'Ezan'

2 Dakika, 36 Saniye: Köln’de Ezan Tartışmaları

Almanya’nın Köln şehrinde DİTİB Merkez Camiinde ilk defa bir cuma namazı vaktinde hoparlörden ezan okundu. Ezana dair tartışmalar ve ileri sürülen argümanlar, Müslümanların geleceğiyle de doğrudan ilintili.

© Kadir İlboga - Anadolu Ajansı

Köln’de Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Merkez Camisinde dışarıya açık olarak okunan ilk ezan tam 2 dakika, 36 saniye sürüyor. Belediye ile aylar süren ön hazırlıkların neticesinde 14 Ekim 2022’de minareden değil caminin avlusundaki iki küçük hoparlörden, 60 dB’yi, yani normal konuşma yüksekliğini geçmeyecek şekilde, sadece haftada bir cuma vaktinde okunan bu ezanın sesi düşük olsa da, etrafında sürdürülen tartışma büyük oldu. Bir ibadethanede din hürriyetinden hareketle kullanılan bir hakkın doğurduğu yansımalar hayli farklı.

Yeni Olmayan Bir Pratik: Ezan

Esasen açıktan ezan okunması yeni bir uygulama değil: Hollanda’da 1980, Belçika’da 1981, Almanya’da 1984 ve Avusturya’da 2005 yılından bu yana bazı camilerde ezan açıktan okunuyor. Dolayısıyla Avrupa’da onlarca camide bu uygulamanın -bazı kısıtlamalar olsa da- devam ettiğini söyleyebiliriz. Zaten hukuken de açıktan ezan okunması -ülkeden ülkeye farklılıklar ve değişen gereklilikler olmakla beraber- genel itibariyle mümkün ve prensip olarak kiliselerin çan çalmasından farklı bir muameleye tabi tutulmamalı. Geçtiğimiz iki senede pandemiyle birlikte Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa’daki birçok şehirde salgın karşısında kendisini dayanaksız hisseden inançlı insanlara destek olmak adına açıktan ezana izin verilmişti. Bu yönüyle Köln’deki ezan -en azından bu şehir için- aslında bir dönüm noktası teşkil etmiyor ve şehir sakinleri için de çok büyük bir yenilik arz etmiyor.

Bununla birlikte cami cemiyetlerinin kahir ekseriyeti toplumsal tartışmalara sebebiyet vermemek için ve bulundukları yerin şartlarına bağlı olarak açıktan ezana ihtiyaç duymadıklarından ezanı cami içinde okumayı tercih ediyorlar. Peki oldukça köklü ve aslında sıradan dinî bir pratik olmasına rağmen ezan Köln’de neden bu kadar tartışıldı? Bu sorunun cevabı için birkaç faktörü incelemekte fayda var.

Ezanın Siyasal Bağlamda Yorumlanması

Tartışmanın bu şekilde hararetle sürdürülmesindeki ilk neden DİTİB faktörü. Merkez Camisinin kuruluş aşamasında sürdürülen tartışmalar, açılışının Türkiye Cumhurbaşkanı ve Diyanet İşleri Başkanı tarafından yapılması sebebiyle oluşan sıkıntılar ve cami haricinde DİTİB etrafında devam eden “Türk devletine bağlılık” iddiaları caminin ilk açıktan okunan ezanını da büyük oranda gölgeledi.

Bununla ilintili olarak ezanı vesile bilip eski ön yargıları aktif hâle getiren ve böylece bazı stereotipleri besleyenler de eksik olmuyor. Ahmad Mansour ve Susanne Schröter gibi aktivist/akademisyenler ezanı tolerans ve din hürriyetinin gereği bir uygulama olarak değil, “siyasal İslam”ın güç göstergesi olarak görüyor. Bu argümanlar karşısında hukuk devletinin bu polemiklerle işlemediğini hatırlatmakta fayda var. Zira aynı mantıkla İslami yaşamın en temel diğer parçaları “tehlike” addedilip delil ve dayanağa ihtiyaç duyulmadan töhmet altında bırakılabilirdi. İslam’ın her türlü temel dışavurumunun “siyasal İslam” argümanıyla karşılaşması, ezan bir tarafa camilerin mevcudiyetini dahi sorgulayan bir patikaya açılabilir. Düşünce ve ifade özgürlüğü açısından bu tür fikirler mümkün olmakla beraber İslam’ın asırlara yayılan dinî pratiklerinin sözde bir “tehlike” ile özdeşleştirilmesi, ezanı toplumsal huzuru zehirlemek amacıyla araçsallaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Diğer yönüyle “siyasal İslam” kavramının bu denli geniş bir biçimde kullanılabilmesi de kavramın iyice muğlaklaştığını ve her tarafa çekilebileceğini vurgulayan başka bir soru işareti. Bu tarz söylemler ezan veya başörtüsü gibi dinî pratikleri siyasi arenaya çekip dinî olmaktan çıkartmaya ve siyasallaştırmaya çalışan akımların işine geliyor.

