Asimilasyon ve Uyum Arasında “Ganimet Türkleri”
Bundan üç yüz yıl önce Almanya’ya “Ganimet Türkleri” olarak adlandırılan esir Türkler gelmişti. Sayıları kesin olarak bilinmeyen, fakat “Türk Vaftizi” adıyla yaygın olarak bilinen bir Almanlaşma-Hristiyanlaşma sürecine maruz bırakılan Türklerin uyum ve asimilasyon arasında gidip gelen hikâyelerini Hartmut Heller ile konuştuk.
Çalışmalarınızda “Ganimet Türkleri” olarak adlandırılan, 16., 17., ve 18. yüzyılda Almanya’ya ve özellikle de Bayern’e sürgün edilmiş Türkleri analiz ediyorsunuz. Yaptığınız araştırma bugün Almanya’da bir arada yaşama hakkında nasıl bir bakış açısı sunuyor bize?
O zamanlar “Ganimet Türkleri” olarak isimlendirilen bu gruba sadece Bayern’de değil, tüm Almanya’da rastlamanız mümkündür. Bu Türkler Almanya’nın eskiden beri göç alan bir ülke olduğunun, Alman halkının o zamandan beri ırk olarak karışmaya başladığının ve şaşırtıcı bir şekilde bu karışımın içine Türk-Müslüman unsurların da dâhil olduğunun pek çok kanıtından sadece biri.
Türklerin, savaşların ardından Avrupa’ya “ucuz iş gücü”, “intikam alma hevesi” ve en önemlisi de “İslam’ın bazı ruhlardan arındırılması” gibi nedenlerle sürgün edilmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu düşünceleri değerlendirmek değil, bir tarihçi gözüyle tanımlamak arzusundayım. Türkler sadece 16. ve 18. yüzyıldaki savaşlarda Türk mahkûmların sürgün edilmesinde aktör olmadılar. Bu tür kaçak yollardan göç ettirme olayları tarihteki tüm savaşlarda olmuştur. Türk vaftizi durumundaki özel nokta ise, savaştaki karşıt kesimlerin birbirinden farklı dine mensup kişiler olması ve bu kesimlerin (fidye, ucuz iş gücü veya egzotik zafer hatıraları alma umutları dışında) karşı kesime mensup kişileri kendi dinine çevirmek, yani Hristiyanlığa veya tam tersi Allah’a inandırmak şansının bulunmasıydı.
Alman toplumunda var olan Türk imajında geçmişin etkili olduğuna inanıyor musunuz? İslam hâlâ “Muhammedî körlük” olarak mı algılanıyor?
Alman toplumunun Türkler hakkındaki görüşü hiçbir zaman tek taraflı hasmane olmamış, aksine çoğu zaman değişken olmuştur. 17. ve 18. yüzyıldaki Alman toplumunun Türkler’e bakışı da, “Biz bu Müslümanlar’dan, takdir edilesi aile yaşamları gibi bir şeyler öğrenebiliriz.” minvalindeydi. Osmanlıların Balkanlar’a ve Avusturya’ya kadar savaş ile açılma politikaları yüzünden Almanların Türkler’den korkmaları anlaşılır bir durumdu. Buna karşın günümüzde dinî inanış bazında tüm dünya dinleri arasında uzun zamandır karşılıklı saygı anlayışı hâkim. Bugün en fanatik Hristiyan papaz bile “Muhammedî körlük” ibaresini kullanmamaktadır.
Türkleri vaftiz etme düşüncesi ilk olarak nasıl ortaya çıktı? Onların sadece köle oldukları ve kendi dinlerini icra edebilecekleri düşüncesiyle niçin yetinilmedi?
Şunu unutmamalıyız: 16. ve 18. yüzyıl arasında “sahih din” savaşları sürmekteydi ve bu yüzden Hristiyanlık’ta bile Katolikler, Protestanlar, Huguenot ve diğer aykırı tarikatlar arasında büyük çekişmeler yaşanıyordu. Hoşgörü, ancak 18. yüzyılın sonunda Aydınlanma ile ortaya çıktı. Ayrıca eğer 16. ve 18. yüzyıl arasında halk, “Ganimet Türkleri”ni sadece köle olarak görüp dinlerinde serbest bıraksaydı, o dönemin kurallarına göre Türklerin evlilik, serbest meslek seçimi ve birçok sosyal haktan mahrum kalmaları gerekirdi.
Açıklamanızda “pozitif asimilasyon süreci”nden bahsediyorsunuz. Asimilasyon, kelime manası olarak, kişinin tamamen yeni bir kültüre bağlanması ve kendi kültürünü terk etmesi demek. Bunun neresi pozitif?
“Ganimet Türkleri” diye nitelendirdiğim grubun aslında parçalı gruplar hâlinde ülkeye geldikleri ve tekil bireylerin birbirleri ile neredeyse hiçbir temas kurmadığını göz önüne alırsak, bu bireyler için asimilasyondan başka bir seçenek yoktu. Tamamen yalnız olan bu kişiler bunun dışında nasıl hayatta kalabilirlerdi ki?
O zamanki “entegrasyon kıstasları”, sizin de bahsettiğiniz gibi dil, vaftiz, meslek ve evlilikti. Bunların aslında asimilasyon kıstasları olduğunu düşünmüyor musunuz?
Tabii ki bunlar asimilasyon kıstaslarıdır. Fakat tekrar edeyim: Aksi takdirde o zamanki Türkler tamamen farklı bir çevrede, tamamen izole edilmiş yabancılar olmanın haricinde hayatta kalamazlardı.
O zamanlar “Bu yabancıların tehdit edecek kadar büyük bir çoğunluk oluşturmadığını; hafif dozdaki yabancıların daha sempatik, sayıca çoğalan yabancıların ise korkutucu olduğunu” söylüyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Bu aslında gayet açık: Çoğunluk, toplumsal bir azınlığın sayı olarak güçlendiğini ve dengeleri bozma eğiliminde olduğunu düşünürse, kendini tehdit altında hisseder.
“Ganimet Türkleri”nden gelen kuşaklar, atalarının deyim yerindeyse mecburi toplanmış askerler olduğu düşüncesiyle nasıl baş edebiliyorlar?
Almanya topraklarına esir olarak getirilenlerin şu an yaşayan kuşaklarından tanıdığım kadarıyla, bu insanlar büyükbaba ve büyükannelerinin zamanında istekleri dışında zorla göç ettirilmeleri ile alakalı bir sorun yaşamıyorlar. Zira bu onların tarihî gerçekliği. Onlar daha çok, tarihî olarak olağan dışı bir durum ve yükselişi temsil ettikleri için iftihar ediyorlar.