Sünniler ve Diğerleri: Belirsiz Bir İlişki?
Almanya’daki Müslümanlar ümmetin bir parçası. Aynı şekilde ümmetin içindeki birçok kesim de Almanya’da temsil ediliyor. Yani Alman-Müslüman camiası homojen değil, sanıldığından çok daha heterojen. Zenginlik olarak addedilen bu heterojenlik aynı zamanda bazı imkân ve sorunları da beraberinde getiriyor. Peki, “ana akım Müslümanlar” ile “tartışmalı Müslüman gruplar” arasında hâkim olan gerilim hattında aşılması gereken zorluklar neler?
Almanya’da hâkim olan ana akım İslam, Sünni, Türk ve Hanefi etkisi ile şekillenmiştir. Bu ana akım İslam açısından tartışmalı olan gruplar ise Sünnilikten tarihî, kültürel, siyasi ve bilhassa teolojik açıdan birçok noktada farklılık gösteren bazı Şii ve Alevi yönelimlerdir.
Burada bazen uzlaşmalarla sonuçlanan asırlık ihtilaflar mevcuttur. Diğer taraftan liberal Müslümanlar ve Ahmediye cemaati ile ilişkiler hakkında ise hiç konuşulmamaktadır. Bahsi geçen ilk grup sadece birkaç dernekten ibarettir ancak medya ve siyaset tarafından oldukça teveccüh görmektedir. Ahmediye cemaati ise Almanya’da daha uzun zamandır mevcudiyetini sürdürmekte, ancak Alman kamuoyundaki İslam tartışmalarında kısa bir süreden beri yer bulmaktadır.
Sünni İslam, Almanya’ya iş gücü göçü başladığından beri ilk önce camilerde, daha sonra bölgesel ve federal çapta yapılanmalarla organize oldu. Bu yapılanmaların en büyükleri Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Almanya İslam Konseyi, İslam Kültür Merkezleri Birliği (VIKZ) ve Almanya Müslümanları Merkez Konseyi’dir (ZMD). Bu organizasyonların her biri münferit olarak ama aynı zamanda Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi (KRM) üzerinden beraberce, bölgesel düzeyden federal düzeye kadar çok sayıda toplumsal aktörle iletişim hâlindedir. Bunların üyesi olan toplulukların arasında IGMG, ATİB ve IGD, ama aynı zamanda Bosna kökenli cemaatler ve hatta bazı Alevi ve Şii cemaatler de vardır. Bunlar beraberce Almanya’da yaşayan Müslümanların çoğunluğunu, yani “ana akım İslam”ı temsil ederler.
Son yıllarda Almanya’da İslami örgütlenme anlamında iki eğilim öne çıkıyor. İlk olarak İslami hizmetlerin kurumsallaşmasını gözlemlemek mümkün. Bu durum beraberinde farklılaşma ve uzmanlaşmayı getirmektedir. Camiler hâlâ Müslüman cemaat hayatının merkezidir ancak etki alanlarının bölgesel olarak sınırlı olması sebebiyle (artık) tüm ihtiyaçları karşılayamamaktadır. Bu sebeple hâlihazırda mevcut olan kurumlar (örneğin hac seyahat acenteleri, yardım kuruluşları, cenaze hizmetleri ve gençlik ve eğitim çalışmaları) geliştirilmekte ve bununla beraber “sosyal hizmet çalışmaları” ve “manevi rehberlik” gibi yeni faaliyet alanları da ele alınmaktadır.
Bu kurumsallaşma eğiliminin bir diğer sonucu da diğer “Müslüman” cemaatlerin ana akım İslam’ın alternatif temsilcileri veya İslam tartışmalarının ek aktörleri olarak kabul edilme talebidir. Bu, Almanya’da tek bir camileri bile bulunmayan ve liberal olarak adlandırılan Müslümanların zaman zaman dile getirdikleri bir taleptir. Bu durum bilhassa Alman İslam Konferansı’nın yanı sıra birçok başka kurulda da gözlemlendiği üzere, az ya da çok, devletin gizli desteğine dayanan bir gelişmedir. “Ana akım Müslümanlar olmadan olmaz, ama aslına bakılırsa onları da pek istemiyoruz” sloganı doğrultusunda, KRM’den bağımsız hareket eden Şiiler, Aleviler, Liberaller ve Ahmediye cemaati bu gruba dâhil edilmektedir.
Prensip itibarı ile Müslümanlar açısından toplumsal münazaralarda ortak menfaatlerin beraberce savunulmasının önünde bir engel yok. Kiliselerle gerçekleştirilen iyi iş birliği projelerinde de görüldüğü üzere bunun için partnerin Müslüman olması bile gerekmiyor. Fakat Hristiyanlarla ilişkilerde tarafların kendi dinlerini yorumlama sınırları oldukça kesin bir şekilde belirlenmiş durumda ve herkes kendi kaynağından meşruiyetle hayata geçirdiği farklı uygulamalara sahip olduğunun bilincinde. Öte yandan bu durum, bir tarafta Sünniler, diğer tarafta ise Şiiler, Aleviler, Liberaller ve Ahmediye cemaati arasındaki ilişkiler için çok kısıtlı bir oranda geçerli. Arada her şeyden önce teolojik nitelikli olan, ancak açık ve neticeye varılacak bir şekilde tartışılmayan farklılıklar var.
Bu farklılıklara -nihai bir değerlendirme yapmaktan uzak- birkaç örnek verilecek olursa: Şiiler, Hz. Peygamber’in On İki İmam ile devam eden meşru halifeliğinin mirasçısı olduklarını iddia ederler. Gerçek halife olarak Hz. Ali’yi tanırlar ve ondan önce gelen üç halifeyi meşru olarak kabul etmezler. Bunlar Şiilerin kendilerini geniş “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat” dışında bıraktıkları tarihî/teolojik yorumlara verilebilecek sadece iki örnektir; en azından Müslüman-Sünni çoğunluğunun fikri bu yöndedir.
Alevilerin İslam’a dâhil edilmesini, birçok Alevi grubun Allah’a ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’e inanmaları, fakat bu inanç esaslarına Hz. Ali’yi de eklemeleri zorlaştırmaktadır. Ayrıca Avrupa’daki birçok Alevi, İslam’ın helal ve haramlarına uygun yaşamamaktadır. Burada sorulması gereken, Avrupa Alevilerinin kendilerini Müslüman olarak görüp görmedikleridir.
Liberal olarak adlandırılan Müslümanlar, “Liberal Müslümanların Almanya’daki teolojik temeli ortak bir paydadır: O da şehadet, yani inanç beyanıdır. (…) Bu çekirdeğin ötesindeki hiçbir şeyde, dogmatik ve kültürel birlik ne amaç ne de koşul olamaz.” gibi pozisyonlar savunmasalar Sünni ana akım İslam bünyesine dâhil edilebilirler. Zira liberal Müslümanların bu prensibine göre Kur’an’a bağlı olmayan ama köklü İslam öğretisi kapsamındaki her şey reddedilmektedir.
Ahmediye cemaati Almanya’da 2013 yılından beri kamu tüzel kişiliğine sahiptir ve o zamandan beri kamusal İslam tartışmasında daha güçlü bir şekilde temsil edilmektedir. Cemaat kendini “dünyanın en büyük İslam cemaati” ve Almanya’da “örgütlenmiş Müslümanlar arasındaki en büyük cemaatlerden biri” olarak tanımlamaktadır. Ahmediye cemaati “ilahî çağrı sonucunda” oluştuklarına inanmaktadır. Kurucusu Mirza Gulam Ahmed’in bütün dinler tarafından beklenen Mesih ve Mehdi olduğunu savunurlar. Özellikle Ahmediye cemaati kurucusunun peygamber olarak kabul edilip edilmediği veya hangi ölçüde peygamber olarak görüldüğü sorusu Ahmediye cemaati hakkındaki görüşleri farklılaştırmaktadır. Müslümanların birçoğu bu cemaati Müslüman olarak görmez, bu da onların Sünnilerle ve aynı zamanda Şiilerle olan iş birliğine sınırlar koyar.
Buradaki Zorlu Görev Nedir?
Demek oluyor ki, kendisini Müslüman olarak tanımlayan cemaatler arasında kısmen ciddi teolojik farklılıklar var. Bu aslında olağanüstü bir durum değil, zira çoğulcu bir toplumda farklılıklar kabul edilmelidir. Fakat asıl soru şudur: Bu farklılıklar “Müslüman” olarak ortak hareket etmeyi ne derecede etkilemektedir? Zira bu akımların hepsi toplum tarafından “Müslüman” olarak algılanmaktadır. Nitekim laik devlete göre de kendini Müslüman olarak tanımlayan herkes Müslüman’dır.
Sünnilerin karşılaştığı zorlu görev, bir taraftan geniş teolojik profillerini kaybetmemek, diğer taraftan da toplumda ortak faaliyet gösterme fırsatını kaçırmamaktır. Bu görevin saldırgan bir şekilde ve kamusal tartışmalara açık olarak yerine getirilmemesi pragmatik bir tutum olacaktır. Ortaklaşa elde edilenleri yıkıcı tartışmalarla kaybetmeyi kimse istemez.
Bu düşünce doğrultusunda Sünni ana akım İslam cemaatleri ve Şii ve Alevi grupları, Hamburg Şurası, Aşağı Saksonya Şurası ve Hessen İslam Toplumu (IRH) çerçevesinde birleştiler. Türkiye Şiilerinden Ünal Kaymakçı’nın Başkan Yardımcısı olduğu IRH, “hem Müslümanların kökeni açısından (yani tüm Müslüman ülkelerden gelen Müslümanlar) hem de fıkıh ve şeriat ekolleri açısından (Sünniler ve Şiiler) Müslümanların çeşitliliğini Hessen’de göstermektedir.” IRH’nin faaliyet alanları arasında devlet okullarında İslam din dersi verilmesi, imamlık eğitimi, öğretmenlik eğitimi, cenaze işleri ve medya çalışmaları bulunmaktadır. Hamburg Şurası ve Hamburg Şii İslam Merkezi (IZH) beş yıldır beraberce toplumsal konuların görüşüldüğü “Birlik Konferansı’nı” da düzenlemektedir.
Ortaklaşa gerçekleştirilen iyi projelerine rağmen bu tarz oluşumları büyük farklılıkların örtülmesi ve bu tartışmalı cemaatlerin aynı potada eritilerek farklılıkların “meşrulaştırılması” olarak görenler de var. Dikkat edilmezse er ya da geç herkes kendi kırmızı çizgisini aşacaktır; en azından kamu önünde neredeyse hiç dile getirilmeyen endişe bu yöndedir.
Bu gergin ilişkinin ne derece taşınabilir olduğu Almanya’da farklı eyaletlerde deneniyor. Er ya da geç, İslam din dersi, Müslüman ilahiyatçıların ve pedagogların yetiştirilmesi veya sosyal hizmet çalışmaları gibi ülke ve eyaletlerin ortak temsilciliğe büyük önem verdiği somut iş birlikleri söz konusu olduğunda, teolojik esnekliğin ve pragmatik iş birliğinin sınırlarına ilişkin tartışmalar sonuca bağlanmak zorunda kalacak.
Fotoğraf: ©Flickr.com/memnativ