Francesca Albanese: “Soykırımı Tanımlayan Şey Kullanılan Araçlar Değil, Ardındaki Niyettir”
BM Özel Raportörü Francesca Albanese, Gazze’de yaşananları “sömürgeci bir soykırım” olarak tanımlıyor. Paris’te yaptığımız söyleşide, uluslararası toplumun sessizliği, çifte standartlı tavrı ve Netanyahu’ya yönelik yargı süreci hakkında konuştuk.

5 Nisan 2025 tarihinde Paris’in Pantin ilçesindeki Relais Solidaires’de düzenlenen “Filistin İçin Buluşmalar” adlı etkinliğe katılan Birleşmiş Milletler (BM) İşgal Altındaki Filistin Toprakları Özel Raportörü Francesca Albanese, tıklım tıklım dolu bir salonda konuşma yaptı. Uluslararası hukukçu ve 1967’den bu yana işgal altında kalan Filistin topraklarındaki insan hakları durumu üzerine çalışan BM Özel Raportörü Albanese, Filistin’deki duruma dair tavizsiz ve titiz analizleriyle tanınıyor. Son yıllarda olduğu gibi buradaki konuşması da izleyicilerin ayakta alkışlarıyla ve verdiği yoğun duygusal destekle sona erdi. Albanese ile halka açık konuşmasından önce bir söyleşi yaptık. Albanese, bu görüşmede, Gazze’deki son durumu ve uluslararası toplumun sorumluluklarını değerlendirdi.
Sayın Raportör Francesca Albanese, bir yıldır sizinle röportaj yapmaya çalışıyorum. O yüzden bugün sizinle birlikte olabildiğim için çok mutluyum. Biliyorum, çok vaktimiz yok ama hızlıca ilerleyeceğim. Şu anda birçok kişi uluslararası hukukla ilgili şüphelere sahip. Sizce, uluslararası hukuk şu anda Filistin’de yaşanan vahşete, soykırıma ve Uluslararası Adalet Divanının (UAD) da dile getirdiği soykırım tehlikesine karşı etkili bir set mi, yoksa daha çok güçlüler için bir “lüks”e mi dönüştü?
Evet, maalesef şu anda gerçeklik gösteriyor ki uluslararası hukuk, gücü elinde bulunduranları koruyan bir enstrüman hâline gelmiş durumda. Ne yazık ki durum bu. Çünkü hukuku istediğimiz zaman, istediğimiz kişiye karşı uygulayamayız. Hukukun etkinliği, hem söylemde hem de uygulamada nesnellik ve evrensellikle sağlanır. Uluslararası hukukun gücü de onu hayata geçirme kapasitesiyle ölçülür. Oysa mevcut durumda böyle bir şey söz konusu değil. Filistin için hiçbir zaman olmadı da zaten. Yani sadece son 16 aydan bahsetmiyoruz; İsrail uzun zamandır uluslararası hukuku ihlal ediyor.
Benim İsrail’e karşı kişisel bir düşmanlığım yok. Ancak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinin görevlendirmesiyle, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında işlediği ihlalleri raporlamakla yükümlüyüm. Hazırladığım raporlar yalnızca İsrail’in ihlallerini değil, aynı zamanda Filistin Ulusal Yönetimi ve Hamas gibi diğer aktörlerin de ihlallerini kapsıyor.
Ancak benim gördüğüm şu: Son 16 aydır daha önceki tüm sınırlar aşıldı. Şu anda yaşananlar eşi benzeri görülmemiş bir vahamette. Ve bu durum karşısında müdahale edilmesi, “Artık yeter!” denilmesi gerekirken, insanlar bir çaresizlik hissi yaşıyor çünkü kendi hükûmetlerinin hiçbir şey yapmadığını görüyorlar. Aslında mesele sadece hiçbir şey yapmamaları değil; aynı zamanda İsrail’in asla cezalandırılmaması ve durdurulmaması için zemin hazırlıyorlar. Bu yalnızca bir ihmal değil, açıkça bir suç işleyen bir devlete verilen aktif bir destek anlamına geliyor.
Bugün İsrail’deki iktidarından iki figür -bunlardan biri de Başbakan Netanyahu- Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından suçlanıyor. Ve buna rağmen devletin cezalandırılması için hiçbir önlem alınmıyor. Bu çok ciddi bir durum.
“Soykırımı Tanımlayan Şey Kullanılan Araçlar Değil, Ardındaki Niyettir”
Tam da bu noktada, siz Gazze’de yaşananlar için “soykırım” ifadesini kullanan nadir kişilerden birisiniz. Ve bu nedenle birçok kişi sizi suçladı, bu ifadelerin çok sert, hatta uygunsuz olduğunu söyledi. Bu kişilere cevabınız ne olurdu?
Onları anlıyorum, gerçekten anlıyorum. Çünkü ben de en başta böyle düşünenlerdendim. Uluslararası hukuk profesörleri, bazı raportör meslektaşlarım “Bu korkunç, bu bir soykırıma dönüşebilir, alarm vermeliyiz çünkü İsrail devletinin kullandığı söylem soykırımcı bir dil taşıyor,” dediğinde ben “Hayır ama durun. Bu, biraz ağır ve fazla iddialı,” diyordum.
Ama sonra soykırımın ne olduğunu daha iyi anlamak için okumam ve öğrenmem yetti. Soykırımı hem tarihsel açıdan hem de hukuki tanımıyla incelemek gerekiyor. Açıkçası, o zamanlar bunun beni nereye götüreceğini bilmiyordum. Beş ayımı aldı bu süreç. 2023 Ekim’inden 2024 Şubat’ına kadar Gazze Şeridi’nde İsrail’in işlediği tüm fiilleri, eylemleri inceledim. Ve sonunda, İsrail’in soykırım işlediğini söylemek için haklı gerekçeler olduğuna kanaat getirdim.
Çünkü nihayetinde soykırım, kasıtlı bir yok etme eylemidir. Bir halkı ya da grubu, sırf o grup oldukları için yok etmeye yönelik bir niyettir. İnsanlar -özellikle Avrupa’da– soykırımı genelde krematoryumlarla ya da palalarla yapılan bir şey gibi hayal ediyor. Ama hayır, soykırımı tanımlayan şey kullanılan araçlar değildir; suçun ardındaki niyettir.
Bunu ayırt etmek önemli, çünkü burada söz konusu olan “neden” değil; yani bir halkı neden yok etmek istediğiniz önemli değil. Önemli olan, onu yok etme iradesinin, kararlılığının ve niyetinin, yani hukuki deyimiyle mens rea’nın (Tr. suç işleme niyeti) var olmasıdır. Ve şu anda Gazze’de olan bitende bu niyeti açıkça görebiliyoruz. Çünkü Gazze Şeridi‘nde 50.000 kişi yalnızca “Filistinli” oldukları için öldürüldü.
Yani, artık bireylerin kim olduğu önemli değil; ister doktor, ister hemşire, ister gazeteci olsunlar, onlar Filistinli oldukları için hepsi Hamas’la ilişkilendiriliyor. “Hamas” kelimesi, öldürmek için bir lisans hâline geldi. Ve maalesef, bunu söylüyorum çünkü biz geçmişi anlamadık, soykırımın ne olduğunu, sömürgecilik sisteminin ne olduğunu anlamadık. Çünkü İsrail’in yaptığı şey, toprakları ele geçirmek ve bu topraklardaki halkı ortadan kaldırmak. İsrail bu toprakları kendisine ait görüyor, ilahi bir hak olarak kabul ediyor. Bunu anlamadık. Bunun tek bir adı var: Sömürgeci soykırım.
Bunu tarihten biliyorum, çünkü diğer sömürgeci nitelikteki diğer soykırımlara bakarak; Kuzey Amerika ve Güney Amerika kıtalarındaki ve Afrika’daki yerli halklara karşı yapılan soykırımlara bakarak anlayabiliyoruz. Her zaman, vahşi olarak görülen bir tehdide karşı düzeni sağlamak amacıyla baskı yapma ve yok etme zihniyeti var. Bu, tipik bir sömürgeci soykırımdır ve bunu soykırımın tipik araçlarıyla uyguluyorlar: Yok olmaya yol açan koşullar yaratarak. Gazze’de yapılanlar, nesiller boyu sürecek sonuçlar doğuracak. Bu, burada bitmeyecek. Eğer Gazze’de kalan Filistinliler olursa, bu durumu görmek gerekir.
“Netanyahu, 7 Ekim’den Önce de UCM’de Yargılanması Gereken Biriydi”
Ve tam da bu noktada, Avrupa ve özellikle Fransa’nın nasıl bir tutum sergilemesi gerekirdi, çünkü Fransa aynı zamanda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne sahip çıktığını söylüyor. Bu bağlamda, Fransa’nın, bu çatışmanın adil bir şekilde çözülmesinde nasıl bir rol oynaması gerekir?
