Almanya Dönüm Noktasında: Merz İlkeler Düzenini Savunabilecek mi?
Almanya’da seçimi kazanan Friedrich Merz (CDU), koalisyonun Paskalya tatiline kadar kurulacağını belirtti. Peki müstakbel şansölye, ilke temelli bir düzeni kararlılıkla savunabilecek mi?

Almanya’daki Federal Seçimler, belirgin bir sağa kayışı ortaya koydu. Başbakan Olaf Scholz liderliğindeki SPD, seçimde yalnızca yüzde 16 oy alarak tarihinin en kötü sonucunu elde etti. Ekonomik belirsizlik, artan yaşam maliyetleri ve güvenlik kaygıları, birçok seçmeni hükûmetteki partilerden belirgin bir şekilde uzaklaştırdı.
Özellikle Almanya’da yaşayan insanların giderek azalan güvenlik hissi bu siyasi tablonun ana gerekçelerinden biri. Pek çok insan, karmaşık sorunları ikna edici bir şekilde anlatamayan ve popülist söylemlere karşı yeterince güçlü bir duruş sergileyemeyen Scholz hükûmetini yetersiz buldu. 23 Şubat günü gerçekleşen seçimlerde ise eski koalisyon ortaklarına bu başarısızlığın bedelini ağır bir şekilde ödetti.
Öte yandan bu seçimler, Almanya’da demokrasinin hâlâ canlı ve dirençli olduğunu da gösteriyor. Yüksek katılım oranı, vatandaşların demokratik sürece olan bağlılığını vurguluyor. Özellikle Perspektif’in güncel bir anketine göre, Müslüman topluluğun siyasi katılıma duyduğu ilgi dikkat çekici bir gelişme. Bu durum, Almanya’daki demokratik çeşitliliği ve kapsayıcılığı güçlendirilmesi gereken umut verici bir gelişme olarak öne çıkarıyor.
Almanya’nın Güvenilirliği Sınavda
Seçim sonuçları, Almanya’nın giderek daha fazla kutuplaşan bir dünyada nasıl bir yol izleyeceğine dair önemli soruları da beraberinde getirdi. Ülke, gelecekte hangi değerleri benimseyecek ve hangi hedefler doğrultusunda ilerleyecek? Meclis içinde bile, bir yandan anayasal ilkelerin korunması için mücadele verilmesi kaçınılmazken, diğer yandan 21. yüzyılın karmaşık zorluklarına nasıl cevap verileceği merak konusu. Bu süreç, Almanya’nın hem içeride hem de uluslararası arenada nasıl bir rol üstleneceğini belirleyecek kritik bir döneme işaret ediyor.
Almanya, uluslararası alanda insan haklarının ve uluslararası hukuk düzeninin savunucusu olarak kendini konumlandırmış bir ülke. Bu ilkeler, ortak demokrasimizin ve toplumsal dayanışmamızın da temelini oluşturuyor. Bu ilkelerin korunması, istikrarlı ve adil bir toplumun güvencesidir. Bu nedenle ne siyasi söylemlere ne de kısa vadeli çıkarlara feda edilebilir.
Bu nedenle Friedrich Merz (CDU) öncülüğünde kurulacak yeni hükûmetin değerlendirilmesinde en önemli kriterler şunlar olacaktır: Merz öncülüğünde kurulacak yeni hükûmet, Almanya’daki azınlıkları koruyacak ve toplumsal katılımı teşvik edecek mi? Türbülanslı bir dönemin ardından kurulacak hükûmet, özgürlük, adalet ve anayasal prensiplerimize dayanan, mültecilerin korunmasını da kapsayan uluslararası hukuk düzenini savunmak için kararlı adımlar atacak mı? Yoksa bu evrensel ilkeleri sorgulayıp, çıkar çatışmaları ve kısa vadeli jeopolitik kaygılarla insan haklarını ikinci plana mı itecek? Bu sorular, yeni hükûmetin yönelimini ve Almanya’nın gelecekteki duruşunu belirlemede kritik öneme sahip olacak.
Özellikle son dönemde ABD’de yaşanan değerler kaymasının çok uluslu kurumları zayıflattığı kesin. Bu durum Almanya ile Avrupa’yı, ilke temelli bir düzen için daha bağımsız bir şekilde harekete geçmeye zorluyor. Bu düzen, sadece güç politikası ve keyfiliğe karşı bir koruma mekanizması değil, aynı zamanda küresel istikrar, ekonomik iş birliği ve temel insan haklarının korunması için de hayati öneme sahip. Bu nedenle asıl kritik soru, Almanya’nın bu rolü üstlenip üstlenemeyeceği değil, bu sorumluluğu gereken kararlılık ve cesaretle yerine getirmeye ne kadar hazır olduğudur.
Popülist Güçlerin Yükselişi: Başarısızlığın Sonucu mu?
Merz’in selefi olan Scholz hükûmeti, bu alanlarda yetersiz kaldı. İster mültecilerin topluma uyumu ve toplumsal algının iyileştirilmesi, ister artan sosyal eşitsizlik ve yükselen siyasi aşırıcılıkla mücadele gibi konular olsun, Scholz liderliğindeki koalisyon, çoğu zaman kendi vaatlerinin gerisinde kaldı. İç ve dış politikadaki tutarsızlık, birçok vatandaşın güvenini sarstı.
Bu durum, özellikle dış politikada belirginleşti: Gazze’de yaşanan korkunç sivil kayıplar ve belgelenmiş insan hakları ihlallerine rağmen, Almanya’nın İsrail’e silah sevkiyatlarına devam etmesi ve uluslararası mahkemelerde İsrail’e yönelik tek taraflı desteği, uluslararası normlarla açık bir çelişki içinde. Bu çifte standart, yalnızca Almanya’nın uluslararası arenadaki güvenilirliğini zedelemekle kalmıyor, aynı zamanda ülke içinde de toplumsal uzlaşıyı zorlaştırıyor.
Almanya’da son yıllarda bu alanda yaşanan büyük başarısızlık, basit çözümler ve popülist sloganlarla oy toplamaya çalışan radikal güçlerin yükselişine zemin hazırlayan faktörlerden biri oldu. Şu anda Almanya, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde üstlenmesi gereken sorumluluğun farkına varmak zorunda. Almanya’nın siyasi gündemini korku, izolasyon ya da kısa vadeli çıkar politikaları değil; demokrasi, hukuk devleti ve insan onuru gibi evrensel değerlerini kararlılıkla savunma cesareti şekillendirmeli. Bu ise hem içerde hem de dışarıda net ve tutarlı bir duruş gerektiriyor: Sosyal adaleti teşvik eden, toplumsal dayanışmayı güçlendiren ve dünya çapında barış ve insan hakları için aktif bir mücadele yürüten bir politika benimsenmeli. İşte Hristiyan demokratlar öncülüğündeki Merz’i bekleyen en büyük zorluk, tam da bu sorumluluğu üstlenmek ve bu değerleri hayata geçirmek olacak.