçbir izin alınmadı.” Kanal 2 televizyonunun haberinde 1990’larda Abu Kabir’deki adli tıp uzmanlarının İsrail askerleri, İsrail vatandaşları, Filistinliler ve yabancı işçilerin cesetlerinden deri, kornea, kalp kapakçığı ve kemik aldıkları ve bunları genellikle akrabalarından izin almadan yaptıkları belirtiliyordu. Röportajın bir kısmında Dr. Hiss, cesetlerden korneaların alındığını gizlemek için göz kapağını yapıştırarak kapattıklarını ve göz kapaklarını açacağını bildikleri ailelerden kornea almadıklarını anlatıyordu.

Röportajın Kanal 2’de yayımlanmasının ardından iddiaları kabul etmek zorunda kalan İsrail ordusu verdiği yanıtta, 1990’lı yıllarda Filistinliler de dâhil olmak üzere ölü bedenlerden ailelerinin izni olmadan organ aldıklarını kabul etti ancak bu uygulamaya 10 yıl önce son verildiğini ve artık yapılmadığını iddia etti. Ancak İsrailli Doktor Meira Weiss, 2014 yılında yayımlanan “Over Their Dead Bodies” adlı kitabında 1996 ve 2002 yılları arasında ölü Filistinlilerden alınan organların İsrail üniversitelerinin tıp fakültelerinde tıbbi araştırmalarda kullanıldığını ve İsrailli hastalara nakledildiğini anlatıyor. Weiss’ın kitabında, “Enstitüde çalıştığım süre boyunca, Filistinli bir cesetten organları nasıl ‘aldıklarına’ ve karşılığında askerlerden hiçbir şey ‘almadıklarına’ tanık oldum.” ifadeleri yer alıyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik 7 Ekim’de başlattığı saldırılarda öldürdüğü Filistinlilere ait onlarca cenazeyi alarak bilinmeyen bir yere götürmesi bu iddiaları tekrar gündeme getirdi. Euro-Med Monitor 26 Kasım’da yaptığı açıklamada, Gazze’de İsrail tarafından alıkonduktan sonra serbest bırakılan bazı cesetleri inceleyen tıp uzmanlarının raporlarını takiben, Filistinli cesetlerden organ çalınmış olabileceğine dair “endişeler” olduğunu dile getirdi. Euro-Med bu endişeleri Gazze’de serbest bırakılan bazı cesetleri inceleyen tıp uzmanlarının kayıp koklea ve korneaların yanı sıra karaciğer, böbrek ve kalp gibi diğer hayati organlar da dâhil olmak üzere cesetlerde organ hırsızlığına dair tespit ettikleri bulgulara dayandırdı.

Euro-Med Monitor, İsrail’in Filistinlilerin cesetlerini elinde tutma konusunda uzun bir geçmişe sahip olduğunu, en az 145 Filistinlinin cesedinin morglarda, yaklaşık 255 Filistinlinin cesedini ise Ürdün sınırına yakın ve halka kapalı olan “Sayılar Mezarlığı”nda tuttuğunu belirtiyor. İsrail insan hakları örgütü B’Tselem de 22 Ekim 2019 yılında yayımladığı bir haberde, Filistinlilerin cesetlerinin gelecekteki müzakereler için pazarlık kozu olarak tutulmasının İsrail’de uzun süredir devam eden yasal bir uygulama olduğuna işaret ediyordu.

İsrail gazetesi Haaretz 2016 yılında yayımladığı bir raporda İsrail’in 1990’lardan beri alıkoyduğu 121 Filistinlinin cesedini “kaybettiği” bilgisine yer veriyordu. 2021 yılı sonunda İsrail parlamentosu Knesset, ordu ve polisin ölü Filistinlilerin cesetlerinin alıkonulmasına izin veren yasaları kabul etmişti.

İsrail aynı zamanda yanık ve deri kanserlerinin tedavisinde kullanılmak üzere insan derisi saklayan dünyanın en büyük deri bankasına sahip. İsrail Ulusal Deri Bankası (INSB) 1986 yılında İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Tıbbi Birliği ve Sağlık Bakanlığı tarafından ortaklaşa kurulan ve uluslararası alanda hizmet veren bir kurum.

İsrail uzmanı Anas Abu Arqoub, İsrail deri bankasının sahip olduğu 170 metrekareye eş değer insan derisi rezervi ile kendisinden 40 yıl önce kurulan Amerikan deri bankasını geride bıraktığını belirtiyor. Ancak İsrail’in nüfus olarak ABD’den çok daha küçük olması ve İsrail’de dinî gerekçelerle organ bağışını reddetme oranlarının yüksek olması, İsrailli yetkililerin etik olmayan yasa dışı organ toplama uygulamalarına son verildiği iddialarına gölge düşürüyor.

Tüm bu verilere rağmen suçun doğası gereği gizli olması ve bildirilmemesi nedeniyle organ kaçakçılığının gerçek boyutları hâlâ tam olarak bilinmiyor. Bununla birlikte organ kaçakçılığı insan neslinin refahı için geliştirilen bir bilimin, maddi ve siyasi çıkarlar için insanlığın aleyhine kullanılması açısından maalesef bir ilk değil.

Kaynaklar
https://international-review.icrc.org/articles/harvesting-vulnerability-the-challenges-of-organ-trafficking-in-armed-conflict-923
https://chinatribunal.com/wp-content/uploads/2020/03/ChinaTribunal_JUDGMENT_1stMarch_2020.pdf
https://campaignforuyghurs.org/wp-content/uploads/2020/10/Halal-Organs.pdf
https://bmcmedethics.biomedcentral.com/articles/10.1186/s12910-017-0169-x
https://bmcmedethics.biomedcentral.com/articles/10.1186/s12910-019-0406-6
https://humanrightscommission.house.gov/events/hearings/forced-organ-harvesting-china-examining-evidence#:~:text=The%20final%20judgment%20of%20the,very%20substantial%20number%20of%20victims.
https://euromedmonitor.org/en/article/5982/Int’l-committee-must-investigate-Israel’s-holding-of-dead-bodies-in-Gaza%E2%80%8B
https://www.jordannews.jo/Section-20/Middle-East/Israel-s-skin-bank-raises-ethical-concerns-on-organ-consent-32381

Meltem Kural

Lisans eğitimini Martin Luther Üniversitesinde Tarih ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde tamamlayan Kural, Londra Üniversitesi SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) Yakın Doğu Çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Kural, Perspektif dergisinin online editörlüğünü yapmaktadır.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler