“ABD Gazze’deki Soykırım İçin Özür Dilediğinde Her Şey İçin Çok Geç Olacak”
ABD hükûmeti Siyonizm ve soykırım karşıtı ifadeleri kamusal alanda şiddete neden oldukları için değil, hükûmet bunları adeta bir "günah" olarak gördüğü için yasaklıyor. Peki ABD'nin tarihi boyunca yine bir 'günah' olarak gördüğü terörizme, uyuşturucuya ve antisemitizme karşı açtığı savaşlar aslında neye hizmet ediyor?

1954 yılında ABD’de Temsilciler Meclisi Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi, Michigan Üniversitesinde matematik profesörlüğü yapan Chandler Davis‘i (1926-2022) soruşturmak üzere bir oturum düzenledi. Davis, ABD Anayasası’nın birinci maddesinin Komitenin siyasi inançlarını sorgulamasını yasakladığını ileri sürerek iş birliği yapmayı reddetti.
Barenblatt v. United States adlı ve 360 U.S. 109 (1959) no’lu davada ABD Yüksek Mahkemesi, hükûmetin ulusal güvenlik çıkarları iddiasının haklı buldu ve Davis’i altı ay hapse mahkum etti. Hapis cezası bittikten sonra Davis, ABD’de uzun süreli çalışabildiği bir iş bulamadı ve uzun yıllar geçici olarak çalıştıktan sonra 1962 yılında Toronto Üniversitesinde çalışmak için Kanada’ya taşındı.
Tarih tekerrür ederken, Davis’in başından geçenler temel bir gerçeğe işaret ediyor: McCarthy dönemi istisnai değil, bir vaka-ı adiyeydi.
ABD hükûmeti bir kez daha ABD üniversitelerindeki muhalifleri hedef alıyor. Bir kez daha, çoğu üniversite yöneticisi ve akademisyen, uydurma güvenlik iddialarına dayanan geniş çaplı baskılara katılıyor. Bir kez daha genç akademisyenler açığa alınıyor, ihraç ediliyor ve cezalandırılıyor.
McCarthy (1954) döneminin üzerinden 70 yılı aşkın bir süre sonra, ABD hükûmeti bilinen bir taktiği tekrarlıyor: Devlet baskısını gerektiren bir güvenlik tehdidi uydurarak dikkatleri hükûmetin hak ihlalleri içeren politkalarından uzaklaştırmak. Bu kez hükûmetin işlediği suçlar çok daha ciddi: ABD Gazze’deki Filistinlilerin toplu katliamına işkence görmesine ve açlıktan ölmesine destek oluyor. ABD bunu yaparken, yerli Amerikalıların toplu katliamından Vietnam’daki sayısız savaş suçuna kadar kanlı tarihindeki diğer olayları tekrarlıyor. Bu tarihi göz önünde bulunduran pek çok öğrenci, ABD’nin Siyonist yerleşimci kolonisinin başlıca hamisi olduğunu kavramaktadır. ABD’nin cömert silah, finansman ve desteği olmasaydı, İsrail Filistinlileri katletmeye ve aç bırakmaya devam edemezdi. Ulaşması beklenen ölü sayısı, dolaylı ölümler de göz önünde bulundurulduğunda, 5oo bin: Öğrenciler ABD’nin Gazze’de işlediği savaş suçlarına karşı çıkmanın aciliyetinin farkında.
ABD’nin Düşman Bellediği Bir Olguya Savaş Açması, Aslında Neye Yarıyor?
1950’li yıllarda McCarthycilik komünistleri hedef alırken, ideolojik sansürün günümüzdeki son versiyonu yerleşimci-sömürgecilik ve soykırım karşıtlarını “antisemit” olarak karalamak suretiyle hedef alıyor. Buna göre sözde güvenlik tehdidi “tehlikeli” bir ideoloji (komünizm gibi) değil, daha ziyade Yahudilere yönelik duygular, nefret hisleridir. ABD hükûmeti neden nefrete karşı bir savaş yürütüyor?
Savaş yürütmek elbette ABD’nin çalışma yöntemidir (Lat. modus operandi). Bu satırları okuyanlar “uyuşturucuya karşı savaşın” devletin güvenlik aygıtını güçlendirdiğini, hapishane sanayi kompleksine fayda sağladığını ve ırkçılığı sürdürdüğünü hatırlayabilirler. Okurkar ayrıca uyuşturucuya karşı savaşın uyuşturucu ticaretinin kendisinden daha zararlı olduğunu da fark edebilirler. Devletin güvenlik aygıtını güçlendiren, askerî sanayi kompleksine fayda sağlayan ve İslamofobiyi sürekli kılan “teröre karşı savaş” hakkında da paralel bir argüman ileri sürülebilir. “Terör” olaylarında öldürülenlerden çok daha fazla masum insan teröre karşı savaş adına öldürülmüştür. Her iki örnekte de uyuşturucu ticareti ve terörizmin zarar verdiğini takdir ederken devletin bunlara karşı yürüttüğü savaşların daha da fazla zarara yol açtığını kabul edebiliriz.
Bu açıdan bakıldığında, “antisemitizme karşı savaşı“, güvenlik adına devlet gücünü genişleten diğer savaşlara paralel olarak görmeliyiz. Uyuşturucu ticareti ve terörizmde olduğu gibi antisemitizm de bir zarar kaynağıdır. Ancak antisemitizme karşı yürütülen savaş çok daha fazla sayıda insana çok daha büyük zararlar vermektedir. Diğer savaşları gibi, ABD’nin antisemitizme karşı savaşı da antisemitizmin kendisinden daha zararlıdır.
ABD uyuşturucuya, terörizme ya da antisemitizme karşı savaş açtığında, bu kategorileri de farklı etkileri olacak şekilde tanımlıyor. Uyuşturucuya karşı savaşta crack ve kokain arasındaki ayrımın ayrımcı (ırk ve sınıf açısından) olduğu iyi bilinmektedir. Benzer şekilde, terörizme karşı savaş da devlet terörizmini ve belirli ideolojilerden (beyaz milliyetçilik gibi) kaynaklanan devlet dışı şiddeti görmezden gelmektedir.
Benzer bir eşitsizlik, ABD hükûmetinin antisemitizmi sınıflandırma biçiminde de görülmektedir. Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın antisemitizm çalışma tanımını (bundan sonra IHRA olarak anılacaktır) benimseyen 2019 tarihli bir İcra Emri. Çok sayıda akademisyenin ortaya koyduğu gibi, IHRA sorunludur çünkü antisemitizmle mücadele etmek yerine Siyonist sansür stratejilerini sürdürüyor. 2023 yılında ABD hükûmeti antisemitizme karşı, IHRA’yı temel alan resmî bir strateji benimsedi. Sonuç olarak diyebiliriz ki: ABD’nin antisemitizme karşı savaşı, aynı zamanda Siyonizm karşıtlığını hedef alan bir savaştır.
ABD’de Siyonizm Karşıtlığı ve Yahudi Karşıtlığı Kavramlarının Belirsiz Hâli
ABD’nin Yahudi karşıtlığına ya da Siyonizm karşıtlığına karşı savaşı, öncelikle üniversitelerde ve kolejlerde, “ırk, renk ve ulusal kökene” dayalı ayrımcılığı yasaklayan Sivil Haklar Yasası’ndaki (1964) VI. Başlık aracılığıyla uygulanıyor. Başlık VI, federal fon alan tüm kurumların ırk, renk veya ulusal kökenlerine dayalı olarak bireylere veya gruplara karşı ayrımcılık yapmasını yasaklamaktadır. Mahkemeler veya hükûmet, eylem ve söylemlerin bir kombinasyonunu inceleyerek Başlık VI ihlallerini tespit eder. Ayrımcı eylemler arasında farklı muamele veya ayrımcılık yer alır. Başlık VI kapsamında ayrımcı olan söylemin belirlenmesi, anayasanın birinci maddesindeki ifade özgürlüğü doktrini ile potansiyel olarak çatışabilir. ABD hükûmeti, sorunlu IHRA tanımına dayanarak Siyonizm karşıtı söylemi antisemitik olarak etiketliyor. Dolayısıyla, ABD hükûmeti şu anda Başlık VI’yı Siyonizm karşıtı siyasi ifadeyi yasaklamak için kullanıyor. McCarthy döneminde ABD hükûmeti komünist siyasi ifadeleri suç sayarken, bugün antisiyonist ve soykırım karşıtı ifadeleri suç sayıyor.
Nefret Söylemi Yasağının Kökeni ve Günümüzdeki Sansürcü Kullanımı
Antisemitik ifadelerin cezalandırılması bir tür nefret söylemi yasağıdır. Bir ifade ırk, etnik köken ya da din kategorilerine dayalı nefret içerdiğinde “nefret söylemi” olarak tanımlanır. Bu kategoriler kendiliğinden belirgin ya da tarafsız değildir; büyük ölçüde (sadece olmasa da) laiklik ilkesinin tanımladığı günümüze ait toplumsal kavramlardır. Laiklik ya da laisizm siyasetin ırk, etnik köken veya dinden ayırt edilebileceği şeklindeki yanlış önermeye dayanan Avrupa-merkezci bir ideolojidir.
Laisizm, ortaya çıktığı erken modern Avrupa tarihsel bağlamını yansıtır. Bu doğrultuda, nefret söyleminin laisizm tarafından tanımlanışı, Batılı Hristiyan öncüllerinden beslenmektedir: Erken modern dönem Avrupa’sında dinen küfür olarak görülen görüş ve ifadeler hem günah hem de kamu düzenine yönelik bir tehdit olarak kabul edilirdi. Çağdaş nefret söylemi yasaları söz konusu küfür algılayışının her iki yönünü de içermektedir. Nefret söylemi sınırlamaları kamusal alanda doğrudan şiddete yol açmayan söylemleri yasakladığında, belirli ifadeler günah olarak tanımlanır. Böylece seküler devlet, söylemi izin verilen ve günahkâr olarak kategorize eden bir kilise gibi işlev görür. Nefret söylemi kavramı, bir söylemi günâh içeren olarak kategorize eden perspektifin bir kopyasıdır.
Günümüzdeki ABD yönetimi, Siyonizm ve soykırım karşıtı ifadeleri kamusal alanda şiddete neden oldukları için değil, hükûmet bunları günah olarak gördüğü için yasaklamaktadır. Nefret söylemi kavramı nefrete sansür değil, daha ziyade belirli siyasi ifadelere sansürdür. Antisemitik nefret söylemini yasaklama girişimleri kaçınılmaz olarak muhalif siyasi söylemin sansürlenmesiyle sonuçlanmaktadır.
Antisemitizme karşı savaşın McCarthy Duruşmaları, ABD’nin uyuşturucu ve teröre karşı savaşlarıyla ilişkilendirilmesi bir modeli işaret etmektedir: ABD hükûmeti, muhaliflere ve azınlıklara orantısız bir şekilde zarar vermek için gücünü kötüye kullanmaktadır. Bununla birlikte, ABD yönetimine kıyasla çok daha az güce sahip aktörler bile, antisemitizme karşı savaşa giriştiklerinde, muhaliflere ve azınlıklara zarar verebilmekte. Başka bir deyişle, antisemitik söylemi sınırlamaya çalışan “iyi niyetli” aktörler de gruplara kasıtsız veya kabul edilmeyen şekillerde baskı uygulamaktadır.
Örneğin, Kudüs Antisemitizm Deklarasyonu (metnin devamında JDA olarak anılacaktır) 2021 yılında IHRA’ya bir yanıt olarak yayımlandı. JDA’nın yazarları, Siyonizm karşıtı görüşleri IHRA’nınkinden daha fazla koruyan bir antisemitizm tanımı sunmaya çalıştı. Fakat JDA’nın bu çabası başarısız oldu çünkü IHRA ile aynı temel varsayımlara, özellikle de laisizm kaynaklı aynı kafa karışıklığına dayanıyor. JDA’nın yaptığı tanımlama Yahudiler, Siyonistler ve İsrailliler arasındaki temel ve gerekli ayrımları belirsizleştirerek Siyonizm karşıtı söylemi sansürlemekte. Bununla birlikte, Siyonizm karşıtlığı ve antisemitizm tam olarak birbirinden ayrılamaz çünkü (laik) siyasi söylem ile nefret söylemi arasındaki ayrım bir yanılsamadır. Political Theology dergisinin bu konuya dair özel sayısı için yazdığım makalemde ayrıntılı olarak ele aldığım gibi, nefret söylemini kimin tanımladığını değiştirmek, nefret söyleminin apolitik olduğuna dair seküler varsayıma nasıl dayandığını çözmez. Seküler varsayımların aksine, nefret söylemi politik bir söylemdir.
Bir Gün Her Şey İçin Özür Dilenecek Ama Bu Hem Yetersiz Hem de Geç Kalmış Olacak
McCarthy döneminden günümüze kadar geçen sürede sansür norm hâline gelmiş ve ifade özgürlüğü nadiren uygulanan bir amaç olmuştur. Michigan Üniversitesi 1990’larda ABD hükûmetinin siyasi baskılarına uyum sağlamasının akademik özgürlüğün ihlali olduğunu kabul etti. Elbette bu çok yetersiz ve çok geç bir adımdı.
McCarthy dönemi sona erdikten ve ana akım görüşler ABD tarihinin o dönemine olumsuz bakmaya başladıktan çok sonra bile ABD’nin akademik kurumları -yazının başında andığımız- Davis’ten kaçınmaya devam etti. Vefatından kısa bir süre önce, uzun bir sohbet sırasında Davis bana sürgününün kalıcılığının kendisini şaşırttığını söyledi. Davis’e zulmeden sadece ABD hükûmeti değildi, aslında pek çok meslektaşı korkakça hareket ederek onu cezalandırmaya devam ediyordu.
İleride bir gün birçok ABD üniversitesi de şu anda olan bitenler hakkında benzer özürler dileyecektir. Bu sadece mevcut durumda baskı gören öğrenciler için değil, çok daha önemlisi Gazze’de ve Filistin’in başka yerlerinde her gün öldürülen ve işkence gören Filistinliler için çok yetersiz ve çok geç olacaktır. Nefret konuşmacıları için gelmiyorlar; yerleşimci-sömürgecilik ve toplu katliam (soykırım) karşıtları için geliyorlar.
*** Prof. Salaymeh’in yazdığı bu yazının Political Theology Network’teki İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz. Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Perspektif’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.