İtalya’da “Gizli” Bir İslam
1,2 milyonu aşkın Müslüman’ın yaşadığı İtalya, bir Akdeniz ülkesi olarak sıcak kanlı ve toleranslı insanların ülkesi. Yüzlerce yıldır, denizin hemen karşısındaki Müslümanlarla etkileşim içinde olmalarının yanı sıra Sicilya ve Sardinya Emirlikleri ile İtalya, uzunca bir süre kalabalık bir Müslüman nüfusa ev sahipliği yapmış. Avrupa’yı bu günlere taşıyan birçok bilimsel ve sanatsal gelişmenin Çizme kanalıyla kıtayı beslediği muhakkak. Abulkerim Koudry, Kuzey Ligi gibi sağ popülist bir partinin Müslümanların haklarını bloke ettiği İtalya’da bulunuşunun kendisi için nasıl bir sınav olduğunu anlattı.
Müslümanların İber Yarımadasındaki hâkimiyetleri neticesinde oluşan Endülüs medeniyeti oldukça bilinirken, Sicilya’da oluşan kültür ve medeniyet çok da bilinmemektedir. Oysa Müslümanların sekizinci yüzyılda Sicilya’ya iki buçuk asra yakın süre hâkim olmasıyla bu coğrafyada İslam, Grek ve Roma medeniyetleri birbiriyle yoğrulmuş, hatta adada oluşan bu özgün kültürel birikim Müslümanların adadaki hâkimiyetleri sona erdikten sonra bile devam ederek İtalya’ya yansımıştır. Henüz dokuzuncu yüzyılda Puglia’da Müslüman bir azınlığın bulunduğu İtalya’nın Müslümanlarla ilişkisi 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı devletinin fetih çabaları, 20. yüzyıldan itibaren ise sömürge topraklarından getirilen Müslümanlar aracılığıyla kısmen olumsuz bir zeminde devam etmiştir. Ülkede bugün nüfusun yüzde 2’si Müslümandır. Bu sayının yanında çeşitli kuruluşlar ülkede oturum iznine sahip olmayan iki yüz bin Müslümanın yaşamakta olduğu tahmininde bulunmaktadırlar. Bu sayılar göz önüne alındığında İslam, İtalya’da en büyük ikinci dindir.
Buna karşın 1,2 milyon Müslüman için İtalya’da resmî olarak sadece sekiz cami bulunmaktadır. Avrupa’nın birçok ülkesinde bundan elli sene önce Müslümanlar için geçerli olan namaz kılma şartları İtalya’da cami bulunmayan şehirlerde yaşayan Müslümanlar için hâlâ geçerlidir: Birçok şehirde Müslümanlar fabrikalarda, spor salonlarında, dükkânlarda, park ve bahçelerde ya da konteynerlerde cemaatle namaz kılmaktadırlar.
Nicoló Degiorgis’in 2009 yılı ile 2013 yılları arasında kuzeydoğu İtalya’daki Müslümanların geçici olarak ibadet ettikleri yerleri fotoğrafladığı kitabında da belirttiği üzere İtalya’da Müslüman cemaat henüz devlet tarafından kamu tüzel kişiliğine kavuşmuş ya da yaygın bilinen tabirle “tanınmış” bir din değildir. Bu da Degiorgis’in kitabının isminde olduğu gibi “gizli bir İslam”ın yaşanması, merdiven altlarında ya da dükkânlarda derme çatma alanlarda cemaatle namazların kılınması gibi sonuçları doğurmuş durumdadır.
Ülkedeki Müslümanların içinde bulunduğu durumda sağ popülist parti Kuzey Ligi’nin de olumsuz etkisinin payı bulunmaktadır. Yolsuzluk ya da adam kayırma gibi bezdirici nedenlerle 2014 yılındaki yerel seçimlerde oy verme oranının yüzde 44’lere düşmesiyle Kuzey Ligi’nin oy oranı oldukça artmış durumdadır. Yabancı, Avrupa ve Müslüman karşıtı bu parti, en son Papa Franziskus’un Müslümanlarla diyaloğa girerek yanlış bir tolerans gösterdiği açıklamasında bulunmuştu. Yine Padova kenti Belediye Başkanı Massimo Bitonci, en son ocak ayında Paris’teki saldırının ardından “Padova’da camiye yer yok!” şeklindeki açıklamasıyla İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırgan tutumuyla dikkat çeken partinin siyasetini özetlemişti. Daha öncesinde de kamu binalarına haç asma zorunluluğu getiren ve geçtiğimiz ramazan ayında Müslümanların namaz kılabilmeleri için spor salonları ve okulların tahsis edilmesini yasaklayan Bitonci’nin tavrı, Kuzey Ligi’nin İslam siyasetinin en açık örnekleri arasında bulunuyor.
Bu zorluklara rağmen İtalya birçok yerli ve yabancı İslami kuruluşunu çatısı altında toplayan UCOII (İt. “Unione delle Comunità Islamiche d’Italia”) gibi kuruluşların yanı sıra bağımsız olarak faaliyet gösteren başka İslami kurumlara da ev sahipliği yapıyor. İtalya’da yaşayan göçmen nüfusun büyük bir kısmı Fas kökenli Müslümanlardan oluşuyor.
Örneğin Abdulkerim Koudry 25 yıldır İtalya’da yaşıyor. “İtalya’da yaşayan en kalabalık yabancı topluluğun bireyi olmanın birçok zorluğu ve sorumluluğu var.” diyor. Hangi Arap ülkesinden olursa olsun, hatta Pakistan, Hindistan gibi ülkelerin insanlarının bile çoğu zaman Faslı olarak değerlendirildiğini, her türlü olumsuzluğun kendilerine yüklendiğini anlatıyor. Diğer Avrupa ülkelerine nazaran İtalya’da çok da organizeli olmadıklarından yakınıyor ve bunu da genel olarak İtalya’daki koşullara bağlıyor. Çünkü sınırın hemen diğer tarafındaki İsviçre’nin Chiasso, Lugano gibi şehirlerindeki Faslıların daha duyarlı olduklarını söylüyor. Evine beş yüz metre mesafedeki Como Camisinde bir araya geldiği birkaç Faslı arkadaşıyla buradaki insanlar için çeşitli sosyal faaliyetler gerçekleştirmek istediğinden, ancak birkaç küçük toplantının arkasının gelmediğinden yakınıyor.
İtalya, Afrika kıtasının Avrupa’ya açılan tarafında kaldığı için dünya üzerinde en sık kullanılan göç rotalarından da biri durumunda. Yine ülke, Lampedusa gibi ölüm limanları üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mültecilerden hayatta kalanlarının yaşamlarını kısa süre de olsa sürdürdüğü bir aktarma noktası konumunda. Abdulkerim de bundan yirmibeş yıl önce henüz yirmili yaşlarında bir arkadaşıyla birlikte Fas’tan yola çıkmış. İstikametleri ilk başta İngiltere iken, Avrupa içinde bir haftalık bir tren seyahatinin ardından kendisini Como Şehri’nde bulmuş. Anlatırken bile çektiği sıkıntılar yüzüne yansıyor Abdulkerim’in. Ancak, “Bütün bunlar Rabbim’in beni hayata ve daha ağır zorluklara alışmam için sınamasıydı.” diye ekliyor. Savaştan ve ölümden değil de, sadece refaha ulaşmak amacıyla yaşamını tehlikeye atan mültecileri anlamak ona zor geliyor: “Buradaki insanların benim ülkemdeki insanların sahip olmadığı birçok imkânı var. Ama görüyorum ki bu onlara mutluluk getirmiyor. Buna rağmen birçok insan hâlâ canını tehlikeye atarak buradaki refaha (!) ulaşmaya çalışıyor. Gerçekten göç etmek zorunda olanları kastetmiyorum, ama birçok insan hâlâ canı pahasına bu yolculuklara çıkıyor.”
Kendi ülkesinde teknik lise mezunu olan Abdulkerim, İtalya’ya geldikten sonra tekstil fabrikasında çalışırken bir yandan da akşam okullarında İtalyancasını ilerletmiş. Dışarıdan bitirdiği özel sağlıkçı yetiştirme kursları sertifikasıyla 2007’den bu yana zihinsel engellilere hizmet veren bir kurumda çalışıyor.
Önceleri şehrin oldukça dışında bir kasabada yaşayan Abdulkerim, ulaşım zorluğu ve çeşitli imkânsızlıklardan dolayı Como şehir merkezine taşınmış. Yerleştiği daire sosyal binalarda olmasına rağmen hem konum hem de genişlik açısından yeterince iyi. Como’da dünyaya gelen dört çocuğundan en büyükleri 9 yaşındaki Menal ilkokul 4’e, 8 yaşındaki Muhammed 3’e gidiyor. Küçük kızları Riim (3) ile Rania (1) ise evin neşe kaynakları. Abdulkerim çocukların ufak kıskançlıklar haricinde birbirleriyle iyi anlaştıklarını söylüyor. Eşi Ümmü Muhammed de liseyi Fas’ta bitirmiş. Vakti oldukça şehirde Arapça konuşan Müslümanların ziyaret ettiği tek cami olan Via Domenico Pino’ya Kur’an ve tecvid dersleri almaya gidiyor.
Evde İtalyan televizyonlarının yanı sıra Fas kanalları da izleniyor. Bunun çocukların her iki dili de öğrenmesi açısından faydalı olacağını düşünüyor Abdulkerim. Ancak son birkaç yıldır haberleri seyretmekten korkar olduğunu, İslam coğrafyasının her tarafına kaosun hâkim olduğunu, neredeyse güzel bir haber duymaya hasret kaldıklarını söylüyor. Hele Suriye’de kimyasal silahların kullanıldığı saldırıda hayatını kaybeden çocukların görüntülerinin gözünün önünden gitmediğini, Filistin’in ise kapanmayan bir yara olarak içinde durduğunu anlatıyor.
Ne düşündüğü sorulduğunda, bireysel çalışmaların muhakkak önemli olduğunu, fakat “ümmet” olmanın pasifize edildiğini, yarım asır önce birbirine silah çeken Avrupa devletlerinin anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak menfaatleri doğrultusunda bir araya geldiklerini ve küresel bir güç olduklarını sıralıyor. İslam’daki kardeşlik hukukuna bakarak bu erdeme sahip çıkılması gerektiği hâlde, suni sorunlarla Müslümanların birbirine düştüğünü anlatıyor. Söz gelimi ülkesi Fas ve Cezayir arasındaki sınır anlaşmazlıklarına anlam veremediğini; aynı dine hatta aynı fıkhi mezhebe tabi, aynı dili konuşan ve aynı aileye mensup insanların arasına çekilen sınır kavgasının hangi izaha dayandığını anlayamadığını belirtiyor.
Kuzey Ligi’nin parlamentoya taşıdığı ve her defasında yüksek sesle anons ettiği Müslüman karşıtlığı ve ayrımcılıklarla mücadele için farklı bir bakış geliştirmiş. “İtalyanları takdir ediyorum.” diyor: “Bizi sevmiyorlarsa söylüyorlar, yüzümüze gülüp arkamızdan iş çevirmiyorlar. Irkçıysa açıkça bunu söylüyor, sen de ona göre duruşunu belirliyorsun. Ne de olsa burada, Lombardia bölgesinde güneylilere bakış açıları da bize bakışlarından farklı değil.” Ancak bu bakışında, ırkçılık ya da İslam karşıtlığı ile alakalı henüz büyük bir sıkıntı yaşamamış olmasının da payı olduğunu ekliyor.
İtalyan hükûmetinin ve yetkililerin Müslümanlarla yabancılara bakış açısı genel olarak pek değişmiyor Abdulkerim’e göre. “Devlete ve topluma zarar vermediği sürece kendileri için bir sorun olarak görmüyorlar.” diyor. Fakat Müslümanları “potansiyel tehdit” olarak gören Kuzey Ligi’nin bakış açısı, son yerel seçim sonuçlarına göre toplumda oldukça benimsenmiş görünüyor.
Gurbet serüvenleri sıkıntılar içinde başlayan Abdulkerim genel olarak İtalya’da yaşamaktan memnun. Fakat bu memnuniyet, şartlardan ziyade yüce bir gücün planında –hâşâ- hata yapmayacağına olan inancından kaynaklanıyor: “Burada olmak Allah (c.c.)’ın bir yazgısı. Bu konuda insanın tercih şansı olmayabilir. Ama insanın bulunduğu yerdeki duruşu çok önemli. Belki hoşlanmadığımız bir konumda ya da yerdeyiz. Ama şunun farkında olursak işler kolaylaşır: Allah (c.c.) benim şu anda burada olmamı istiyor; çünkü bir misyonum var ya da buradan öğreneceğim bir şeyler var.” Ona göre İtalya’da bulunmasının hikmeti de Müslümanlara yönelik olumsuz söylemlerin oldukça fazla dinleyici bulduğu bir zamanda sabretmeyi öğrenmesi: “Bazen iş yerinde bir sürü sorunla karşılaşıyorum; insanın sabrını zorlayan sorunlar. Ama çekemeyeceğim yükün yüklenmeyeceğini biliyor ve sabrediyorum. Bu şekilde çok yol katettiğime inanıyorum; geçen zamana nazaran daha sabırlı olduğumun farkındayım. Yeryüzünde tesadüf diye bir şey olmadığı ortada. Şu anda karşı karşıyaysak, bu ince bir hesabın sonucu, belki de yıllarca süren bir sürecin neticesi. Ben Fas’tan, siz Türkiye’den burada karşı karşıyayız. Tesadüf mü? Hayır!”
Abdulkerim’e göre Müslümanlar bulundukları yerlerde sorumluluklarını yerine getirmek zorunda. Bu sorumluluk ona göre çoğunluğunu farklı din mensuplarının oluşturduğu bir toplum içinde Müsüman kimliğini doğru bir şekilde tanıtmak ve temsil etmek: “Bazen iş yerinde ya da dışarıda insanlar gelip sıkıntılarını anlatıyorlar. Hatta, ‘Benim dinim bana bu sorunları çözmemde yardımcı olmuyor. Senin dinin yardımcı olabilir mi?’ diyen bile oluyor. İşte orada doğru cevapları verebilmek çok önemli. Bu gibi durumlara hazırlıklı olmak gerekiyor.”
Her şeye rağmen olumsuz şartları Allah’ın izniyle aşabildiğini vurguluyor Abdulkerim: “Eğer yalnızsam, insanlar daha temkinli yaklaşıyorlar, ama ailemle birlikteysem o zaman benim de normal bir insan olduğumu; çocuklarım, ailem ve sosyal yaşantım olduğunu düşündüklerini hissediyorum.”
Fotoğraf: ©Flickr.com/Tambako The Jaguar