Liberal Demokrasinin Müslüman Azınlıkla İmtihanı
Liberal Demokrasi, Avrupa'nın sac ayaklarından biri. Peki Avrupa'da yaşayan Müslüman azınlıkların liberal demokrasi ile imtihanı gerçekleşiyor?
Almanya Federal Siyasi Eğitim Merkezi’nin (bpb) tanımına göre Liberalizm, bireylerin özgürlük haklarını, kendi sorumluluklarını ve kişinin kendi tekamülünü merkeze alan (individüalizm) ve bireylerin kontrolünü ya da devlet kurumları tarafından paternalizmi azaltmak ve engellemek isteyen bir dünya görüşü.
Bu tanıma Liberalizm’in temel odak noktasının birey olduğu, bireyin haklarının ön plana konulduğu, bu hakların “kamu yararı”na kurban edilemeyeceği de eklenebilir. Liberal hukuk devleti, bireyi (ırkı, cinsiyeti, din ve inanışları fark etmeksizin) hukuk karşısında eşit görür.
Batı’da bugünkü yaygın konumu itibariyle Liberalizm, salt bir siyasi ideolojiden daha fazlasıdır. Liberalizm, bugünkü Batılı devletlerin temel fikridir. Batı kurumları ve siyasi kültürü liberal düşüncenin etkisi altında şekillenmiştir. Farklı ideolojik, felsefi, siyasi yönelimler olsa da –Katolik, ateist, sosyalist, muhafazakâr- mevcut durumda Batı’daki –neredeyse- bütün siyasi partilerin liberal değerleri temel mutabakat zemini olarak tanıdığı/tanımak zorunda olduğu söylenebilir. Bu açıdan –en azından Batı’daki kullanım biçimiyle- liberal düşünceyi bir/birkaç partinin uhdesinde bulunan siyasi bir tercih olarak değil, Avrupa devletlerinin temel mutabakat zemini olarak görmek daha doğru olacaktır. Bu zemin yalnızca kendisini liberal olarak tanımlayan partiler tarafından değil, bütün partiler tarafından paylaşılmaktadır.
Öte yandan bu “ideal” sistem, bazı açmazlardan da azade değildir. Kai Hafez “Özgürlük, Eşitlik ve Hoşgörüsüzlük” (Alm. “Freiheit, Gleichheit und Intoleranz”) isimli kitabının girişinde liberal demokrasinin çıkmazlarından bahseder. Demokratik prensiplerin, bireysel özgürlükle bağlantılandırıldığı bir sistem olan “liberal demokrasi”, dünya genelinde siyasi ve toplumsal tekâmülün yegâne örneği, en mümtaz modeli olarak görülüyordu. Kai Hafez’a göre de bugün dünya üzerinde, demokrasi ve liberal toplum modellerine alternatif, ciddiye alınabilir rakip bir sistem bulunmamaktadır. Fakat liberal siyaset ve toplum modeli, ABD ve müttefiklerinin 11 Eylül saldırılarının ardından verdiği savaş tepkisiyle ciddi bir kriz içine girmiştir. Afganistan ve Irak’taki milyonlarca savaş kurbanı, liberal siyaset ve toplum modelinin “dışa karşı” ne kadar hasmane ve manipülasyona açık olduğunun kanıtıdır. Komünizmin dünya sahnesinden çekilmesinin ardından bu kez “içerde” bir düşman peyda olmuş, göçmenler, İslam ve Müslümanlar liberal temel hakların terörizmle mücadele kapsamında sorgulanmasına yol açmıştır.
Bilhassa Batı Avrupa ülkelerinde cami inşaatlarına ve başörtüsüne dair kısıtlayıcı tartışma ile Müslümanlara (ve kurumlarına) yönelik şiddetin artması liberal toplum ve siyaset modelinin “en iyi siyasi sistem olduğu” iddiasını gölgeye düşürüyor. Bugün adı İslam’la anılan her şeyin ya güvenlik ya terör ya da toplumsal sorunlar bağlamında tartışıldığını ve engellenip kısıtlanma yönünde bir temayül oluştuğunu düşündüğümüzde, Avrupa’da liberal toplum modelinin “bireysel özgürlüklerle” yaşadığı en büyük imtihanı Müslümanlara karşı verdiğini görüyoruz. İslam düşmanı söylemlerin toplumun kıyısında köşesinde, marjinal çevreler tarafından dile getirildiği zamanlardan, bu söylemlerin doğrudan ulusal meclislere taşındığı bir zamana ulaştık. Mevcut durumda Liberalizm’in temel iddiası olan “bireyin özgürlüğünü kamu yararına kurban etmeme” durumu Müslümanların bireysel özgürlükleri söz konusu olduğunda bir anda buharlaşabiliyor.
Hafez bu bağlamda Batı’da Liberalizm’in problemli alanlarını şöyle listeliyor: “İslam’ın oldukça yavaş ilerleyen hukuken eşitlenme süreci, Müslümanların yeterli olmayan siyasi temsilleri, ırkçı oluşumlar, sözde liberal kamusal fikir öncüleri ve entelektüeller, bilim ve okullarda Avrupa merkezci bir dünya anlayışında ısrar…” (Hafez, 2013. S. 10) Bu anlamda özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi temel liberal değerler, Müslümanlarla gerçekleşen karşılaşmada ciddi bir imtihana tabi tutulmaktadır.
Birinci İmtihan: Paternalist Yaklaşım
Liberalizm, bireyin kendisini gerçekleştirme potansiyeline olanak sağlamak gibi bir iddiaya sahip olsa da, Müslümanların bireysel özgürlükleri ve kendi yaşam yollarını inançlarıyla uyumlu bir şekilde dizayn etme niyetleri söz konusu olduğunda bir anda paternalizme savrulabiliyor. Tamamen kendi isteğiyle başörtüsü takan Müslüman bir kadına, ısrarla özgür olmadığını söylemek bu yaklaşımın bir tezahürü. Mevcut durumda liberal demokrasinin bu konudaki yaklaşımını “halk için halka rağmen” gibi bir motivasyonla özetleyebiliriz. Liberalizmin bu anlamda Müslümanlara yönelik tutumu, hegemonik ve yukarıdan aşağıya doğrudur (top-down). Bu yönüyle Müslümanların özgürleşmeleri ve bireyselleşmeleri çağrısında bulunan liberal seslerin özgür, ama kısıtlayıcı; kişinin kendi kararını alması gerektiğini söyleyen, ama kendi kararlarını aldığında da bundan memnun olmayan bir nitelikte olduğu söylenebilir.
Bu yönüyle liberal düşünce, Müslümanlara bir özgürlük alanı açarak değil, onları belli şablonlar etrafında dönüştürmek isteyerek onlara yaklaşmaktadır. Bir yönüyle “Müslüman özne”nin, kendi özgürlük alanlarını belirleyebileceği ve bir Yaratıcı’ya boyun eğmeyi kendi özgürlük anlayışıyla bağdaştırabileceği makbul bir cevap olarak görülmemekte; bunun yerine Müslüman öznenin kendi bireysel tercihlerini hâkim algıya paralel olarak şekillendirmesi beklentisi bazen örtülü, bazen açıktan dile getirilmektedir.
Tam da bu alanda “liberal İslam” terkibi karşımıza çıkmaktadır.
İkinci İmtihan: Bir Hibrit Olarak “Liberal İslam”
Bugün İslam’ı modern hayata uyumlu bir hâle getirmek gerektiğini iddia edenlerin kafasında şöyle bir karikatür vardır: Dünyanın en şanssız ve baskı altındaki kadınına, kendi ataerkil aile yapısı içinde çektiği acıdan kurtulabilmesi için sıcak bir el uzanmaktadır. Bu üstün el, kadını o şeytani yapının içerisinden çekip çıkartmak, ardından kadına kendisini gerçekleştirebileceği, aynı zamanda da gerici, arkaik ve kokuşmuş bütün değerleri arkasında bırakabileceği bir ortam hazırlamak istemektedir. Fakat ortada bir sorun vardır. Acılar içerisinde inleyen o zavallı kadın, kendisine uzanan yardım eline hevesle koşmak bir yana, acılar içerisinde olduğunu bile fark etmemektedir.
Batı’da İslam’a ve Müslümanlara dair bakışın bazı kesimler nezdinde bu şekilde karikatürize olduğu açık. Şimdi bu karikatürde bir namahreme elini uzatmak istemeyen o utangaç kadını bulunduğu cendereden kurtarmak için yeni bir aktörün peyda olduğunu düşünelim. Bu aktöre “liberal İslam” diyebiliriz.
Liberal İslam, Müslümanları ataerkil, gerici, çağa uygun olmayan, ulusalcı, homofobik, irrasyonel (listeyi uzatabiliriz) düşüncelerinden kurtarmak için yine onların içerisinden neşet etmiş bir “hareket” olarak başta Alman kamuoyu olmak üzere diğer Batı Avrupa ülkelerinde gündeme yerleşti. Liberal İslam, “ya İslam, ya Liberalizm” gibi birbirine zıt olarak sunulan iki farklı anlam dünyası arasında bir barıştırma, uzlaşma çabası olarak görülüyor. Bu kombinasyon İslam’ın Batı liberalizmine “direnişi”ni kıran bir model olarak sunuluyor. İki antitezi bir araya getirebilen bir terkip. “Despot İslam” ile “demokratik Batı”nın nihayet buluşabildiği bir zemin. Joseph A. Massad’ın “Liberalizm’deki İslam” kitabında atıfta bulunduğu gibi Avrupalı kadını “dünyanın en şanslı kadını”, buna karşın Müslüman kadını ise “dünyada en fazla baskıya uğrayan kadın” olarak tasarlayan bir zihinde “kurtarıcı” figürü.
“Liberal İslam”ın bir proje olduğu, Müslümanların dinlerini “sulandırmak” için “bazı mihraklar” tarafından beslendiği iddialarının gülünç ve popülist olduğunu kabul ederek şunu söylemekte fayda var: Belki iki antitezi uzlaştırmak gibi bir gereklilikle yola çıkan “Liberal Müslümanlar”, -bazen bilinçli, bazen de farkında olmadan- İslam’a dair her şeyi bir patoloji olarak gören yaklaşımı besliyorlar.
Çünkü bu tonun arka planında şu duyuluyor: “Müslüman, ama liberal.” Bu durumda “liberal”, “aslında hiç de saygıyı hak etmeyen” bir Müslümanlığı “tolere edilebilir” bir seviyeye çekiyor.
Bu hibrit, “İslam”ın özünde sorunlu olduğunu söyleyerek genellemeci bir yaklaşımla “İslam”ı, bir inanç, pratikleri manzumesi olan bir “yapı”yı, “eyleyen, hareket eden, karar veren, yanlış yapan” bir birey mesabesine indiriyor. Bunu yaparken hem nesnel yaklaşımdan uzaklaşıyor, hem de ırkçılığı üreten bir mekanizmanın dişlerine yağ sürüyor.
Üçüncü İmtihan: Müslüman Cemaatin Sorunları Tartışabilme Yetisi
Liberal İslam tanımlamasına bu kadar eleştiri getirirken, dikkatli okuyucunun gözünden kaçmayacak olan bir şey daha var; ki bu tam olarak kendisini “liberal” ya da “muhafazakâr” gibi etiketlerin dışında tutan Müslüman cemaatin imtihanı. Bu imtihanın en fazla puana sahip sorusu ise şu: “Liberal Müslümanların ya da Liberal İslam’ı ve İslam’ın kendini reforme etmesi gerektiğini savunanların işaret ettiği sorunları nasıl tartışabiliriz?”
Bugün Batı Avrupa’daki Müslüman cemaatin, cami cemiyetlerinde ve cemaatin her kademesinde kadınlara açılan alan, tartışma kültürü, bireysel özgürlükler, toplumda var olan diğer gruplara yönelik tavır açısından sorunsuz olduğu iddia edilemez. Bu “iyileştirilmesi gereken alanlar” söz konusu olduğunda, sadece İslam’ı kökünden reforme etmek isteyen insanlar bu sorunlara işaret ettiği için bu soruları görmezden gelmemiz de mümkün değil. Müslüman cemaate yöneltilen eleştirinin bir “forme etme çabası” olduğundan, kullanılan üslubun agresifliğinden, Müslüman geleneği ortadan kaldırma pahasına Müslüman cemaati zorla sekülerleştirme denemelerinden bağımsız bir şekilde bu soru ve sorunları görmek; bunları Müslüman cemaat içerisinde özgüvenle tartışmak zorundayız. Liberal Müslümanlar bu sorunlara işaret ettiği için değil, bu sorunları tartışıp çözmekten başka bir alternatifimiz olmadığı için bu tartışmayı kendi içimizde korkmadan gerçekleştirebilmemiz gerekiyor. Bu da, “liberal İslam” tartışmasında Müslüman cemaatin imtihanı olarak karşımızda duruyor.
Bugün İslam’ın, Liberalizm, sekülerizm, akılcılık, tolerans, insan hakları, kadın hakları, cinsel haklar gibi fenomenlere bir tezat; bununla birlikte baskı, despotluk, totaliterlik, adaletsizlik, hoşgörüsüzlük, irrasyonalite, gaddarlık, homofobi gibi kavramlara daha yakın görülmesi karşısında Müslüman cemaatin (İslami) kavramları tanımlama becerisi ve yetkisini edinmeleri gerekiyor. Müslüman cemaatin, bu yoğun olumsuz algıyla mücadelenin, yeni hibritler oluşturmaktan neden daha “iyi” olduğunu da ortaya koyması gibi bir sorumluluğu var.
Sonuç: Gerçek Çözümler
İslam’ın, Avrupa’nın “iç” ve “dış”taki “öteki” olarak kurgulanması neticesinde “liberal İslam”, bu “öteki”ne “tahammül edebilme”nin araçlarından biri hâline gelmiş durumda. Fakat Batı-İslam, çoğunluk-azınlık, Alman-Türk gibi karşılaşmaları regüle edebilmek, barışçıl bir birliktelik kurgulayabilmek adına ortaya sürülen çözüm modelleri arasında “liberal İslam” belki de en isabetsizi. Müslümanları, “diğerleri”nden ayıran pratikleri minimize etme yönünde bir çaba olarak da görülebilecek olan “liberal İslam” iddiası alternatifsiz değil. Bunun tam karşısında; farklılıkları sıfırlamak yerine bu farklılıkların bir arada barışçıl yaşayabileceği bir model kurgulamak yer alıyor. “Liberal İslam” isimli hibridin hiçbir zaman ne tam “liberal”, ne de tam “İslami” olarak görülmeyeceği gerçeği ortadayken, sürdürülebilir bir çözüm de sunamayacağını kabul etmek zorundayız.