İngilizce’de “grow a spine” (tr. Dik durmak) derler ya, bu gerekiyor. Öncelikle, uluslararası hukuka gerçekten saygı gösteren bir liderlik gerekli ve bu, Avrupa’da, özellikle de Fransa’da, nadir istisnalar dışında tamamen yok gibi görünüyor. Avrupa’da, uluslararası hukuka saygı göstereceklerini açıkça söyleyen çok az ülke varken uluslararası hukuku ihlal etme konusunda açıkça istekli olan ülkelerin sayısı fazla. Bugün 7-8 ülke, Netanyahu’yu tutuklamayacaklarını söylüyor. Bu ne demek? Netanyahu, 7 Ekim’den önce bile Uluslararası Ceza Mahkemesine gitmesi gereken biriydi. Çünkü Filistin’in kolonizasyonu, 57 yıl süren ve son 20 yıldaki çeşitli hükûmetlerle giderek güçlenen bir süreçtir ve bunların çoğu Netanyahu’nun döneminde yaşandı. Peki, biz ne konuşuyoruz? Eğer gerçekten, suçlarını gizlemeyen birini bile durdurmaya cesaretimiz yoksa, biz ne konuşuyoruz? Bu, tarih ve uluslararası hukuk açısından korkunç bir dönem.
Uluslararası Adalet Divanı, işgalin sonlanması için Eylül 2025’i net bir tarih olarak belirledi. Bu tarih gerçekten hukuki bir zorunluluk yaratıyor mu? Yoksa, herhangi bir yaptırım gücü olmayan sadece sembolik bir anlamı mı var? Yaşanan her şey göz önüne alacak olursak; mesela bir ateşkes vardı ama ateşkese rağmen katliamlar devam etti, kamplarda, kıtlık, su kesintileri gibi birçok olay yaşandı. Bu yüzden mahkemenin belirttiği bu tarihin pratikte bir anlamı olup olmadığı sorusu akla geliyor.
Gerçekten de, mahkemenin bu kararına saygı gösterilmediğini görüyoruz. Devletler ise hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey bilmiyor gibi davranıyor. İşte bu yüzden, “soykırım hakkında konuşamayız çünkü mahkeme bunu söylemedi,” dediklerinde, aslında mahkeme söylese bile, bir farkı olmayacağını düşünüyorum bu devletler için. Çünkü Uluslararası Adalet Divanı, işgalin yasa dışı olduğunu ve 13 Eylül 2025’ten önce sonlandırılması gerektiğini zaten söyledi. O zaman, hükûmetlere, özellikle de Fransa’ya sormak gerekiyor: Ne yapıyorsunuz? İsrail’in mahkeme kararlarına uymasını sağlamak için ne tür önlemler alıyorsunuz?
Mahkeme, İsrail’in askeri birliklerini çekmesini, yerleşim yerlerini durdurmasını, yerleşimleri yıkmasını, doğal kaynaklar üzerindeki kontrolünü, hava sahasını, sınırları, suyu, toprağı, tarımsal üretimi ve Filistin halkının geri kalan yüzde 22’lik kısmı üzerinde kontrolü sonlandırmasını istiyor. Peki ne yapılıyor? İsrail’in bu karara uyması için alınan önlemler nerede? Fransa, örneğin, kolonilerde yaşayan vatandaşları hakkında ne gibi önlemler alıyor? Çünkü bu kişiler uluslararası suçlara iştirak ediyorlar. Kolonilerde iş yapmak, bunlardan faydalanmak, yani ticaret yapmak, bir uluslararası suçtan yararlanmak demek. Fransa, İsrail ordusunda savaşan vatandaşları hakkında ne gibi önlemler alıyor? Eğer bu durum Rusya ile ilgili olsa, sonuç çok farklı olurdu. Çünkü Avrupa’da Rusya’ya karşı ortak bir tavır var. Eğer Rus ordusunda savaşan veya Ukrayna’daki Rus kolonilerinde yaşayan vatandaşlar olsaydı, onlara nasıl davranılırdı? İşte bu, uluslararası sistemimizde onarılması zor bir yarık yaratan çifte standarttır.
