'Gazze Şeridi'

“Sadece Binaları Değil, Yaşamın Kendisini Hedef Alan Bir Savaş Nasıl Biter?”

Gazze’nin kuzeyindeki Al-Awda Hastanesi’nde görev yapan doktorlardan Ezzideen Shehab, beyni gelişmemiş bir kız çocuğunun doğumu üzerinden, bunun sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda doğaya ve yaşamın kendisine açılmış bir savaş olduğunu çarpıcı bir dille anlatıyor.

©Shutterstock.com

Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliye’de doğup büyüyen 28 yaşındaki Dr. Ezzideen Shehab, Gazze’de savaş başladığı günden bu yana bölgedeki hastanelerde gönüllü olarak hizmet veriyor. Shehab yalnızca parçalanmış bedenlere değil, henüz başlamamış hayatların bitişine de tanıklık ediyor. Sosyal medyada paylaştığı hikâyeler, savaşın yalnızca bedenlere değil, doğmamış hayatların hücrelerine kadar nüfuz eden yıkımını gözler önüne seriyor. Shehab’ın Türçekeştirdiğimiz bu metni, o hikâyelerden bir tanesi. Ölümden değil, yaşamın henüz daha başlamadan nasıl mahvedildiğinden; Gazze’nin, rahme düşen, ama geleceğe tutunamayan bebeklerinden bahsediyor:

Dün, Gazze’nin kuzeyindeki Al-Awda Hastanesi’nde bir kız çocuğu dünyaya geldi ve dünya onu reddetti. Beyni yoktu. Masumiyetin ya da saflığın şiirsel anlamında değil, anatomik olarak, gerçek anlamda: Anensefali: Serebrumu yok. Geleceğe dair düşünce yok, rüya yok, biriktirilecek anı yok. Amaç taşımayan boş bir kafatası.

Doğumu tam zamanlıydı. Annesi onu dokuz uzun ay boyunca yanan gecelerden, göz yaşı dolu sabahlardan, tozdan, kederden ve siren seslerinden geçerek taşıdı… Ve sonra doğum. Ama ortada kurtarılacak bir yaşam yoktu. Sadece sessizlik vardı. Doktorlar ellerinin yetersizliği karşısında acı içinde öylece duruyorlardı.

Tıp insanlarının becerikli, steril parmaklarının titrediğini gördüm. Şaşkınlıktan değil, [durumu] tanımaktandı bu. Teratojenik hasar. Gelişimsel çöküş. Tesadüf değil, savaş yüzünden oluşmuş genetik bir bozulma. Bombalar yalnızca binaları değil, kromozomları da vuruyordu. O çelikten, parlak, Amerikan malı silahlar sadece bugünü yok etmek için düşmüyordu; aynı zamanda rahmi çürütmek, yarının fikrini zehirlemek üzere de tasarlanmıştı.

Bu dehşete ne ad verelim? Radyasyon mu? Dioksinler mi? Seyreltilmiş uranyum mu? Hızlı öldürmeyen, pusuda bekleyen, görünmez zehirler. Plasenta duvarlarını aşarak yerleşir, nöral tüpleri bükerek bozar, yaşamı daha başlamadan sekteye uğratırlar.

Daha çok vaka var: Düşükler, erken doğumlar, kötü gelişmiş uzuvlar… Kederden daha geniş yarık damaklar. Kırık parşömen gibi omurilikler. Doktorlar bunun bir tesadüfler zinciri olmadığını, tekrar eden bir motif olduğunu fısıldıyorlar. The Lancet’te yayımlanan bir çalışma, patlama yaralarından değil, nesiller boyu aktarılan genetik hasardan kaynaklanan dolaylı kurban sayısının 200 bine kadar ulaşabileceği konusunda uyarıyor.

Ama dünya sağır. Patlamalarla ölenleri sayıyor, doğuştan gelen hasarlarla ölenleri değil. Zarar gören uzuvları sayıyor, parçalanan genleri değil.

Ve işte burada, moloz yığınlarının altında, en derin yara rahimde. Onu dün gördüm. Anneyi. Hiç ağlamadı. Sadece baktı. Kolları bomboştu. Beyni olmayan bir kızı taşıdı dokuz ay. Ama çocuğun kirpikleri vardı. Parmakları vardı. Ve asıl dehşet verici olan şey şuydu: Yaşam denemiş; beden itaat etmiş; kıyamet koparken bile hücreler inşa etmeye devam etmişti.

Bir yerlerde, bir başka çocuk, annesinin bir zamanlar soluduğu havadan etkilenecek şekilde doğacak. Ama nedenini bilmeyecekler.

Savaşın biteceğini, ateşkesin geleceğini, iyileşmenin mümkün olduğunu söylüyorlar. Ama hücrelerde yaşamaya devam ederken bir savaş nasıl biter? Plasenta bir savaş meydanı, biyoloji savaşın arşivi hâline gelmişse, o savaş nasıl biter?

Bu, sadece ateşin ve çeliğin savaşı değil. Bu, hayata karşı bir savaş. Kadınlara karşı. Doğumun kendisine karşı açılmış bir savaş.

Ölümü gördüm; parçalanmış bedenleri, kırık kaburgaların altında nefes arayan ciğerleri. Ama gökyüzü tarafından çoktan mahkûm edilmiş bir bebeği doğuran annenin sessizliği kadar gürültülü bir sessizlik hiç duymadım.

Ve bu yüzden yazıyorum. Suçlamak için değil. Ağlamak için değil. Hatırlamak için.

Çünkü bazı silahlar patlamaz. [Çıkacakları güne kadar] kuluçkaya yatarlar.

Gazze’de hekimlik görevini sürdürmeye çalışan Dr. Shehab’ın sosyal medya hesabında paylaştığı yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler