'Dosya: "NSU Terörü"'

NSU-Gizli Servis Karmaşası: Skandallarla Dolu 11 Yıl

Almanya’da 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişiyi öldüren aşırı sağcı Nasyonal Sosyalist Yeraltı terör örgütü NSU’nun son üyesi ve örgütün dört destekçisine karşı açılan dava sonuçlandı. Ancak, 438 duruşma günü süren, 95 yan davacının, 60 avukatın, 600 tanığın katıldığı, 250 dilekçenin verildiği ve Nasyonal Sosyalist yeraltından 1.100 resmin gözler önüne serildiği “yüzyılın davası” hakkında verilen karar terör örgütünün derin bağlantıları gibi pek çok konunun aydınlatılmamış olması nedeniyle hayal kırıklığı yaşattı. Kısa bir ön sonuç değerlendirmesi.

4 Kasım 2011 yılında Eisenach şehrinde Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt karavanlarında ölü bulundu. Yürütülen soruşturmalar sonucunda ikilinin karavanda “anlaşmalı intihar” ettiği sonucuna varıldı. Bugün de resmî olarak hâlâ bunun doğru olduğu savunulmaktadır. Bundan kısa bir süre sonra Alman kamuoyu, 1998 yılında ortadan kaybolan Neonazilerin aslında yalnızca “kaybolmadıklarını”, bu kişilerin “Nasyonal Sosyalist Yeraltı”nı (NSU) kurduklarını öğrendi.

Resmî kayıtlara göre ceza takibi yapan kurumlar ile istihbarat servisleri bu durumdan -güya- on bir yıl boyunca haberdar olmamıştır. Aynı şekilde soruşturmacılar Neonazi cinayetleri ve terör silsilesi hakkında da bilgileri bulunmadığını iddia etmektedir.

On bir yıl boyunca “Döner Cinayetleri” olarak, diğer bir ifadeyle “yabancıların yaşadığı suça meyilli çevrelerde yaşanan cinayetler” olarak görülen 9 cinayet, nefes kesen bir hızla NSU’ya yüklenmiştir. Kısa bir süre içerisinde Heilbronn şehrinde 2007 yılında iki polise yönelik gerçekleştirilen, bir polisin öldüğü saldırının da “çözüldüğü” açıklanmıştır. Yapılan açıklamaya göre iki NSU üyesinin bu cinayeti tek başlarına işlediği belirtilmiştir.

Şaşırtıcı derecede hızlı olan bu bilgi edinimini peş peşe talihsizlikler, muammalar, elim tesadüfler takip etmiştir. NSU ile ilgili cevap arayışı güçlendikçe, özellikle de çeşitli parlamento araştırma komisyonlarının soruları arttıkça olaya dâhil olan kişilerin hafızaları da o kadar zayıflamıştır. Bir gün kasaya kilitli olan bir şey bulunamamış, diğer bir gün su baskını bazı evrakların telef olmasına sebep olmuştur. Polisin ve istihbarat servisinin elinde bulunanlar çoğu zaman aylar, hatta yıllar boyunca, ta ki “çapraz deliller“ ve ifşalar sonrasında gizlenmeleri artık mümkün olmayıncaya kadar yalanlanmıştır.

Yüzlerce “güvenilir kişi”1 dosyası, özellikle de devlet kurumlarının güvenilir kişiler sayesinde NSU hakkında bildikleri/bilmedikleri şeyleri ispatlayabilecek dosyalar yok edilmiştir. Önemli ipuçları yok olmuş, deliller karartılmış, bunlara el konulmuş ve yok edilmiştir.

Örneğin 2011 yılında, NSU üyeleri Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un karavanlarında intihar ettikleri Eisenach-Stregda gibi suç mahalleri bir şekilde kullanılamaz hâle getirilmiştir ve bu durum soruşturmayı da boşa çıkartmıştır. Böyle bir şeyin orada nasıl yaşandığı üçüncü sınıf bir polisiye filme bile yakışmayacak niteliktedir: İtfaiyenin karavanın içinden çektiği fotoğraflara el konulmuştur.