“Öteki”ne Varlık Alanı Açmak

Açıktan okunan ezana karşı diğer bir argüman ise, ezanın kilise çanlarından farklı olarak ülkenin kültürel mirasına ait olmaması. Batı Avrupa’nın birçok ülkesinde ilk ezan seslerinin 1980’li yıllarda duyulmaya başladığını dikkate alırsak, bir yönüyle bu tarihsel saptama isabetli olarak görülebilir. Fakat çeşitlilik söz konusu olduğunda toplumsal gerçeklik, hiçbir toplumda statik değildir, olmamalıdır da. Nasıl ki Müslümanlar cami ve diğer dinî, kültürel ve sosyal yapılarıyla yaşadıkları ülkelerin birer parçası hâline geldiyse, ezan da bu kültürün ve duyulduğu toplumların “ses coğrafyasının” bir parçası olabilir. Akan tarih ve toplumsal tecrübemiz, bizi çokkültürlü ve çeşitlilik dolu bir arada oluşlara ilettiğinde, işittiğimiz seslerin de giderek çeşitlenip çoğalması kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.

Bu süreçte İslam’ın daha görünür olduğu ve olacağı aşikâr. Daha görünür -ve ezan söz konusu olduğunda “daha duyulur”- olmak elbette soru ve sorunları da beraberinde getirecektir. Ezanın yanında ve karşısında duran tarafların birbirini anlamaya çalışmasını, bazen de anlamamasına rağmen kabul etmesini ve varlık alanı tanımasını gerektirecek durumlar olacaktır. Anlamamaya ve hatta doğru bulmamaya rağmen “öteki”ne varlık alanı tanımak, çoğulcu toplumların temel kurallarından biri ve bu kural, yalnızca ezan söz konusu olduğunda çoğunluk toplumu için değil, İslami referansların dışında yer alan birçok konu söz konusu olduğunda Müslüman cemaatler için de geçerli.

Duygusal Bağın Ezanla Güçlenmesi

Diğer bir ezan karşıtı argüman ise ezanın muhtevasına dair. Kamuoyu tartışmalarında sıkça dile getirilen argümanlardan birisi şöyle: “Çan sesleri belli bir mesaj taşımaz iken ezanın dışlayıcı bir mesajı var.” Pek bilinmese de öğle vakti çan çalınmasına eskiden Almancada “Türkenläuten” (Tr. “Türk çanı”) deniliyordu. Öğlen vakti duyulan bu çan, Papa Üçüncü Kalixt’in 1456 yılındaki talimatına dayanıyor ve Macarların Osmanlılara karşı zafer elde etmesi için dua edilmesine çağrı niteliği taşıyordu. Bu durumda kilise çanlarının da -en azından tarihin belli bir döneminde- “mesaj” taşıdığını söylemek hatalı olmayacaktır.

Ayrıca dinlerin -bilhassa semavi olanların- hakikat iddiasında bulunmaları ve bunu da farklı vasıtalarla ifade etmeleri normal bir durumdur. Çoğulcu toplumlarda din, düşünce ve ifade hürriyetinden hareketle her iki pratik -kilise çanları ve ezan- tüm içerik ve iddialarıyla normal kabul edilmelidir. Toplumun çoğunluğunun hoşuna gitmese de buradaki azınlık haklarının korunması gerekmektedir.

Hülasa edecek olursak güncel ezan tartışması toplumsal ön kabulleri ve ön yargıları bir defa daha gün yüzüne çıkarttı. Bu tartışmada bilgi eksikliği veya farklı argümanların yanı sıra bir de bilinçli ideolojik çarpıtmalar söz konusu. Bütün bunlara rağmen ezan, Müslümanların kendilerini toplumun neresinde gördüklerine dair güçlü bir mesaj. Yaşadıkları mahalle ve şehrin içerisinde duyulur/görünür olmakla karakterize olan bu mesaj, aynı zamanda Müslümanların uzun zamandır yaşadıkları topraklara olan duygusal bağlarını ezan ile de güçlendirmek istediklerine dair bir işaret. Bu nedenle ezan Müslümanlar açısından yeni sorumluluk alanları da açıyor: Toplumun -mesnetli ya da mesnetsiz- ön kabullerini empatiyle hesaba katıp kendi argümanlarını açıklamak, dinlemek ve ikna etmek, ama her hâlükârda haklarına sahip çıkarak geleceğe ilerlemek. Bu engebeli yolun sonunda İslam ve Müslümanların toplumun tabii birer parçaları olduğu gerçeği hepimizi bekliyor olacak.

Ali Mete

Frankfurt’ta Din Bilimleri lisans eğitimini tamamlayan Ali Mete, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteridir. Mete aynı zamanda PLURAL Yayınevinin müdürlüğünü ve Perspektif dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler