“Klasik Alevi Öznenin Varlık Alanı Çarpıtılıp Dönüştürülüyor”
Necdet Subaşı, Türkiye’deki Alevi Açılımı’nın en önde gelen ismi. Din sosyoloğu ve Alevi Çalıştaylarının koordinatörü olan Subaşı ile değişen Alevi kimliği üzerine konuştuk.
Aleviliğe ait bir teolojinin olup olmadığına dair tartışmada farklı pozisyonlar var. Bazıları Aleviliğe yeni bir teoloji üretildiğini söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Aleviliğin bir kültür mü mezhep mi yoksa bugün daha sık dillendirildiği anlamda bir ideoloji mi olduğu çokça tartışılan konular arasında yer alıyor. Alevi aktivistler, gelenekte “Dede” etrafında oluşan inanç ve ritüel temelli bir evrenin bugün nasıl sürdürüleceği konusunda geleneğin klasik muhafızlarından kopuk bir şekilde yeni bir inşa denemesine girişmekteler.
Özellikle 80’li yıllardan itibaren gözlenen bir yayın patlaması, Aleviliği kendi evveliyat ve müktesebatından ayrıştırmaya yönelik bir hevesle çaba harcandığını göstermektedir.
Aleviliği teolojik bir düzeyde tartışmak ya da değerlendirmekten imtina eden yaklaşımlar bugün Aleviliği yeniden kurgulamaya yönelik teolojik bir zemine taşınmaktadır.
Hem Aleviler, hem de diğer mezheplerden araştırmacılar Alevilik hakkında farklı saiklerle farklı değerlendirmeler ortaya koyuyorlar. Siz Aleviliğe dair ilahiyat incelemelerinde hangi hataları gözlemliyorsunuz?
Aleviliği günümüzdeki siyasi-dinî-ideolojik beklentiler içinde kalarak yorumlama çabası geleneğin kendi dünyasını çarpıtmaktan öteye gitmiyor. Çağdaş düşünce hareketlerinin dâhil olduğu fikrî düzlemde Aleviliği yeniden şekillendirme çabası uzun vadede bildik Alevi öznenin hareketin içindeki özellikli konumunun hırpalanacağına işaret etmektedir.
Sünnilerin Alevilerle ilişkilerinde Sünniliği esas aldıkları ya da üstten bakan bir yaklaşıma sahip olmalarının neticesinde Alevileri asimile gayretinde oldukları iddia edilir. Öte yandan Alevilerin de Sünnilerle ilişkisinde ön yargılar ve tarihten tevarüs edilen düşmanca tavırlar dikkat çekebiliyor. Karşılıklı ön yargıların aşılması nasıl mümkün sizce?
Belirttiğiniz gibi, karşılıklı ön yargıların olmadığı söylenemez. Kendini büyük toplumdan her daim ayrıştırma gayreti içinde olan ve bu bağlamda kendini diri tutmak adına sürekli olarak farklılıkların altını çizme çabası içinde olan her yapı sonunda kendine ilişkin bir ön yargı ve merak baskısıyla karşı karşıya gelecektir. Aynı husus merkeze dâhil olma çabasının sürekli püskürtüldüğü ve açıkça marjinalliğe savrulduğu hemen her “azınlık söylemi”nin de benzer şekilde kendi dışındaki varlık ve yapıları belli bir ön yargı temelinde gözlemlemesine yol açmaktadır. Alevi ve Sünniler arasındaki ön yargıların kaldırılması konusunda eğitimden siyasete, ekonomiden dine hemen her alanda dikkatli bir çaba içinde olunması gerekmektedir.
Homojen ve yegâne bir Sünnilikten ya da tek bir Alevilikten bahsedilemezken Sünniliğin ortodoksi, Aleviliğin ise heterodoksi olarak görülmesi ne denli doğru bir yaklaşım?
Bu tanımlama daha çok hakikati kendi tekelinde tutma iddiası taşıyan gruplardan sadır olmaktadır. Söz konusu kavramların bizim dinî dünyamızda birebir karşılığı olmamakla beraber ana akım dinselliğe dâhil olmayan yapı ve grupların heretik olarak takdim edilmesi daha çok hâkim dinî topluluğun temsil ettiğini düşündüğü hakikate sahip olma kaygı ve endişesinden kaynaklanmaktadır. İslam dinî kültür tarihinde daha çok ehli zındık, mülhid, ehli bid’at ya da rafizi kavramlarıyla ifade edilen dinî grupların sonuçta bir şekilde sapkın sayılabileceklerine ilişkin tasavvur kökleşmiş bir bilinçaltının ürünüdür. Bu tür ayrıştırmacı-dışlayıcı tanımlamaların bitmesi için diyaloğun, tanışma ve bilişme süreçlerinin artırılması ve güçlendirilmesi gerekmektedir.
Avrupa Alevileri, kendilerini İslam’dan tamamen ayrı bir inanç grubu olarak tanımlıyorlar. Örneğin Almanya’daki Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonuna göre “Bazı Alevilerin kendilerini hem Alevi hem de Müslüman olarak tanımlamaları, Sünni asimilasyon politikasının bir sonucu.” Bu cümleyi ufak değişikliklerle şu hâle getirebilir miyiz: “Bazı Alevilerin kendilerini İslam’dan tamamen kopuk tanımlamaları, Avrupa’nın Alevileri İslam’dan koparma politikalarının bir sonucudur.”
Bu konularda kalıcı değerlendirmeler yapmak için resmî kayıtlara ihtiyaç var. Aleviliği İslam dışı bir akım ya da kendi başına bir dinî söylem olarak görme çabası içinde olan birtakım örgütlerin hem İslam’la hem de Aleviliğin İslami kökleriyle hesaplaşma çabası içinde oldukları söylenebilir. Bununla birlikte asıl sorun belki de Avrupa temelinde Alevilerin ilgili devletler nezdinde kendilerini takdim etme sorunlarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda İslami köklere atıfta bulunarak kendi durumlarını meşrulaştıran Türkiye kökenli Müslüman organizasyonlara katılarak öteden beri vurguladıkları farklılıklarının eriyeceğinden kaygı duyan kimi stratejist Alevi grupları, ilgili ülkelerin kimi ilginç beklentilerini de dikkate alarak bu söylemde karar kılma çabası içindedirler. Ancak ifade etmek gerekir ki Türkiye Aleviliği bu tür tanımlamaları hem kompleks hem de haince bulmaktadırlar.
Gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da bilhassa sol eğilimli gruplar içerisinde Aleviler çoğunlukta. Bunun nedeni ne olabilir sizce?
Aleviliğin öteden beri muhalif bir dil içinde kendi evrimini sürdürdüğü söylenebilir. Cumhuriyet’in radikal laik politikalarında kendi gelecekleri için uygun bir mecra bulmakta gecikmeyen Aleviler, ilerleyen süreçte kendi geleneksel paradigmalarını laik bir tasavvur içinde sürdürememişler ve bu değişim Alevileri her düzeyde sol grup ve motivasyonlarla aynı hizaya getirmiştir.
Türkiye’de ve Avrupa’da Alevilerin dinî özgürlükleri kapsamındaki haklarını elde edebilmeleri için önce “Aleviliğin İslam’daki konumu” mu tartışılmalıdır? Aleviliğin İslam içi/dışı bir mezhep olup olmadığı tartışması bir tarafa bırakılarak mesafe katedilemez mi?
Bu konunun Sünni ya da diğer dinî oluşumlardan hatta devletten çok Alevilerin düşünmesi gereken bir konu olduğu kanaatindeyim. Bugün yeni zamanların talep ve beklentileri karşısında Aleviliğin bilinen geleneksel-dinî karakterini ne ölçüde sürdürebileceği esaslı bir sorundur. Aleviliği artık etnik temelli bir ideolojik hareket olarak tanımlayanların çabaları klasik Alevi öznenin varlık alanını daraltmaya, çarpıtmaya ve dönüştürmeye başlamıştır. Bugün aslolan Aleviliğin kendi gerçekliğinin nasıl korunup geliştirileceğidir.
Aleviliğin modernlikle imtihanı ne şekilde sonuçlandı? Aleviler modernite ile tecrübeleri bağlamında Sünnilerle ne tarz paralellikler/ayrışmalar gösterdiler/gösteriyorlar?
Aleviliğin bu süreçten başarıyla çıktığı söylenemez. Bugün Alevilik de Aleviler de hem modernleşme dalgasının hem de şartsız koşulsuz bağlandıkları laik siyaset söylemlerinin etkisi altında kendi manevi miraslarına sağlıklı bir şekilde dönebilme olanaklarını kaybetmişlerdir. Sünni dünyanın modernleşme karşısında ortaya koymaya çalıştığı direncin bir benzerini Alevilerde görmek şimdilik imkânsız gibi görünüyor. Dedenin geleneksel rolü aşındırılmış, belli başlı dinî pratikler arasında yer alan ayin-i cem’in manevi anlamı sekteye uğramıştır.
Alevilik ve Alevilerle ilgili tartışmaların siyasi, ideolojik ya da savunmacı bir retoriği aşabilmesinin yolu nedir sizce?
Kişisel kanaatim Alevilerin kendi geleneksel temsillerinin yeniden hatırlanması ve ihya edilmesidir. Bu bağlamda dedeliğin, musahipliğin ve düşkünlük mekanizmasının ele alınması gerekir. Hiç kuşkusuz modern akılcılık, küresel sistemin bozucu etkileri, yeni pazar ekonomileri ve farklı entelektüel ve dinî rekabet alanları da Aleviliğin tarihsel donanımını geçmişte olduğu gibi sadece kırsal yaşam ünitelerine göre değil bugün fazlasıyla dâhil olduğu kent gerekliliklerine göre inşa etmesini gerektirmektedir.
Demin de vurguladığım gibi klasik kaynaklar yeniden hatırlanmalı ve bütün bunların İslami gelenek içindeki yeni konumları samimi ve dindarane bir çabayla emek verilerek geliştirilmelidir. Bütün bu beklentileri siyasallaşmış Alevi aktivistlerinin gerçekleştirmesi ise asla mümkün değildir.