“Açlığın ve Aşağılanmanın Bir İlacı Yok”
Gazze’nin kuzeyinde gönüllü doktorluk yapan Dr. Ezzideen Shehab, açlığın ve çaresizliğin ortasında insan onurunun nasıl sistematik biçimde yok edildiğini anlatıyor.

Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliye’de doğup büyüyen 28 yaşındaki Dr. Ezzideen Shehab, savaşın ilk gününden bu yana Gazze’deki hastanelerde gönüllü olarak çalışıyor. Sosyal medyada paylaştığı hikâyeler, Gazze’de yaşanan ve çoğunlukla görünmeyen, duyulmayan acıları gözler önüne seriyor. Shehab’ın Türkçeye çevirdiğimiz 24 Haziran tarihli bu metni, o hikâyelerden biri. Shebab, savaşın yarattığı açlığın ve aşağılanmanın insan ruhunu nasıl derinden yaraladığını, insan onurunun nasıl sistematik olarak yok edildiğini anlatıyor.
Açlık için bir ilaç yok. Aşağılanma için anestezi de. Bunlar ruhun durumlarıdır, bedenin değil. Yine de bir doktor olarak benden, ruhun bile kuşatma altında olduğu bir toprakta şifa vermem bekleniyor.
Burada, Gazze’de, insan savaşta ilk yok olan şeyin hakikat olmadığını öğreniyor. Hayır. Hakikat, inatçı bir ateş gibi varlığını sürdürür. Alevlenir. Vicdanın ciğerlerini pençeler. Hayır, ilk ölen şey haysiyettir: Bir zamanlar bir adı, bir amacı, insanlık sofrasında bir yeri olduğuna inanan bir insanın o sessiz ve bozulmaz haysiyeti.
Biz çalışıyoruz. Hâlâ çalışıyoruz. Ben ve benim gibiler, doktorlar, hemşireler, Hipokrat’ın öğrencileri, bu derme çatma çadırlarda ve kana bulanmış koridorlarda para aldığımız için değil, artık nasıl duracağımızı bilmediğimiz için çalışmaya devam ediyoruz.
Ücret alanlarımız varsa da, aldığı beş yüz Amerikan doları oluyor. Gerçi artık nefes almayan bankaların hayalet ellerinden ve talepten ziyade yoklukla yönetilen bir piyasadan geçtiğinde bu miktar yarıya düşüyor. İki yüz elli dolar: Bir çuval unun bedeli.
Bir çuval. Bir aile. Bir ay.
İki gün önce bir meslektaşım öldürüldü. Çatışmada değil. Yanlışlıkla değil. Karşı koyarken değil. Bir kamyona doğru yürürken öldürüldü. Üzerinde insanlığın koruyucusu olduklarını ilan edenlerin bayrağı altında çalışan, yardım vaadiyle boyanmış bir kamyon. Gazze İnsani Yardım Vakfı (İng. “The Gaza Humanitarian Foundation”) diyorlar.
Açlık Yasaklandı, Biz Yine de Her Gün Açlıktan Ölüyoruz
Açtı. Çocukları da açtı. Bu yüzden gitti. Elinde silahla değil, plastik bir poşetle.
Geri dönmedi.
Ona isabet eden kurşun temizdi. Onu haklı çıkaran gerekçe ise kirli.
Burada ölenler için, sanki bir sebep uğruna hayatlarını kaybetmişler gibi davranıyoruz. Sanki savaşçılarmış, protestocuymuş ya da şehitmişler gibi. Hayır. Bu, fazla merhametli bir yalan. Onlar aç oldukları için ölüyorlar. Çünkü devlet de, keskin nişancı da, sistem de açlığın bulaşıcı olduğuna inanıyor. Bir aç insanı doyurmanın, birçoklarının deliliğine davetiye çıkarmak olduğuna inanıyorlar.
Açlığı yasakladılar, bunu açıkça söyleyeyim. Ama biz yine de her gün açlıktan ölüyoruz.
Yardım merkezlerinin önünde suçlular değil, öğretmenler bekliyor. İsyancılar değil, anneler. Radikaller değil, bir zamanlar anatomi eğitimi almış ve şimdi bağırsaklarını kendi ellerinde tutan adamlar. Uykusuz geçen haftaların, yemeksiz geçen ayların körleştirdiği gözlerle güneşin altında bekliyorlar. Bazıları yere yığılıyor. Bazıları yığılmıyor. Bazıları kamyonlara ulaşabiliyor. Bazıları geri çevriliyor. Bazıları sıraya bile giremeden toprağa veriliyor.
“Biz İyi Değiliz, Dünya da İyi Değil”
Ve bir de keskin nişancı var.
Dürbününden bakıp yemeğe yaklaşan kemikleşmiş bedenlerde bir tehdit görüyor. Parmağı titremiyor. Ateş ediyor. Ve bir kez daha, absürd olan ilahi hâle geliyor: Yoksul bir adam tehlikeye dönüşüyor. Açlıktan ölmek üzere olan bir adam, bir güvenlik riski oluşturuyor. İçi boş bir mide, gizli bir bomba.
Dünyayı açlıktan daha çok ne korkutur?
Tetik çekiliyor. Adam düşüyor. Ve onunla birlikte, insanlığın bir katmanı daha bu yüzyıldan çürüyen bir deri gibi sıyrılıyor.
Arkadaşımın gömülüşünü izledim. Ne kefeni vardı, ne mezarı. Sadece toprak. Ve artık yüksek sesle söylenmesi bile güvenli olmayan bir isim.
Çalışmaya devam ediyoruz. Sargı yapmaya, dikiş atmaya, yırtılmış kulaklara boş umutlar fısıldamaya devam ediyoruz. Kurtuluşa inandığımızdan değil, durursak neye dönüşeceğimizden korktuğumuz için.
Ama kayıtlara geçsin:
Biz iyi değiliz.
Dünya da değil.
Ve belki de hiçbir zaman iyi olmadı.