Gazze, Türkiye’nin İsrail’e Karşı Enerji Stratejisini Değiştirebilir mi?
İsrail'in Gazze'de devam eden saldırıları bölgesel enerji denklemini nasıl etkiliyor? İsrail'in enerji konusundaki dışa bağımlılığı Tel Aviv'e karşı bir yaptırım mekanizmasına dönüştürülebilir mi?
Enerji üretimi için kullanılan ham petrol, benzin ve dizel erişimi uzun zamandır İsrailli politikacılar için büyük bir baş ağrısı olmuştur. 1967 ve 1973’teki bölgesel savaşların ardından Arap ülkelerinin petrol ambargoları felç edici enerji krizlerini tetiklemiştir. Bu çerçevede, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten beri Gazze’de sürdürdüğü savaş ve katliamın enerji güvenliği açısından nasıl sonuçlar doğurduğuna dair sorular önem kazanmıştır.
Enerji meselesinde hem İsrail’e bağımlı ülkelerin hem de İsrail’in bağımlı olduğu ülkelerin rolünü ele almak gerekiyor. Çünkü mevcut durumda İsrail’e bağımlı ülkeler enerji ihtiyaçlarından dolayı Gazze’de yaşananlara sınırlı tepki verirken, İsrail’in bağımlı olduğu Azerbaycan gibi ülkeler ise kendi ulusal çıkarları doğrultusunda İsrail’in işlediği savaş suçlarına nisbeten sessiz kalmayı tercih ediyor.
İsrail’in Zayıflığı: Enerji
Ukrayna’daki savaştan alınan dersler, sıcak bir çatışma sırasında enerji altyapısını korumanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor. İsrail’in gelişmiş hava savunma sistemlerine rağmen, enerji konusunda saldırılara karşı oldukça savunmasız. İsrail’in geleneksel kömür ve dizel elektrik santrallerinin çoğu, çevre standartlarını karşılamak için aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmıştı ve bu da ülkenin enerji güvenliğini daha da zayıflattı. İsrail’in elektrik şebekesinin merkezi yapısı, 7 Ekim saldırıları boyunca sorunlu olduğunu kanıtladı ve bazı bölgelerde yavaş onarımlar nedeniyle uzun süreli elektrik kesintileri yaşandı. Bu durum, bu yılın başlarında Tel Aviv, Petah Tikva ve Beersheba’daki bölgeleri etkileyen elektrik kesintileriyle ve binlerce kişinin elektriksiz kalmasıyla açıkça görüldü. Hatta bu durum üzerine hükûmet, elektrik kesintisi durumunda hazır bulundurulması gereken malzemeler listesi yayınlamıştı.
Savunmasız elektrik şebekesinin yanı sıra, devletin elektrik santrallerinin çoğunu besleyen üç İsrail açık deniz gaz sahası Leviathan, Tamar ve Karish’a saldırı olma ihtimali de uzun süre gündemdeydi. Hatta Tamar gaz sahası, 7 Ekim sonrasında Gazze Şeridi’ne yakınlığı nedeniyle güvenlik endişelerine bağlı şekilde geçici olarak kapatıldı. Dışarıdan ithal edilen petrol tedarikinde kesintilerin yaşanması ihtimali de çok uzak değil. 2006 Lübnan Savaşı sırasında, yabancı tankerlerin sigorta endişeleri nedeniyle İsrail limanlarına yanaşmayı reddettiği biliniyor.
İsrail’in Büyük Enerji Ortağı: Azerbaycan
İsrail’in petrol ithalat istatistiklerine dair kesin rakamlar ulusal bir sır olsa da, Azerbaycan bu konuda İsrail’in önde gelen ortağı olarak ortaya çıkıyor. Özellikle de Azerbaycan’ın Ermenistan ile yaşadığı çatışmalarda kullanmak üzere İsrail’den askeri teknoloji ve silah satın aldığı biliniyor. Öyle ki, Azerbaycan İsrail’e yalnızca ocak ayında 300 milyon dolar değerinde ham petrol sattı. Karşılıklı çıkarlar üzerine kurulan bu ilişki, İsrail’in enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılıyor. İsrail’in Azerbaycan’dan ithal ettiği gaz ise Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC) üzerinden İsrail’e ulaştırılıyor. Anti-fosil yakıt savunuculuğu grubu Oil Change International‘ın yayınladığı bir rapor, 21 Ekim 2023 ile 12 Temmuz 2024 tarihleri arasında İsrail’e tedarik edilen ham petrolün yüzde 28’inin Azerbaycan’dan geldiğini ve Ceyhan Limanı üzerinden İsrail’e gönderildiğini bildirmişti.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, Azerbaycan petrolünü Gürcistan ve Türkiye üzerinden Akdeniz’e taşıyor. 1,768 kilometre uzunluğundaki 2006 yılında faaliyete geçen bu hat, enerji arz güvenliği açısından dünyanın en önemli projelerinden birisi olarak kabul ediliyor. Yıllık 50 milyon ton taşıma kapasiteli hattın son durağı olan Türkiye’nin Ceyhan Limanı, ham petrolün dev tankerlerle dünya pazarlarına dağıtıldığı bir merkez olarak işlev görüyor. Dolayısıyla bu hattın sahipliği ve kontrolü hususu İsrail’in Filistin’de uyguladığı katliam çerçevesinde önem kazanıyor. BP, yüzde 30,1 ile hattın en büyük hissedarı; ardından yüzde 25 payla Azerbaycan’ın SOCAR şirketi geliyor. Türkiye Petrolleri (TPAO) ise yüzde 6,53’lük bir paya sahip. Buna ek olarak BOTAŞ International Anonim Şirketi (BIL), Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı’nın Türkiye kısmının işletmesini yürütüyor.
Ev Sahibi Hükûmet Anlaşması (HGA)’nın, Türkiye’nin BTC boru hattı üzerinden petrol akışını kesintisiz sağlamakla yükümlü olduğunu şart koşması nedeniyle BOTAŞ’ın sorumluluğu yalnızca hattın işletilmesiyle sınırlı olup, petrolün alım satımına veya varış noktalarına müdahale yetkisi bulunmuyor. Petrolün alım satımı veya varış noktalarına dair kararları alma hakkı satıcı sıfatı ile Azerbaycan’a ait.
Petrol Ticaretinin Dinamiklerinden Kaynaklı Kısıtlamalar
Petrol ticaretinin sevkiyat süreçleri oldukça karmaşık ve kontrolü zor bir yapıya sahip. BTC boru hattından çıkarılan petrol, Ceyhan Limanı’ndan tankerlere yüklendikten sonra dünya pazarlarına dağıtılıyor. Ancak, bu süreçte petrolün nihai varış noktası çıkış sonrasında değişebiliyor. Ticaret tamamlanmadan önce birçok kez rota değişikliği yapılması veya petrolün farklı alıcılara yeniden satılması da oldukça yaygın bir uygulama.
Petrol tankerlerinin AIS (Otomatik Tanımlama Sistemi) sinyallerini kapatarak veya geçici hedefler belirterek nihai alıcılarını gizlediği de bilinen bir pratik. Örneğin, herhangi bir petrol tankerinin Yunanistan rotalı bir şekilde Ceyhan limanından ayrılması ve Türk sularını terkettikten ve açık denize çıktıktan sonra varış noktasını İsrail olarak güncellemesi mümkün. Ya da Türkiye çıkışlı bir LNG gemisindeki petrolün denizde defalarca tekrar satılarak el değiştirmesinin önünde bir engel yok. Bu durum, petrolün ticaret zincirinde alıcılar arasında defalarca el değiştirebileceği anlamına geliyor. İsrail’e yapılan petrol sevkiyatlarının önemli bir kısmında da bu tür yöntemler kullanıldığı iddia ediliyor.Bu ticaret dinamikleri, Türkiye’nin petrol sevkiyatlarını izleme veya müdahale etme kapasitesini ciddi şekilde sınırlandırıyor.
Realpolitik ve İnsani Sorumluluk Arasında Türkiye’nin Rolü
Enerji bağımlılığının cari açık üzerindeki etkisinin büyük olduğu Türkiye gibi bir ülkede, enerji rotalarının merkez ve transit ülke olma stratejisiyle güvence altına alınması kritik öneme sahip. Uluslararası bir anlaşmanın ihlal edilmesi, Türkiye’nin enerji projelerindeki güvenilirliğine dair büyük şüpheler yaratma riski taşıyor. Nitekim, Avrupa ülkeleri dahil birçok ülkenin, Ukrayna savaşı çerçevesinde Rusya’ya enerji ambargosu uygulamasına rağmen, uluslararası transit anlaşmalarına sadık kalmaya devam etmesi uluslararası hukuk konusundaki yükümlülüklerin sürdürülmesi zorunluluğunun altını çizmişti.
Uluslarası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Netanyahu hakkında yakalama kararı vermesi yahut Uluslararası Adalet Divanı (UAD) kararında İsrail’in bir “apartheid” devleti olduğu vurgusu yapılmasına rağmen Gazze’deki katliamın hız kesmeden sürmesi ve on binlerce sivilin İsrail saldırılarında hayatını kaybetmesi farklı yaptırımlar uygulanması yoluyla insan haklarına saygının tesis edilmesini hiç olmadığı kadar zorunlu kılıyor. Bu çerçevede Türkiye kamuoyunda oluşan yüksek bilinç, hükûmeti İsrail’e enerji ithalatı yapmakla yahut bu konuda aksiyon almamakla suçluyor.
Aktivistler, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları karşısında Türkiye’nin Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattını kapatması gerektiği yönünde mobilize olmuş durumda. Özellikle sosyal medyada biriken öfke, Türkiye’nin uluslararası enerji anlaşmalarındaki pozisyonunu ve hattın işleyişini tartışmaya açıyor. Geçtiğimiz haftalarda küresel çapta tanınan ve Gazze halkına verdiği destekle öne çıkan iklim aktivisti Greta Thunberg‘in, bütün dünyada Türkiye ve Azerbaycan büyükelçilikleri önünde protesto çağrısında bulunması konuyu uluslararası medya kuruluşlarının da ilgisine sundu.
İsrail’in, Gazze’ye saldırılarında savaş uçaklarına, tanklarına ve askeri araçlarına güç sağlamak ve aynı zamanda Batı Şeria’daki Filistinlilerin evlerini yıkmak için kullanılan buldozerleri çalıştırabilmek için bu petrol sevkiyatlarına ihtiyaç duyduğu göz önünde bulundurulduğunda, yalnızca petrol ve gazı satan ülkelerin değil transit geçişe izin veren ülkelerin de insani sorumluluğun yanı sıra hukuki sorumluluğu da olabilir mi sorusu gündeme geliyor.
Aslında, Türkiye’nin BTC’den geçen petrol akışını durdurması, uluslararası hukukun açıkça izin verdiği olağanüstü durumlarda mümkün olabiliyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından alınacak bağlayıcı bir yaptırım kararı bu durumlardan biri olabilir. Ayrıca, Türkiye’nin UAD’de İsrail’e karşı soykırım suçlamasıyla devam eden davadan çıkan sonuçlar doğrultusunda hareket etmesi de uluslararası hukuka uygun bir müdahale gerekçesi oluşturabilir. Realitede, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı’ndan geçen petrolün akışını durdurma veya hattın işleyişine ek yaptırımlar uygulama yetkisi petrolün sahibi olan Azerbaycan’ın elinde. Ancak, Ankara’nın yasal bir gerekçe olarak UAD geçici önlemlerini kullanarak petrol sevkiyatlarının İsrail’e gitmesini engelleyebileceğini belirten hukuki görüşler de var.
Tabii ki Türkiye, ikili ilişkilerin “kardeş” düzeyinde olduğu Azerbaycan’a ve işletmeci şirketlere bu konuda bir talepte bulunabilir ve konuya dair çok daha fazla çaba gösterebilir. Ancak Ankara’nın bu konudaki tavrını, insani sorumluluktan ziyade mevcut realpolitik endişeler belirliyor gibi görünüyor.
Madalyonun Diğer Yüzü: İsrail’e Bağımlı Olanlar
Aslında İsrail yalnızca enerjiyi ithal eden bir ülke değil. Aynı zamanda enerjiyi ihraç da ediyor. Son on yılda İsrail, özel enerji şirketleriyle birlikte, gaz boru hatlarını Ürdün ve Mısır’a bağlamak için büyük hamlelerde bulundu. Bu bağlantılar İsrail gazına bölgesel bir bağımlılık yarattı.
Mısır’ın Gazze’de süren savaşla ilgili aldığı pozisyonları ve İsrail’e karşı “nispeten ılımlı” tavrı bu enerji bağımlılığının bir sonucu. Savaşın başında Tamar gaz sahasının kapatılması Mısır’a yapılan ihracata zarar verirken, sonunda olay Kahire’nin İsrail gazına bağlı olduğu ve İsrail ile istikrarlı ve olumlu ilişkiler için çaba göstermesi gerektiği fikrini güçlendirdi. Ürdün’ün İsrail’den gelen gaz ve suya bağımlılığının da savaşa dair mevcut tutumlarının belirleyicisi olduğu düşünülüyor. Ürdün’ün 13 Nisan 2024’te İsrail’e giden İran füzelerinin ve insansız hava araçlarının etkisiz hâle getirilmesinde aktif rol almasının altında da bu motivasyonun olma ihtimali yüksek. Ürdün Krallığı İsrail’e karşıt bir söylem benimsemiş ve bazı ortak projeleri durdurmuş olsa da, ülkenin İsrail ile ipleri tamamen koparmadığı da aşikar.