Sonrasında kameranın hafıza kartı tamamen silinmiş olarak teslim edilmiştir. Ardından ilgili bölgede ölüm saatlerini ve ölüm şartlarını adli tıbba belgelemekten kaçınılmıştır. Bunun yerine kamp aracını 30 derecelik eğimli bir rampayla yükleyen ve bu sebeple gerçekleştirilecek olan sonraki tüm “olay mahalli analizini” değersiz kılan bir çekici araç getirilmiştir.

Karartılmış Deliller ve Soruşturma Talihsizlikleri

Polisin ve istihbarat servisinin NSU’nun varlığından çok önceden haberdar olduğunu ispat eden şahitler ortaya çıkmıştır. Bu şahitler, olası tutuklamaların kasıtlı olarak engellendiğini, “güvenilir kişiler”in Neofaşist yeraltına patlayıcı madde, silah, sahte evrak, konut ve para sağlayarak destek olduklarını bildirmişlerdir. Terör ve cinayet eylemlerine başka kişilerin de katılmış olması gerektiğini belgeleyen ve o ana kadar karartılmış olan deliller ortaya çıkmıştır.

Bütün bunlar ışığında olayın aydınlığa kavuşturulacağına ilişkin vaatlerle soruşturmaya yönelik gerçekleşen sabotajların birbirleriyle ne denli bağdaştığı pek çok kişinin zihnini meşgul etmektedir. Ayrıca şu sorulara da yanıt aranabilir: “Soruşturma talihsizlikleri” tesadüf olurken, bu soruşturmalardan elde edilen sonuçlarda neden tesadüf ihtimali söz konusu değildir? Berlin’deki NSU Araştırma Komisyonu 2013 yılında NSU konusunda “ağır kurumsal başarısızlık” tespit etmesine rağmen NSU’nun tam olarak üç kişiden oluştuğu iddiasına bir dakikalığına bile olsa nasıl inanılabilmektedir?

Deliller aydan aya kaybolsa da, var olan deliller birçok suç mahallinde olayların başka bir şekilde gerçekleşme ihtimaline işaret etse de, Almanya’da resmî makamlar NSU ile ilgili kendi anlatılarına sıkı bir şekilde sarılmaktadır.

Kamuoyunda Doğru Kabul Edilen İddialar

Burada NSU ile ilgili Alman Federal Savcılığı, mahkeme ve sermaye destekli medyanın birçoğu tarafından kabul gören dört temel iddiayı hatırlamakta fayda var:

Bu tezlerin emniyetin soruşturma standartları açısından bir dayanağı olmadığı görülmektedir. Bu noktada önemli olan eldeki bilgileri farklı olay örgülerine yerleştirebilmektedir. Bir intihar varsayımında, örneğin NSU ikilisinin Eisenach-Stregda’da 2011’de intihar iddiasında çok az bilgi mevcut ise ve buna karşın birçok bilgi intihardan ziyade cinayeti gösteriyorsa buradaki resmî sonucun “şüpheli” değil, “hatalı” olarak görülmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

Bu anlamda Thüringen Kriminal Daire’den Mario Melzer, Thüringen Vatan Koruma Teşkilatı’nın (Thüringer Heimatschutz, NSU üçlüsünün radikalleştiği aşırı sağcı oluşum) 1998 yılında iz bırakmaksızın ortadan kaybolan üç üyesi ve cinayetleri için şöyle der: “Resmi versiyona inananlar, diş perisine de inanıyordur.” (Stern Nr. 14/2016)

