'İsrail-Filistin Davası'

Lahey’de İsrail İşgali Davası: Kim Ne Dedi?

İsrail'in 1967'den beri Filistin topraklarını işgalinin hukuki sonuçlarıyla ilgili oturumlar, Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'nda gerçekleştirildi. Gazeteci Amina Kalache bir hafta boyunca Lahey’de takip ettiği duruşmalara dair notlarını aktarıyor.

Fotoğraf: Potashev Aleksandr/Shutterstock

19 ve 26 Şubat 2024 tarihleri arasında, 51’den fazla devlet ve 3 uluslararası örgüt, Birleşmiş Milletlerin (BM) en yüksek yargı merci olan Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) duruşmalara katıldı. Bu, Birleşmiş Milletlerin en yüksek yargı mercii önünde bir dava ile ilgili ifade veren ve savunmada bulunan taraflara dair bugüne kadarki en yüksek sayı. Devletlerin ve uluslararası kuruluşların sorduğu ilk soru, İsrail’in Filistin topraklarını sürekli olarak ihlal etmesinin hukuki sonuçlarıyla ilgiliydi. İkinci soru ise, işgal statüsünün ve bunun tüm devletler ve Birleşmiş Milletler için sonuçlarının etkisi hakkındaydı.

Bu dava, Güney Afrika’nın mahkemeye taşıdığı “soykırım” davasından ayrı bir dava. Ancak Güney Afrika bu duruşmalarda da yer aldı. Güney Afrika, İsrail’in Gazze Şeridi’nin güneyinde yer alan Refah’ta büyük çaplı bir saldırı ilan etmesini Uluslararası Adalet Divanı’nın incelemesini acil olarak talep etmişti. Zira bilindiği gibi Refah, Filistinli mültecilerin son sığınma yeri hâline gelmişti. BM’nin en yüksek yargı merci, İsrail’e “soykırım”ın kışkırtılmasını “önlemek ve cezalandırmak” için daha önce belirttiği önlemleri alması için çağrıda bulundu. Bu çağrıya Uluslararası Adalet Divanı, 26 Ocak 2024 tarihli kararında belirtilen etkili önlemlerin Refah da dâhil olmak üzere tüm Gazze Şeridi’ne yönelik olduğu ve ek önlemler gerektirmediği şeklinde yanıt verdi.

Bu yazının konusu olan duruşmalar ise, İsrail’in 1967’den beri Filistin topraklarını işgalinin hukuki sonuçlarıyla ilgili ve BM Genel Kurulunun 30 Aralık 2022’de mahkemeye yönelik bir talebinin sonucu. Bu talep mahkemeye, 20 yıl önce son danışma görüşünü verdiği Filistin topraklarının durumunu yeniden değerlendirme ve uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları hukuku çerçevesinde hukuki yönlendirmeler sağlama fırsatı veriyor. Aslında, bu duruşmaların işgal altındaki Filistin topraklarında 7 Ekim’den beri devam eden savaşla aynı zamanda gerçekleşmesi kaderin bir cilvesi olarak da görülebilir.

İşgal Edilmiş Bölgeler Neresi?

Hatırlatmak gerekirse, 1967’de İsrail ile komşuları arasındaki savaş 5 Haziran’dan 10 Haziran’a kadar 6 gün sürmüş ve bu yüzden Altı Gün Savaşları olarak adlandırılmıştı. Üçüncü İsrail-Arap savaşı (1948-1949 ve 1956’dan sonra) olan bu savaş, bölgesel durumun giderek kötüleşmesinin ardından patlak vermişti. Mısır ve Suriye ittifakının, 4 Haziran’da Ürdün ve Irak’ın katılımıyla güçlenmesi üzerine İsrail kendisini kuşatılmış durumda bulmuş ve komşularına karşı askerî bir müdahalede bulunmaya karar vermişti.

Bu savaşın sonunda el değiştirerek İsrail’in kontrolüne giren Sina Yarımadası, Gazze Şeridi, Batı Şeria, Golan ve Doğu Kudüs uluslararası hukuka göre “işgal edilmiş bölgeler” olarak adlandırılmıştır. Tam da bu nedenle, Kasım 1967’de, BM, “işgal edilmiş bölgelerden” İsrail’in çekilmesini öngören 242 numaralı kararı kabul etti ancak İsrail bu kararı uygulamadı. Geçtiğimiz günlerde görülen dava çerçevesinde devletler bugün bu işgalin yasallığı konusunu tartışmak ve UAD’nin danışma görüşüne katkı sağlamak için Lahey’deki yargıçların karşısına çıktılar.

“Bugün Filistinli Olmak Zor”

Bu duruşmalar sembolik açıdan tarihî bir öneme sahip. 50’den fazla ülkenin yanı sıra uluslararası toplum, bugün bu topraklara ve Filistinlilerin kaderine özel bir ilgi gösteriyor. Uluslararası Adalet Divanı tarafından sağlanan resmî belgelerde belirtildiği gibi, Filistin Devleti uzun yıllardır kendini temsil etme hakkından mahrum. Ancak geçtiğimiz hafta, 19 Şubat Pazartesi günü, Filistin heyeti ilk kez Birleşmiş Milletlerin en yüksek yargı merci olan UAD’de hakimlerin önünde konuşma fırsatı buldu. Bu çerçevede, Filistin Dışişleri Bakanı Riyad al-Maliki, konuşması sırasında “İsrail’in Filistinlilere üç seçenek bıraktığını” dile getirdi: “Göç, gözaltı veya ölüm.” Filistinli Bakanın şu cümleleri ilgili davanın önemini çok güzel ifade ediyor:

“Filistin, uluslararası hukuka dayalı uluslararası sistemin inandırıcılığının en büyük sınavıdır ve insanlık başarısız olamaz. İkiyüzlülüğe son vermenin ve uluslararası yasaları istisnasız tüm ülkelere uygulamanın zamanı gelmiştir.”

Filistin’in BM nezdindeki büyükelçisi Riyad Mansour ise konuşmasında gözyaşlarını tutamayarak, “Herkes için adil ve sürdürülebilir bir barış” talebi ile Filistin tarafının savunmasını tamamladı. Mansour’un “Bugün Filistinli olmak zor” şeklindeki son sözleri oldukça dokunaklıydı.

Güney Afrika ve Cezayir: Damdan Düşenin Hâlini Damdan Düşen Anlar

Ertesi gün Hollanda’daki Güney Afrika Büyükelçisi, Vusimuzi Madonsela’nın konuşması gerçekleşti. Bu konuşma, aynı şekilde sembolikti çünkü Güney Afrika, 2023’ün sonunda İsrail’e karşı “Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırım” suçlamasıyla UAD’ye başvuran devletti. Ancak geçtiğimiz hafta görülen duruşmalar, Gazze’deki savaşı değil, işgali konu ediniyor.

Güney Afrika Büyükelçisi, İsrail’in apartheid uygulamalarının açık ve şok edici olduğunu ve Güney Afrika’nın bu uygulamaların açıkça tanımlanması ve derhal sona erdirilmesi gerektiğine dair özel bir yükümlülüğü olduğunu dile getirdi. Ona göre, “Filistin’deki apartheid uygulamaları, Güney Afrika tarihindekilerden bile daha aşırıydı.”

Güney Afrika’nın ardından söz alan Cezayir, mahkemede barışın adalet ve hukuk yoluyla sağlanmasının önemini vurguladı. Yakın bir tarihte benzer tecrübeler yaşamış bu iki ülke için söz konusu davanın sembolik anlamı bilhassa büyük. Neticede yaşadıkları acı dolu apartheid ve kolonizasyon tecrübesinin bugün hâlâ görülen sonuçlarını hatırlatıyorlar.

ABD Müttefikini Destekledi

ABD, Fiji ile birlikte, İsrail işgalinin hukuk dışı ilan edilmesine karşı çıkan iki ülke. ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Richard Visek, Mahkemenin incelemeye davet edildiği konunun yalnızca İsrail’in işgaldeki rolünü ele aldığı için tek taraflı olduğunu iddia etti. Bununla beraber, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin iki devletli çözüme bağlılığını belirten kararlarına odaklanılması gerektiğini vurguladı. Diğer devletlerin ve uluslararası kuruluşların temsilcilerinin çoğu İsrail’in işgaline son verilmesini talep ederken, ABD’nin bu yaklaşımı üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir.

Macaristan ve Birleşik Krallık heyetleri de, ABD’nin önerilerini destekleyerek Uluslararası Adalet Divanının, zaten devam eden ve BM tarafından yürütülen iki devletli çözüm için yapılan müzakerelere müdahale etmemesi gerektiğini dile getirdi.

Kanada Başını Kuma Gömüyor

Kanada ise son anda Uluslararası Adalet Divanı önünde sözlü savunma sunmaktan vazgeçti. Kanadalı yetkililer, hükûmetin pozisyonunun değişmediğini belirterek, sözlü savunmanın gerekli olmadığını iddia etti. Kanada’nın bu konuya dair genel pozisyonunu incelediğimizde, ülkenin Orta Doğu’da barışa katkıda bulunma görevinin Genel Kurul’a değil Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne ait olduğunu savunduğunu görüyoruz. Kanada mahkemeden danışma görüşü alınmaması çağrısında bulunarak, bu tür bir uygulamanın bölgedeki iki devletli çözüme ulaşma çabalarını bozabileceğinden endişe duyduklarını dile getiriyor. Bu nedenle, Kanada’nın bu tavrı ve son anda savunma yapmaktan vazgeçmesi, başını kuma gömme politikası olarak değerlendirilebilir.

Fransa’nın İkircikli Pozisyonu

Fransa heyeti duruşmalar sırasında, 7 Ekim’deki saldırıyı kesin bir dille kınayarak ve İsrailli rehineleri serbest bırakma çağrısı yaparak İsrail ile olan dayanışmasını ifade etti. “Uluslararası hukuka saygı içinde İsrail’in savunma hakkını” tanıdığını belirtti. Bununla beraber, Fransa, “Filistin halkının varlığını ve bu halka ilişkin hakları, özellikle kendi kaderini belirleme hakkı ve bağımsız bir devlet hakkını” vurgulayarak, Filistin halkının haklarına olan desteğini de yineledi. Bu konunun tartışmaya kapalı olması gerektiğini dile getirerek İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalinin yasadışı olduğunu teyit etti.

Fransa’nın duruşmalarda, İsrail’in bölgedeki Filistinli nüfusa yönelik uygulamalarını ve yerleşimci politikalar nedeniyle iade veya tazminat ödenmesi konusunu da gündeme getirerek, hem müttefiki olan İsrail’i hem de Filistin halkının haklarını savunduğunu dile getirmek yanlış olmaz. Fransa’nın temsilcisi Diégo Colas, kendinden önceki Fransız mevkidaşları gibi bu konuda adil ve kalıcı bir barışı destekliyor görünüyor.

Kurbanlar ve Katiller

Perşembe günü, Uluslararası Adalet Divanı’nın yargıçları karşısına çıkma sırası Çin’deydi. Bu noktada Çinli yetkililerin, bir gün önce ABD’nin yaptığı konuşmayı çok dikkatle dinlediğini de vurgulamak gerekir. Çin, Filistinlilerin kolonyal zulme karşı bağımsızlık için silahlı mücadeleye başvurmasının uluslararası hukuka göre “meşru” ve “dayanaklı” olduğu savını ileri sürdü. Çin’in temsilcisi, ABD’nin argümanlarını tek tek çürütmeyi amaçlayarak konuşmasını devam ettirdi ve gerçekleşmekte olan duruşmaların ve Filistin halkının kaderiyle ilgili olarak bu yüksek yargı mercinin görüşünün önemini vurguladı. Perşembe günü gerçekleşen duruşmalar Kuveyt heyetinin sorduğu soru ile akıllara kazındı: “Neden kurbanlar hâlâ katiller gibi gösteriliyor?”

Ürdün, ise Mahkeme önündeki konuşmasında İsrail’i ramazan ayı boyunca bir saldırı gerçekleştirmemesi konusunda uyardı ve Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi bunun bölgeyi savaş riskiyle karşı karşıya bırakabileceğini dile getirdi.

Duruşmaların Ardından

26 Şubat Pazartesi günü sonlanan duruşmaların ardından 15 yargıç, kararlarını vermek üzere çekildi. Kararın altı ay içinde açıklanması bekleniyor. Altı günlük duruşma süresince, devletler ve uluslararası kuruluşlar, İsrail’in Filistin Toprakları’ndaki işgaline ilişkin olarak BM’nin en yüksek mahkemesi önünde savlarını sundular. Fiji, beklendiği gibi, Amerikan pozisyonuna katıldı. Buna karşılık, İspanya ve Türkiye gibi ülkeler işgali yasadışı bulduklarını dile getirdiler. Şimdi yargıçlar, işgalin yasal olup olmadığına karar verecekler. İsrail’in işgal edilmiş Filistin topraklarından çekilmesi lehine mi karar verecekler? Bu soru, bu tartışmaların merkezî konusu olacak.

Bu süreç göze çarpmasa da, şimdiden tartışmalara neden oluyor ve 2024 yılında yankı uyandıracak bir karara yol açabilir. Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki duruşmalar sırasında Fransız medyasından pek az gazeteci vardı. Le Monde ve AFP’nin birer muhabiri dışında bu konunun Fransız gazetecilerinin yahut medya patronlarının ilgisini çekmediği görülüyor. Arap ve İngiliz medyası ise duruşmaları çok aktif bir şekilde takip ederek yayınlar yaptılar.

Filistin meselesiyle ilgili her duruşma günü, Mahkeme önünde barışçıl gösteriler düzenlendi. Göstericilerin dile getirdiği talep Filistinliler için barışla sonuçlanan bir adaletti. Göstericilerin sesi hem öfkeli hem de umut doluydu. Gerçekten de öfke, bu Mahkeme’nin koridorlarında ve odalarında hüküm süren duygudur. Güney Afrika ve Namibya’daki apartheid’a birçok gönderme yapıldı. Filistin Dışişleri Bakanı şöyle dedi: “Bazıları sömürgecilik ve apartheid terimlerinden rahatsız olabilir, ama olmalılar. Bizim için realite olan bu durumdan rahatsız olmalılar.”

Şimdi Ne Olacak?

Devletler arası anlaşmazlıkları çözmekle görevli olan Birleşmiş Milletler organı Uluslararası Adalet Divanı’nın, bu duruşmalara dair yıl sonuna kadar görüşünü açıklaması bekleniyor. 1945 yılında kurulan UAD, Birleşmiş Milletler’in ana organıdır. Son zamanlarda Güney Afrika’nın İsrail’e karşı başlattığı dava kapsamında harekete geçen Mahkeme, Gazze’de “soykırım riski” olduğuna karar vermişti. İsrail’e ve uluslararası topluluğa, insani yardımlara engelleri kaldırmaları ve soykırıma katılanları cezalandırmaları gerektiği konusunda görüşünü açıklamıştı.

Ancak, bu kararlar bağlayıcı değil, çünkü uluslararası mahkemelerin hiçbirinin bu kararları uygulatmak için bir yaptırım güçleri yok. İsrail’in uluslararası hukuku ihlal etme uygulaması da ilk değil. Bu nedenle, diplomatik, ekonomik veya askerî müeyyideler uygulamak devletlere düşüyor. Ancak uluslararası toplum tarafından bir baskı uygulandığı takdirde, İsrail’in sorumluluklarıyla yüzleşmek ve sonuçlarını üstlenmek zorunda kalacağı düşünülüyor.

Amina Kalache

Amina Kalache bağımsız bir Fransız gazetecidir. Belgesel alanında sunuculuk, radyo muhabirliği ve yapımcılık yapmaktadır. Ağırlıklı olarak İngiliz ve Arap medyası için güncel ve sosyal meseleler, ayrımcılık gibi konularla ilgili çalışmalar yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler