'Almanya'da İslam'

Unutulan Tarih: Almanya’nın En Eski Camileri

Almanya'da Müslümanların varlığı sanıldığından daha eski. Bunun en somut kanıtı ise ülkedeki tarihi 100 yılı aşan camiler. Almanya'da Müslümanlar ve devletle olan ilişkileri hakkında önemli ipuçları veren iki caminin ardındaki ilginç hikayelere ışık tuttuk.

Hilal Kampı, Wünsdorf Camii - Berlin

Almanya’da camiler genelde açıktan ezan okunması tartışmaları, yurtdışından gelen imamlar sorunsalı ve cami saldırılarıyla gündeme geliyor. Ancak Almanya’daki camilerin varlığı bu tartışmalardan ibaret olmadığı gibi, 1960’larda iş gücü göçüyle ülkeye gelen sözde misafir işçilerle birlikte ortaya çıkmış da değil. Almanya’da camilerin tarihçesi düşünüldüğünden de eski ve Müslüman azınlığın ülkedeki varlığı, Alman devletiyle olan ilişkisi hakkında da önemli ipuçları veriyor. Gelin, Almanya’nın en eski iki camisine bir göz atalım.

Berlin Wilmersdorf Camii

Wilmersdorf Camii veya diğer bir adıyla Berlin Camii ülkede inşa edilen ve hâlen cami olarak işlev gören en eski cami. Cami, 1924 ila 1928 yılları arasında Berliner Straße sokağında Ahmediye Cemaati adına inşa edilmiştir. 23 Mart 1928 tarihinde, yani İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından yaklaşık 10 yıl önce Weimar Cumhuriyeti döneminde açılan caminin inşaatı bağışlarla finanse edilmiştir. Caminin mimarı Alman K.A. Herrmann camiyi tasarlarken Hindistan’daki Tac Mahal mozolesinin Babür mimarisini örnek almıştır. 400 kişilik bir kapasiteye sahip olan Wilmersdorf Camii’nin, 32 metre yüksekliğinde bir minaresi vardır. Kubbe yüksekliği 26 metredir.

Weimar Cumhuriyeti döneminde Berlin’deki Müslüman dernekler ve Müslüman öğrenci grupları arasında rekabet ve anlaşmazlıklar yaşanmış, cami planlarından sadece Wilmersdorf Camii projesi hayata geçirilmiştir. Cami, bu anlaşmazlıklara karşılık olarak caminin “tüm Müslüman milletlerden ve dini mezheplerden Müslümanlar için eşit derecede açık” olduğunu ifade etmiştir. 1934 yılında yayınlanan “Moslemische Revue” adında bir dergide yer alan farklı Berlin’li gazetelerinden alıntılanan Wilmersdorfer Camii’deki bayram kutlamaları ile ilgili haber derlemesi de cami cemaatinin çeşitliliğini vurguluyor. Haberler aynı zamanda bayram kutlamalarının kamuoyu ve medyanın ilgi odağında olduğunu gösterdiği gibi kısa süreliğine de olsa buraya gelen Müslümanların renkli ve insanın adeta gözü önünde canlanan dini hayatına ışık tutuyor.

Wilmersdorf Camii’nde İhtida Eden Ünlü İsim

Deutsche Allgemeine Zeitung’un 1931 yılındaki haberine göre Wilmersdorf Camii’nde gerçekleşen Ramazan Bayramı programında Kur’an-ı Kerim tilavetinden sonra caminin imamı Almanca hutbe vermiş ve cemaatin Farsça, Türkçe ve Hintçe gibi farklı dillerde bayramları kutlanmış. Programın radyoda aktarıldığını bildiren haberde incir ve tatlı ikramında bulunulduğu söyleniyor. Akşam gerçekleşen bayram kutlamasına Müslümanlar yöresel kıyafetleriyle katılırken, çay, hurma, helva ve hamur işi ikram edilmiş. Yemekten sonra ilahiler söylenmiş, şiirler okunmuş.

Camide ihtida ederek İslam’ı kabul eden birçok kişi olmuş. Aralarında en çok dikkat çeken isim ise Yahudilikten ihtida eden Avusturya Macaristan doğumlu siyasetçi, düşünür ve gazeteci Leopold Weiss, Müslüman olduktan sonraki bilinen adıyla Muhammed Esed. Mekke’ye Giden Yol kitabının ve Kur’an Mesajı adlı tefsirin yazarı Esed, eşi Elsa Schiemann-Specht (Azize Esed) ile Berlin’deki camide 1926 yılında ihtida ettikten sonra hac görevini yerine getirmek için Mekke’ye gitmişler.

Nazi Dönemi ve Sonrası

Nasyonal Sosyalistlerin 1933 yılında iktidara gelmesiyle cami için karanlık bir dönem başlamış ve cemaat Hitler Almanya’sında Yahudilere karşı nefretin körüklenmesi adına araçsallaştırılmış. Bir yandan 1941 yılında Muhammed Emin El-Hüseyni adında Almanya’ya sığınmış başmüftü camide antisemitik nefret söyleminde bulunurken, cemaat caminin uzun süredir genel müdürlüğünü yapmış ve Yahudilikten ihtida etmiş olan Hugo Marcus’un İsviçre’ye kaçmasına gizlice yardım etmiş. O zamanlarda Berlin’de yaşayan Mısırlı Doktor Mohamed Helmy de Yahudi bir aileyi İslam Merkez Enstitüsü Başkanı Kamal el-Din Galal’ın yardımıyla baş müftü El-Hüseyni’den çaldıkları belgeler ile Nazilerden kurtarmış.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Alman nişancıların minarelerde mevzilenmesi ve caminin Kızıl Ordu’nun ateşi altında kalmasıyla cami binası ağır hasar görmüş, minareler çökmüş ve kubbe topçu ateşiyle vurulmuş. Savaştan sonra cami, Müttefiklerin yardımıyla geçici olarak restore edilmiş ve başta ABD’den olmak üzere dünyanın dört bir yanından Ahmediye Cemaati’nin üyelerinin bağışlarıyla 1945 yılında yeniden ibadete açılabilmiştir.

Almanya’nın En Eski Camisi: Wünsdorf Camii

Gelelim Almanya’nın en eski camisine: 1930 yılından sonra yıkılması sebebiyle artık var olmayan Wünsdorf Camii. Camii, Brandenburg eyaletinde bulunan Zossen şehrinin bir ilçesi olan ve Berlin’in 40 km güneyinde bulunan Wünsdorf’ta, Birinci Dünya Savaşı sırasında “Hilal Kampı”nda inşa edilmiş. İngiliz ve Fransız ordularındaki Arap, Hintli ve Afrikalı savaş esirleri için kurulan Hilal Kampı’nda yaklaşık 30 bin Müslüman savaş esiri olarak tutuluyordu.

Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Hans von Wangenheim, 11 Kasım 1914 yılında Sultan V. Mehmet’in Almanya’daki Müslüman savaş esirlerinin dinî vecibelerini yerine getirebilmeleri için Berlin’de bir cami inşa etmek istediğini duyurmuş. Alman yetkililer bu cazip teklifi kabul etmiş. 2015 yılında Berlin Hür Üniversitesi’ndeki Yakın Doğu Arkeolojisi Enstitüsü’nden Prof. Dr. Susan Pollok ile birlikte camiden kalıntılar bulmak amacıyla kazı çalışmalarını yöneten Arkeolog Prof. Dr. Reinhard Bernbeck, caminin esirlerin iyilik olsun diye yapılmadığını söylüyor: “Burada esirlere, sömürgeci efendilerine karşı savaşmaları için cihat fikri aşılanıyordu.”

Öyle ki Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik olan Osmanlı İmparatorluğu Wünsdorf Camii’ne esirleri taraf değiştirmeye ikna etmek amacıyla imamlar göndermiş, kamplarda “El Cihad” isimli propaganda gazetesi dağıtılmış. Ancak birçok esir, antik çağ araştırmacısı Bernbeck’e göre “Osmanlı’yla birlikte savaşmaya gönderildiği hâlde, kampta gördükleri kötü muameleden dolayı daha sonra firar etmiş”.

“Alman Cihadı”

Esirlerin Rusya, Fransa ve Büyük Britanya gibi sömürgeci güçlere karşı, ibadet etmelerine izin verilmesine rağmen “Alman cihadına” kazanılamamasını Bernbeck, esirler için Hilal Kampı’nda hayatın çok iyi geçmemiş olmasıyla açıklıyor. Neyse ki esirlere “Almanya için savaşmaları beklendiği için nispeten daha iyi muamele” edilmiş ve şartlar işkenceye kadar gitmemiş.

Wünsdorf Camii, Almanya’nın karanlık sömürgeci geçmişini de hatırlatıyor. Esirler üzerinde kafatası incelemesi gibi birçok araştırma yapılmış, bilimsel nesnelere indirgenen esirler Alman etnologlar tarafından saha araştırmaları için kullanılmıştır. Bu araştırmalar daha sonra Nasyonal Sosyalizm döneminde yürütülen “ırk araştırmalarına” aktarılmış. Araştırmalar esnasında yapılan ses kayıtları hâlen Berlin Humboldt Üniversitesi’nin arşivinde saklanıyor. Bu ses kayıtları arasında Rus ve Tatar savaş esirlerinin bir şarkısı da var.

Basit bir isim tamlaması gibi algılanabilen “Alman cihadı” kavramı altında ne kastedildiğine de yeri gelmişken kısaca değinmekte fayda var. Alman diplomat, arkeolog ve oryantalist Max von Oppenheim bu kavramı dönemin sömürge yönetimi altında yaşayan 300 milyon Müslümanı, Doğu İstihbarat Teşkilatı’nın (Alm. Nachrichtenstelle für den Orient, NfO) propaganda faaliyetleriyle sömürgeci güçlere karşı seferber etmek amacıyla geliştirmiş ve Birinci Dünya Savaşı’nda bir savaş stratejisi olarak kullanılmıştır. Yani Lawrence of Arabia projesinin Almanya versiyonu gibi anlaşılabilir.

Almanya’da İlk Ezan

Maliyeti 45 bin Mark olan ve beş hafta içerisinde zamanın en önemli inşaat mühendislerinden Karl Bernhard tarafından yaptırılan cami vaiz odası, cenaze yıkama odası ve bir hamamdan oluşuyordu. 23 metre yüksekliğinde bir minareye sahip olan caminin temel renkleri kırmızı ve gri çizgili fildişi beyazıydı. O zamanlar Wünsdorf’taki halkın kilise çanları yerine müezzini, ezanı duyması alışılmadık bir durum olsa gerek.

400 kişilik bir kapasiteye sahip olan cami kubbesinin çapı 12 metreydi. Müslüman esirlerin farklı etnik kökenleri dikkate alınarak ve esirlerden psikolojik fayda sağlamak amacıyla İspanya’daki İslami yapıların, Kudüs’teki Kubbet-üs-Sahra’nın, Osmanlı camilerinin ve Tac Mahal’in mimari unsurları camide birleştirilmişti.

13 Temmuz 1915 yılında Ramazan ayının başlamasıyla birlikte Türk diplomat Mahmut Muhtar Paşa’nın katılımıyla caminin açılışı yapılmış. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden, yani caminin açılışından 3 yıl sonra Müslüman esirler yavaş yavaş kendi ülkelerine dönmeye başlamışlar. Cami yakınındaki iki kışlada kalan 90 kişilik bir grup ise yetkililerin izniyle Wünsdorf’ta (dini) yaşamlarını sürdürmeye devam etmişler.

1924 yılında Wilmersdorf Camii’nin temeli atıldıktan sonra ise ahşap bir yapı olan Wünsdorf Camii’yi kullanmak için artık herhangi bir gerekçe kalmamış. 1927 yılında “İslami İbadet Cemiyeti” (Alm. Gesellschaft für islamische Gottesverehrung), Wünsdorf Camii’yi 10 bin Mark karşılığında Alman devletine satmayı ve parayı Wilmersdorf’taki yeni bina için kullanmayı teklif etmiş. Wilmersdorf Camii’nin 1928 yılında tamamlanması, Wünsdorf Camii’nin 1930 yılında yıkımı ile sonuçlanmış.

Kazı Çalışmaları

13 Temmuz 2015 tarihinde Prof. Dr. Susan Pollok ile Prof. Dr. Reinhard Bernbeck yönetiminde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında arkeologlar camiye ait çizgi harçlı endüstriyel olarak üretilmiş tuğlalardan ve çimento levhalardan yapılmış temel kalıntıları bulmuşlar. Bu kalıntıların abdest ve banyo alanına ait olduğu ortaya çıkmış ve bu tesisin sulama ve drenaj sistemi de ortaya çıkarılmış.

Asıl ibadethaneye gelince, temel tuğlalarının ve zemin döşemelerinin yıkım sırasında muhtemelen ikincil kullanım için kasıtlı olarak söküldüğü, geriye sadece moloz yığınlarının kaldığı anlaşılmış. Şap parçaları, demir destekler, avize parçaları ve kubbe pencereleri ile lambalara ait renkli cam parçaları da bulunmuş. Kazı çalışmalarının arkasındaki amaç, bu alanda mülteciler için planlanan yeni bir ilk kabul merkezinin inşasına hazırlık olarak Wünsdorf 48 “1914-1918 savaş esiri kampı ve bir caminin yeri” anıtını belgelemekti.

Bugün bölgede savaş esirleri kampı ile Almanya’nın en eski camisini hatırlatan bir bilgi panosu dışında pek bir şey kalmadı. Bölgede artık mülteciler için bir ilk kabul merkezinin bulunuyor olması tarihsel ve sembolik olarak çok manidar. Sömürgeci geçmişin sonucu olan Orta Doğu’daki kriz ve savaşlardan kaçmak zorunda kalan insanlar günümüzde yaklaşık 100 yıl önce üzerlerinde ırkçı deneyler ve siyasi planların yapıldığı Müslüman savaş esirlerinin tutulduğu bir yere sığınmış durumda. Tarihin tuhaf bir cilvesi demek yanlış olmaz..

Enise Yılmaz

Bochum Ruhr Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gören Yılmaz, Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler