'Suriye'

Trump’ın Körfez Turunda Kim Kazandı, Kim Kaybetti?

Körfez sermayesiyle yakınlaşan Trump yönetimi, İsrail’i dışarıda bıraktı; Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırdı. Filistin'e dair beklentileri de arttıran bu ziyaretin, diplomatik olduğu kadar sembolik kırılmaların da habercisi olduğu düşünülüyor.

Suudi Arabistan'da ABD Başkanı Donald Trump (ortada) Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara (solda) ile başkent Riyad'ta bir araya geldi. Görüşmeye Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (sağda) da katıldı. ( Bandar Al-Jaloud/Saudi Royal Court - Anadolu Ajansı )

Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemindeki Körfez ziyareti, diplomasi tarihine yalnızca abartılı protokoller ya da milyar dolarlık anlaşmalarla değil, aynı zamanda derin bir dönüşümün işareti olarak kaydedilecek gibi görünüyor. Bu dönüşümün merkezinde üç başlık öne çıkıyor: ABD’nin Suriye politikasındaki radikal değişimi, İsrail’in bölgesel denklemdeki konumunun sorgulanması ve Filistin devletine dair yükselen diplomatik beklentiler.

Trump’ın Körfez Rotası: Yatırımcının Jeopolitiği

Trump’ın Riyad’dan başlayıp Katar ve BAE’ye uzanan ziyaret zinciri, yalnızca bir diplomasi turu değil; aynı zamanda bir yatırım haritasıydı. Suudi Arabistan ile 142 milyar dolarlık silah anlaşması, Trump’ın oğlunun şirketlerine yönlendirilen Körfez yatırımları ve Katar’ın ABD’ye hediye etmeyi planladığı lüks uçak, bu turun ilgi toplayan ve görünür yüzünü oluşturdu. Ancak dikkate değer asıl mesele, Körfez ziyaretinin ABD’nin jeopolitik önceliklerindeki kaymayı simgelemesi.

Trump, İsrail’i bu turun dışında bırakırken, Arap dünyasının finansal ve diplomatik merkezleriyle doğrudan temas kurmayı tercih etti. Bu tercih, İsrail’in geleneksel öncelikli konumunun artık sorgulandığını gösteriyor. Özellikle Trump’ın rehine görüşmelerinde Hamas ile doğrudan temas kurması ve İsrail’in bu süreçte devre dışı bırakılması, “yeni Orta Doğu” söyleminin içini dolduruyor.

Suriye Açılımı: Reelpolitik mi, Meşruiyet Krizi mi?

Trump’ın Riyad’da Suriye lideri Ahmed el-Şaraa ile ilk kez yüz yüze görüşmesi ve ardından ABD yaptırımlarını kaldıracağını duyurması, Batı başkentlerinde şaşkınlıkla karşılandı. The Economist, bu adımı Şam’a yeniden para akışının önünü açacak bir “politik normalleşme” olarak tanımlarken, Die Welt gibi yayınlar Batı’nın “cihatçı geçmişe sahip liderleri meşrulaştırmasından” endişe duyuyor.

Bu gelişme, Suriye ekonomisine orta vadede büyük bir rahatlama getirebilir. SWIFT sistemine yeniden entegrasyon, altyapı yatırımları ve Körfez’den gelecek fonlarla yeni bir toparlanma dönemi başlayabilir.

Ancak mesele yalnızca rejimlerin meşruiyeti değil. Suriye halkı, yıllardır hem Esed döneminde hem de sonrası gelen yaptırımlar nedeniyle ağır bir ekonomik ve insani krizle karşı karşıya kaldı. Bu yaptırımlar Esed rejimini değil, halkı vurdu. Dolayısıyla yaptırımların kaldırılması, en azından kısa vadede insani bir nefes olabilir. Öte yandan, rejimin geçmişi ve geleceği hâlâ belirsizliğini koruyor. Bunun yanı sıra ABD yönetimi, Şam yönetimini İsrail ile normalleşmeye zorlayarak Suriye’yi bölgesel oyunun içine çekmeye çalışıyor da olabilir.

Filistin Devleti Tartışması: Ciddi Bir Dönüm Noktası mı, Sembolik Bir Hamle mi?

Trump’ın ziyareti sırasında yükselen bir diğer iddia ise ABD’nin Filistin devletini tanıyabileceği yönünde idi. ABD’nin Filistin devletini tanıması, küresel ölçekte sarsıcı etkiler yaratabilir ve Washington-Tel Aviv ilişkilerini derinden etkileyebilir. Bu adım, Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için bir zemin oluşturma amacı taşısa bile, söz konusu değişimin doğası itibarıyla bölgedeki mevcut dengeleri kökten sarsma potansiyeli taşımaktadır.

Özellikle İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Filistin topraklarında iki devletli çözüme kesin bir biçimde karşı çıkıyor. Netanyahu bu tür bir çözümü “terörizmin zaferi” olarak nitelendirmiş, hatta bu ifadeyi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Paris’in Filistin devletini tanıyabileceğine dair açıklamasına yanıt olarak dile getirmişti.

Öte yandan Donald Trump, 2017-2021 yılları arasındaki ilk başkanlık döneminde, uzun süre “İsrail’in en büyük destekçisi” olarak tanımlanmış, ancak dış politika yaklaşımı, sıklıkla tutarsız ve öngörülemez bulunmuştu. Trump’ın Filistin’i tanıyabileceğine dair ortaya atılan iddialar da, büyük ölçüde Netanyahu’ya yönelik artan öfkesinin bir yansıması olarak değerlendiriliyor.

Halbuki 2017 yılında Trump, ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den işgal altındaki Kudüs’e taşıyarak ve Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanıyarak Filistinlilerin tepkisini çekmişti. 2020’nin sonlarına doğru ise, Trump yönetimi Birleşik Arap Emirlikleri, Fas ve Bahreyn’in İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmasını sağlayan Abraham Anlaşmaları’nı hayata geçiren Başkan olarak tarihe geçti. Ayrıca Trump, ikinci başkanlık döneminde, Filistin halkının varlığını açıkça reddeden ve aşırı İsrail yanlısı tutumlarıyla bilinen Mike Huckabee’yi ABD’nin İsrail Büyükelçisi olarak atadı.

Her ne kadar güncelde ABD’nin Tel Aviv Büyükelçisi Mike Huckabee ABD’nin Filistin devletini tanıması iddialarını yalanlasa da, Körfez kaynakları bu tanımanın masada olduğunu ve Suudi Arabistan’ın bu yönde baskı kurduğunu belirtti.  Suudi Arabistan’ın nükleer iş birliği anlaşması için öne sürdüğü koşullardan biri muhtemelen Filistin’in tanınması olabilir.

Ancak burada kritik bir ayrım yapılmalı: Tanınması muhtemel olan yapı, Filistin halkının tamamını temsil eden, kapsayıcı ve egemen bir devlet mi olacak, yoksa Hamas’sız, ekonomik olarak “yönetilebilir” bir oluşum mu?

Trump’ın Gazze’yi “özgürlük bölgesine” dönüştürme fikri, ticari bir ideal gibi görünse de, alttan alta emperyal bir tahayyül taşıyor. Geçtiğimiz günlerde Gazze’yi “çökük binalardan ibaret bir alan” olarak tanımlayan Trump’ın, orayı bir tür yatırım adasına çevirmeyi teklif etmesi, Gazze’nin direniş tarihini, halkının iradesini ve trajedisini göz ardı ediyor. Üstelik bu tanıma gerçekleşse dahi, Batı Şeria’daki işgal, Kudüs’ün statüsü ve mültecilerin dönüş hakkı gibi temel sorunlar çözülmediği sürece, tanımanın bir tür diplomatik kozdan öteye geçmesi zor. Bu açıdan bakıldığında, ABD’nin olası Filistin tanıması, barışı değil, yalnızca yeni bir tür “normalleşme mimarisini” güçlendirme aracı olabilir.