“Trump Yönetimi Filistin’in Kolonize Edilmesindeki Son Aşamayı Normalleştiriyor”
Evet, aslında Amerika Birleşik Devletleri’nde de benzer bir durum var, hatta belki daha da kötü. Uluslararası düzenden bahsediyorlar ama aynı zamanda İsrail ordusunu desteklemeye devam ediyorlar. Özellikle de Trump’ın attığı adımlar, bu kolonizasyonu ve ayrımcılığı daha da derinleştirmek için bir yönelim gibi görünüyor. Sizce bir gün, umarız ki, İsrail’e yapılan askeri desteğin yasal bir çerçevede sorgulanması, ambargo uygulanması veya kovuşturmalarla karşı karşıya kalması mümkün olur mu?
Benim gördüğüm kadarıyla, Trump yönetiminin yaptığı şey, Filistin’in kolonizasyonunun son aşamasının normalleşmesini hızlandırmak. Çünkü aslında, iktidara geldiğinden beri, yeni ABD başkanı her sabah bizi şaşırtan şüpheli bir açıklama yapıyor. Mesela Gazze hakkında, “Orayı Akdeniz’in Riviera’sına dönüştüreceğiz, oradaki insanları göndereceğiz. Filistinlilere nereye gideceklerini söyleyeceğiz,” dedi. Mısır’a, Ürdün’e, Sudan’a, Somali’ye göndermeyi planlıyorlar. Ve açıkça söylemek gerekirse, gerçekten hiçbir üye devlet, Filistin’in geriye kalan kısmından zorla insanları kovmaya katkı sağlamak istemiyor. Ama nihayetinde, bu fikri Trump mı buldu? Hayır, Trump bu grotesk dili normalleştiriyor, İsrail’in yapmakta olduğu şeyi normalleştiriyor. Çünkü aslında Gazze’yi boşaltma fikri Trump’a ait değil, bunu yapan İsrail.
Ben bunu 14 Ekim 2023’te açıklamıştım. “İsrail’in nihai amacı Gazze’yi boşaltmak,” demiştim. 7 Ekim’den bir hafta sonra, “İşte İsrail’in niyeti bu,” diyordum. Çünkü bir savaş başladığında, İsrail bu fırsatı kullanarak bölgeyi boşaltıyor, Filistinlilerin geride bıraktığı her şeyi yok ediyor ve onların geri dönmesini engelliyor. Ve aynı zamanda, bu plana karşı çıkan herkesi öldürüyor. Bunu 1947-1949 yıllarında yaptılar. Sonra Filistin’i yavaşça boşalttılar. 1967’de de aynı şey yaşandı. Şimdi yaşanan da farklı değil.
“Beni Sevmeseler de Gerçeği Söylediğimi Biliyorlar”
Son bir soru ile bitirelim. Raporlarınız şok etti, bazıları dehşet içinde bıraktı ama aynı zamanda bilinçleri de uyandırdı. Şimdi ise görev süreniz 2028 yılına kadar uzatıldı. Belki bu konuda bir şeyler söyler misiniz?
Görevimi bağımsız bir şekilde yapıyorum. Birleşmiş Milletler’in özel raporlama ilkelerine riayet ediyorum, aksi takdirde görev süremi asla uzatmazlardı. Ama aynı zamanda insanlara şunu söylemek istiyorum ki, benim görev sürem ancak kimsenin beni sistemden atmak istememesi nedeniyle devam etti. Çünkü nihayetinde, sistemin bir dönemde de olsa sıkı bir yaklaşıma ihtiyacı olduğunu biliyorlar. Her ne kadar Avrupa Birliği’ne üye devletlerin beni artık desteklemediğinden emin olsam da, çünkü onları aynada kendilerine bakmaya zorluyorum, yine de biliyorlar ki ben gerçeği söylüyorum. Bu yüzden, Fransız, Alman ve Hollanda diplomasileri tarafından her türlü hakarete uğruyorum. Ama neden? Çünkü ben yine de onların halklarına konuşuyorum, onlara bilgi sağlıyorum, işlediği suçları ve ihlal ettikleri hukuki sistemini gösteriyorum. Onları aynada kendilerini görmeye zorluyorum. Birleşmiş Milletler sistemindeki güçsüzlüğe katkıda bulunduklarını görmek zorundalar ve bu yüzden beni çok sevmediklerini biliyorum ama ben uluslararası hukuk doğrultusunda yapmam gerekeni yapmaya devam edeceğim. Bu gerçekten kolay bir şey değil ama herkesin yapması gerekeni yapması gerektiğini düşünüyorum.
Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.
Ben size teşekkür ederim.