Thüringer Vatan Koruma Teşkilatı (THS) Üyelerinin Yer Altına İnmeye Teşviki

Thüringen Vatan Koruma Teşkilatı (THS) liderleri yeraltında kaybolmadılar, aksine bunu yapmaya davet edildiler, cesaretlendirildiler ve neredeyse bunun için etkinleştirildiler. Thomas Starke isimli kişi yalnızca Neonazi lideri değil aynı zamanda Thüringen Vatan Koruma Teşkilatı (THS) yandaşlarına verdiği patlayıcılar 1998 yılında Jena’daki bir garajda bulunacak olan bir “güvenilir kişi”ydi. Daha o zaman bir Neonazi örgütünün 1.4 kilo TNT patlayıcı maddeye sahip olduğu bilinmesine rağmen ne bir tutuklama emri çıkarılmıştı, ne de Ceza Hukuku’nun Madde 129a’sı (Terör Örgütü Kurma) uyarınca bir soruşturma başlatılmıştı. Yeraltına inip NSU’yu kuran bu üçlü tutuklanmak istenmemiş, aksine yeraltı için etkin hâle getirilmek istenmişti.

Soruşturma makamları da yeraltına inen THS üyeleri ile bağlantılarını asla koparmadılar. Hatta 1998 yılında ele geçirilen “garaj listesi” ile bu yeraltının bir haritasına bile sahip oldular.
Bu garaj listesi on yılı aşkın bir süre boyunca değerlendirmeye alınmamış ve adli emanet biriminde kaybolmuştur. Bu liste Thüringen Eyaleti NSU Araştırma Komisyonu Raporu’na göre 2011 yılında derlenen dosyalarla birlikte ortaya çıkmıştır. (NSU Thüringen Nihari Raporu, S. 1583).

Bunun sebebi herhangi bir soruşturma talihsizliği değildir. “Garaj listesi” olarak bilinen bu gizli adres listesinde Almanya’daki sadece 50 Neonazi değil, aynı zamanda dört “güvenilir kişi” de yer almaktadır. Alman iç istihbarat servisi olan Anayasayı Koruma Daireleri’nin birlikte çalıştığı bu “güvenilir kişi”ler şunlardır:

Dolayısıyla bu adres listelerini kaybetmek için oldukça mühim sebepler vardı: Anayasayı Koruma Dairesinin ortadan kaybolan Neonazilerin ipini çekmek gibi bir amacı yoktu ve kimse bu Neonazi yapısının devlet ile bağlantılı olan kısmını kamuoyuyla paylaşmak istemiyordu. Bu telefon listesini yok edenin amacı, ortadan kaybolan ve NSU’yu kurarak en az 10 kişiyi öldüren Neonazilerin yeraltında çalışmalarına devam etmelerini sağlamaktı.

Güvenilir Kişiler Olmasaydı, NSU Da Olmazdı

Gizli servisin ve polisin çalıştırdığı “güvenilir kişiler” ciddi bir şekilde ve maddi olarak desteklenmiş olmasaydı Nasyonal Sosyalist Yeraltı da oluşamazdı.

Resmî makamlar Neonazilerin silahlandığından, planlı banka soygunlarından, yeraltına indikten sonra edindikleri sahte kimliklerden haberdar olmalarına rağmen terör örgütü kurmak suçundan bir dava açılmasını engellemiştir. Aynı zamanda Federal Kriminal Daire ve Federal Başsavcılık, mevcut bilgiler sebebiyle soruşturmaları merkezileştirmeyi, dolayısıyla da kendilerine yakınlaştırmayı reddetmiştir.

Thüringen Eyaleti NSU Araştırma Komisyonu, Thüringen Anayasayı Koruma Dairesinin rolüne bakarak şu sonuca varmıştır: “Firarilerin kaçışını durdurmada ilerleme sağlayabilecek ve banka soygunları için hazırlıklarını ortaya çıkartabilecek önemli bilgilerin geri planda tutulmasıyla Eyalet Anayasayı Koruma Dairesi en azından dolaylı olarak firarileri korumuştur (…)” (S. 1584)

Araştırma Komisyonu nihai raporunda birkaç sayfa sonra şu sonuca ulaşmıştır: “Anayasayı Koruma Dairesi (Neonazi üçlünün) Chemnitz bölgesinde kaldığına dair bilgilere çok kısa bir sürede ulaşmıştı. Ancak 1999 yılı sonuna kadar Thüringen Kriminal Daire’ye gelen mesajlar firarilerin yurt dışında bulunduğu yönündeydi. Bu durum Eyalet Anayasayı Koruma Dairesinin firarileri ele geçirmeyi sadece sözde amaçladığı şüphesini artırmaktadır.” (S.1595)

İçişleri Bakanlıklarından Gelen Talimatlar

Yeraltına inen Neonazileri tutuklamak için birçok farklı fırsat vardı. Birçok kez bu tutuklamaların gerçekleşmemesinin sebebinin aksilikler değil, aksine ilgili içişleri bakanlıklarından gelen talimatlar olduğu görülüyor.

MDR Radyosu, Thüringen Eyaleti Kriminal Daire’ye atıfta bulunarak, üç ana şüphelinin izinin 1998’de ortadan kaybolduktan kısa bir süre sonra soruşturmayı yürüten memurlar tarafından bulunduğunu, fakat emniyetin özel harekat komandosunun bu kişilere ulaşım imkânı varken son anda geri çağrıldığını bildirmiştir.

Ortadan kaybolan THS üyelerinin tutuklanmasının reddedildiği 2002 yılına kadar belgelenmiştir:
“Geçtiğimiz hafta Thüringen Eyaleti Yargı Komitesinin gizli bir toplantısında 2000 ile 2002 yıllarına ait yarım düzine belgenin mevcut olduğu, bu belgelere göre İçişleri Bakanlığının tutuklama girişimlerini önlediği ortaya çıkmıştır. (FR, 8.12.2011)

Brandenburg İçişleri Bakanlığı da THS üçlüsünün tutuklanma girişimini engellemiştir. 1998 yılında Brandenburg Eyaleti Anayasa Koruma Teşkilatı’na bir bilgi ulaşmıştır: Bu muhbir sayesinde gizli servis, Chemnitz bölgesinden bir Neonazi olan Jan Werner’in yeraltında izini kaybettiren (ve aranan), daha sonra “üçlü” olarak adlandırılan Neonazilere silah temin etmekle görevlendirildiğini öğrenmiştir:

“Brandenburglu muhbirin bu notu kaydetmesinden üç gün sonra Potsdam İçişleri Bakanlığında, Thüringen ve Saksonya Anayasayı Koruma Dairelerinin temsilcilerinin de katıldığı gizli bir konferans gerçekleştirilmiştir. Bunun kanıtı, Saksonyalı katılımcıların tuttuğu bir protokoldür. (…) Bu protokol Brandenburg Bakanlığının yeraltında gizlenen üç kişinin aranmasını aktif bir şekilde engellediğini belgelemektedir.” (Zeit-Online’nin NSU davasına ilişkin blogu, 10 Mayıs 2016)

Gizli Servis Yeraltının Bir Parçası Hâline Geldi

Brandenburg’ta NSU üçlüsünün silah temin ettiğini söyleyen muhbir, Brandenburg Anayasayı Koruma Dairesi için güvenilir kişi olarak çalışan ve “Piatto” kod adını taşıyan Carsten Szczepanski’den başkası değildir. Eğer güvenilir kişilerin çalışmalarının ve bilgilerinin gerçekten ağır suç eylemlerini önlemesi veya bunları aydınlatması amaçlansaydı, bir sonraki adım bu haberi soruşturma amaçlı olarak polisle paylaşmak olurdu. İşte tam da bu adım atılmadı: Protokole göre “Bakanlık, arananlar listesindeki bu kişilere ilişkin ihbarda geri adım atmış ve bu kaynak bilgisini polise vermeye hazır olmadığını bildirmiştir. Yetkililer bu durumda Carsten Szczepanski’nin muhbir olarak açığa çıkmasından endişe etmişlerdir. (Zeit-Online’nin NSU davasına ilişkin blogu, 10 Mayıs 2016)

NSU’nun on bir yıllık yeraltı geçmişi hakkında şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Gizli servis, çok sayıdaki güvenilir kişisi sayesinde yeraltında NSU’nun izini sürmekle kalmamış, kendisi de yeraltının bir parçası hâline gelmiştir.

Bir “Terörist Üçlü” Kurgusu

NSU’nun yalnızca üç üyesi olduğu iddiası gerçek değildir. NSU kendi itiraf videosuna göre kendisini, “Az laf, çok iş prensibi doğrultusunda hareket eden bir yoldaşlar ağı” olarak görmektedir. Eğer Ceza Hukuku’nun 129a Maddesi uyarınca bir soruşturma gerçekleştirilse ve olaylar aydınlatılsaydı, bu terörist yapının varlığına fiili olarak katılımda bulunan çok sayıda kişi olduğu görülürdü. Düzinelerce Neonazi’nin bu terörist yeraltını inşa etmek ve donatmakla uğraştığı kanıtlanabilir. Dolayısıyla “terör üçlüsü” kurgusu gerçekle kesinlikle örtüşmemektedir.

Resmî makamların tutumları 2000 yılına kadar bir “terör örgütünün desteklenmesi” iken, 2000 yılında gerçekleşen ilk cinayetin ardından NSU üyelerinin tutuklanmaması nedeniyle buna bir de “cinayete yardım ve yataklık” eklenmektedir.

Alman makamlarının (polis, gizli servis ve Ordu Savunma Hizmetleri –MAD dâhil olmak üzere) 40’ı aşkın güvenilir kişi ile NSU ağına dâhil olduğu ortadadır. Bu sayı inanılmaz derecede yüksek, ama yine de eksiktir: Zira bu sayı sadece bugüne kadar ismi veya kod adı bilinen, “güvenilir kişi” olarak listelenen Neonazileri kapsamaktadır. Şu ana kadar bu güvenilir kişilerin cinayetler serisi başlayana kadar NSU ile iletişimlerinin kesildiğine dair bir kanıt da yoktur. Eğer aksi söz konusu olsaydı, güvenilir kişilere ilişkin Federal Anayasa Koruma Dairesi’nde bulunan çok sayıdaki dosya 2011 yılında imha edilmez, aksine kanıt olarak mahkemelere ve araştırma komisyonlarına sunulurdu.

NSU kurbanı Halit Yozgat’ın ailesini temsil eden Avukat Thomas Bliwier, NSU’nun eylemlerini kısa ve öz bir şekilde “Anayasayı Koruma Dairesi tarafından göz yumulan cinayetler” olarak nitelendirmiştir (hart aber fair Programı, 5.3.2016).

İflas, Talihsizlik ve Aksilikler Masalı

Buraya kadar NSU ile ilgili listelenen 1001 aksilik arasında daha sonra “Konfeti Operasyonu” adını alan Federal Anayasa Koruma Dairesindeki güvenilir kişi dosyalarının 2011 yılında imha edilmesi de yer almaktadır. Burada bir Neonazi örgütü olan Thüringen Vatan Koruma Teşkilatı’na (THS) sokulan Neonazi güvenilir kişilerin dosyaları yok edilmiştir. Bu oluşum, tanınmış üç NSU üyesinin 1998 yılında yeraltında kaybolmadan önce siyasi yuvası olan THS’dir. Federal Anayasa Koruma Dairesi’ndeki “Lothar Lingen” kod adlı bölüm başkanı dosyaların yok edilmesini şahsen düzenlemiştir.

Uzun süre boyunca, resmen suç eylemi olan bu dosya yok etmeye ilişkin iki açıklama yapılıyordu: Bunlardan birincisi olayın gerekçesi olarak bir yanlışlık/aksilik olduğunu öne sürmekteydi. İkinci açıklama da oldukça popülerdi: Dosyalar yok edilirken sadece Veri Koruma Hükümleri’nin gerekleri yerine getirilmiş, yani “bilgileri silme sürelerine” uyulmuştu. Her iki açıklama da Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nde güvenilir kişi dosyalarının imha edilmesine ilişkin olarak öne sürülmüştür. Bu bölüm başkanı “Lothar Lingen” 24 Ekim 2014 yılında yapılan bir sorgulama esnasında konuyla ilgili şöyle bir açıklama yapmıştır: “Thüringen’deki kaynaklarımızın sayısı bilinmezse, Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin neden hiçbir şeyden haberi olmadığı sorusunun da ortadan kalkacağını düşündüm.” (FR, 5.10.2016 )

Bu ifadeyle birlikte bugüne kadar “devletin NSU’daki başarısızlığının tamamen talihsizlikle ilgili olduğu” iddiası da geçerliliğini yitirmiştir. Aynı zamanda bu ifade genelde komplo teorisi olarak görülen bir gerçeği de gün yüzüne çıkartmıştır: NSU’ya yakın olan güvenilir kişi dosyalarının imha edilmesindeki amaç, resmî makamların “bilgi sahibi olmadığı” konuları ortadan kaldırmaktır.

NSU Neonazi Bir Terör Örgütü ve Bir Devlet Sırrıdır

Neonazi örgütler devlet müdahalesi olmadan var olurlar. NSU’nun Alman devletinin icadı olduğu iddiası ne kadar yanlışsa, Alman devletinin Neonazi yeraltının kurulumuna iştirak ettiği, cinayetlerin önlenmesini engellediği ve cinayetlerin aydınlanmaması için çalıştığı da o kadar gerçektir.

Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin Ekim 1996’dan Kasım 2005’e kadarki başkanı Klaus-Dieter Fritsche istemeden de olsa bu alaşıma işaret etmiştir. Fritsche 2012 yılında Berlin’de Parlamento Araştırma Komisyonu’na ifade vermiştir. Fritsche’den gizli servisin NSU hakkında ne bildiği, NSU yakınındaki hangi “güvenilir kişileri” idare ettiği hakkında bilgi vermesi istenmiştir. O da Araştırma Komisyonu’na bu konunun kendisini ilgilendirmediğini söylemek isterken açıklamalarıyla tam da gizlemek istediklerini ifşa etmiştir:

“Hükümetin prestijini düşüren devlet sırları açıklanmamalı. (…) Burada ‘sadece gerekli olduğunda bilgi’ ilkesi geçerli. Hatta bu yürütme içinde bile geçerli. Bu sebeple Federal Hükümet veya bir eyalet hükümeti bahsettiğim olay örgüsü için bir belgenin komisyona sunulmamasına veya karartılarak sunulmasına karar verirse, bu işbirliği eksikliği değildir, anayasa hükümlerine riayet edilmesidir. Bu hepimizin menfaatine.”

Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin NSU üçlüsünün yeraltına inmesi, orada NSU’yu kurması, NSU üyelerinin yerleri ve cinayet planları hakkında hiçbir şey bilmediği iddiası bugün de benimseniyor. Eğer durum böyle olsaydı, güvenilir kişi dosyalarının açıklanması bir “devlet sırrı” olmazdı. Fritsche “devlet sırlarını” korumak için çabaladığını söylediğinde, aslında “güvenilir kişiler” hakkında bilinenlerin ifşa edilmesi ile Neonazi terör örgütünde devletin de payı olduğunu açıklamak zorunda kalacağını söylüyor.

©Flickr.com/Rasande

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler