Tarihsel Tecrübelerden Öğrenilebilecekler
Yahudilerin, Hristiyan dünyasında edindikleri kötü tecrübelere kıyasla İslam dünyasında yüzyıllar boyunca daha huzurlu yaşadıkları herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Fakat bunun dışında tarihten bir örnek vardır ki, o da Müslüman ve Yahudilerin bir arada yaşamının en billur örneklerinden biri olan bir filozoftur. Batılılarca Maimonides, İbranice Rabbi Moşe ben Maymon ya da İslam dünyasındaki ismiyle İbn Meymun olarak bilinen bu filozof, iki dinin etkileşiminin meyvelerini ortaya koyması bakımından da manidardır.
12. yüzyılda duraklama döneminde bulunan Yahudi düşüncesi, Batı’da İspanya’nın güneyinde Müslümanlarla Yahudilerin birlikte yaşamı neticesinde yeniden tomurcuklanmaya başlamıştır. Bu çağ, aynı zamanda Yahudi ve İslam felsefe geleneklerinin birbirleriyle etkileşim içinde olduğu ve bu etkileşimden Musa b. Meymun (1135-1204) gibi Yahudi bir filozofun, Yahudi felsefesine yön veren fikirlerinin doğabildiği bir çağdır. Kozmopolit yaşamın, farklı dinî inanışların düşünsel ve sanatsal alanda nasıl bir altın çağ yaşamalarına olanak sağladığını da yine İbn Meymun örneği üzerinden görebiliriz. O, Orta Çağ’da Greko-Romen, İslam ve Yahudi kültürleri gibi farklı unsurların kendisinde toplandığı özel bir şahsiyettir.1
711 yılından önce İspanya’da Vizigotların ulusal birliği sağlamak adına kullandıkları Katolik temelli politikalar Yahudileri de derinden etkilemiş, bu anlamda ülkede yaşayan Yahudiler millî homojenliğin önünde engel olarak görülerek zorla din değiştirmelere ve köleleştirmeye maruz kalmışlardır. Bu anlamda bir varlık mücadelesi veren Yahudilerin, felsefe, kültür ya da sanat alanlarında bir gerileme içerisine girdikleri gözlemlenmiştir. 711 yılında İspanya’nın fethinin ardından başlayan çok kültürlü ve çok uluslu yaşam, karma ve huzurlu bir toplumsal yapıyı beraberinde getirmiş, böylece hem Yahudi hem de Müslüman düşünürler, birbirlerinin birikimlerinden de istifade ederek, kendisinden hâlâ faydalanılan eserler ortaya koymuşlardır.
Bu düşünürlerden biri de İbn Meymun’dur. Kurtubalı Yahudi şeriati hâkimi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen İbn Meymun, küçük yaşlardan itibaren birçok Yahudi ve Müslüman âlimin rahle-i tedrisinden geçerek tıp, felsefe, matematik, mantık ve metafizik dersleri almıştır. Erken yaşlarda Farabî, İbn Sîna, Gazali, İbn Bacce ve hemşehrisi Kurtubalı İbn Rüşt gibi İslam düşünürlerinin eserleriyle tanışarak bu düşünürlerin fikirlerinden istifade etmeye başlayan ve kaleme aldığı eserlerinde din ve felsefenin birbiriyle ilişkisini irdeleyen İbn Meymun, Yahudi kanunlarının 14 ciltlik bir külliyatı olan “Mişna Tora” eseri hariç sayısı yirmiyi geçen eserlerinin hepsini o dönemin bilim ve kültür dili olarak kabul edilen Arapça’da kaleme almış ve yine birçok Arapça felsefi metni İbranice’ye tercüme etmiştir. Düşüncelerinden etkilendiği Gazali’nin ahlak felsefesinden hareketle ahlak eğitimi konusuna eğilmiş, aynı zamanda bir tabip olduğundan tıp ve ahlak arasında bir karşılaştırmaya giderek ahlakı da insanın zarar görmesini engellemeye yönelik bir tür koruyucu hekimlik olarak tanımlamıştır.
İbn Meymun, entelektüel başarılarını, Müslüman İspanya’da kök salan Neo-Platonik felsefeye borçludur. Müslüman ve Yunan filozoflarına olan takdirini, o dönemler Fransa’da bulunan dostu Rabbi Samuel İbn Tarron’a yazdığı mektubunda dile getirir: “Aristo’nun eserlerini tefsirleriyle birlikte çalışmaya özen göster. Mantık alanında ise Farabî’yi çalışman kafi gelecektir. Yazdıkları eşsizdir.”
İbn Meymun’un talebeleriyle yapmış olduğu kişisel yazışmalarından da anlaşıldığı gibi en çok etkilendiği Müslüman düşünürlerden bir diğeri de İbn Rüşt olmuştur. Bununla birlikte o, Farabi ve İbn Rüşt gibi dâhi şahsiyetlerin din ile ilgili fikirlerinin herkes tarafından idrak edilemeyeceğini düşünmüş ve inananların kalplerinin filozofların fikirleriyle bulandırılmaması ve imanlarının tehlikeye düşürülmemesi gerektiğini dile getirerek, entellektüellerin dinle uzlaşı sağlamak zorunda olduğu düşüncesini savunmuştur.
Yine o, İslam Sufizmi’nden öğrendiği, Tanrı’nın saf gerçeklikle anlaşılamayacak olması fikrinden hareketle, Yahudileri de Tanrı’yı kavrama konusunda benzer bir yola sevk etmiştir. Bu akımla Yahudilerin kendi geleneklerinden vazgeçmelerini değil, onları yeniden okumayı ve Yahudiliğin ezoterik kodlarını yeniden çözmeyi telkin etmiştir.
İslam düşünce ve pratiklerinin günlük ve kültürel yaşama hâkim olduğu bir toplumda büyüyüp yetişen pek çok Yahudi âlimi gibi İbn Meymun da hem Yahudi hem de İslam teolojisine ve fikriyatına hâkim, dolayısıyla bu iki düşünce ve inanç sistemine ait bir filozof olarak kabul edilmektedir. Bu yüzdendir ki son nefesini verdiği Mısır’da vefat ettiği vakit kendisini tanıyan Yahudiler kadar Müslümanlar da üzülüp ardından mersiyeler yazmışlardır.
Orta Çağ’daki Müslüman bir devletin hâkimiyeti altında bu kadar rahatça felsefî metinler kaleme almasından olsa gerek, İbn Meymun’un özellikle Avrupa tarafından Müslüman olduğu düşünülmüştür. Hatta birçok kaynakta onun “bir İslam filozofu” olduğu dile getirilse de esasen o, İslam felsefesinden faydalanma ve ona fikrî bağlamda katkı sağlama olanağının bulunduğu bir toplumda yetişmiş Yahudi bir filozoftur.
Birçok farklı siyasi ve yerel sorun, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan Müslüman ve Yahudilerin ilişkisini etkileyebiliyorken İbn Meymun ve onun Endülüs İslam Medeniyeti içerisinde edinebildiği fikrî hürriyet, bugünkü Müslüman ve Yahudi ilişkilerinde de yolumuzu aydınlatabilir.
Fotoğraf: ©Shutterstock.com/Marques