İsrail’in Yalnızlığı: Yeni Orta Doğu’da Eski Dostlar Nerede?

İsrail’in, Trump’ın bu kritik ziyaretinde tamamen dışarıda bırakılması hem sembolik hem de stratejik açıdan dikkat çekici. Ne ziyaret listesinde yer aldı ne de öncelikli muhatap olarak kabul edildi. Başbakan Netanyahu’nun Washington’a aylar içinde iki kez gitmiş olması, bu dışlanmanın önemini azaltmıyor. Aksine, Körfez ülkeleriyle yapılan milyar dolarlık anlaşmalarda İsrail’in devre dışı kalması, Tel Aviv yönetimi için ciddi bir kırılma noktası olabilir. Buna ek olarak, İsrail’in Gazze’deki savaşta sergilediği sert tutum hem Batı kamuoyunun hem de Arap ülkelerinin tepkisini çekmiş durumda.

Dahası, Trump’ın Suudi Arabistan’a ve Türkiye’ye F-35 satışını gündeme alması, ABD’nin İsrail’e yıllardır sağladığı nitelikli askerî üstünlüğünü (Qualitative Military Edge – QME) de zayıflatabilir. İsrail’in savunma stratejisinin temel taşı olan bu ilke, artık finansal önceliklere kurban ediliyor olabilir. Bu durum, İsrail’in uzun vadeli stratejik bağımsızlığını gözden geçirmesine neden olabilir.

İsrail, geçmişte bölgedeki gelişmeleri şekillendiren aktörlerden biriydi. Şimdi ise şekillenen denklemde yalnızca izleyici konumunda. Trump’ın Suriye, Körfez ve hatta Hamas’la kurduğu temaslar, Netanyahu’nun dış politikadaki yalnızlığını derinleştiriyor. Netanyahu hükümeti ise bu yalnızlaşmayı tersine çevirecek diplomatik refleksleri geliştirebilmiş değil. Aksine, içeride süren yolsuzluk davaları, savaş, dış politikada giderek artan yalnızlık ve ABD’den gelen silah yardımının geleceğinin belirsizleşmesi, İsrail için yeni bir dönemin habercisi olabilir.

Sonuç: Yeni Orta Doğu’nun Eski Dengeleri Sarsılıyor

Trump’ın Körfez ziyareti ve ardından gelen açıklamalar, Orta Doğu’da sadece diplomatik değil, kavramsal bir kırılmaya da işaret ediyor. Suriye’nin dönüşü, Filistin’in muhtemel tanınması ve İsrail’in marjinalleşmesi, bu yeni denklemdeki üç temel başlık.

Ancak bu yeni mimari, gerçekten barışı mı hedefliyor, yoksa “yatırım yapılabilirlik” temelinde yeniden çizilen sınırlar mı? Filistin’in tanınması, eğer işgalin sona ermesi, ablukanın kaldırılması ve halkın iradesinin tanınmasıyla birleşmezse, sadece yeni bir diplomatik paket olur: İçi boş, ambalajı parlak.

Bu nedenle, Filistin’i destekleyen çevreler için bu dönemde en kritik görev, sadece tanınmayı değil, adaleti talep etmeye devam etmektir. Trump’ın oluşturduğu denklemde yer almak, ancak halkların sesi duyulduğunda anlam kazanır. Aksi takdirde, “özgürlük bölgesi” kavramı da barış söylemi de sadece yeni türden bir tasarımın vitrin süsü olmaktan öteye geçemez.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Büşra Öztürk

Londra Üniversitesi Hukuk bölümünden mezun olan Büşra Öztürk, Viyana Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. İkinci yüksek lisansını aynı üniversitede İletişim alanında tamamlayan Öztürk, Birleşmiş Milletler Viyana Ofisi (UNOV) Orta Doğu Masasında ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatında (AGİT) araştırmacı olarak çalıştı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler