'19 Şubat'

Hanau Saldırısı: “Geceleri Kafamdaki Sorular Yüzünden Uyuyamıyorum”

Ferhat Unvar, Gökhan Gültekin, Hamza Kurtović, Said Nesar Hashemi, Mercedes Kierpacz, Sedat Gürbüz, Kaloyan Velkov, Vili Viorel Păun, Fatih Saraçoğlu... Bu 9 kişi Hanau’daki ırkçı saldırıda hayatını kaybetti. Hanau Yabancılar Meclisi Başkanı Selma Yılmaz-İlkhan ve Hanau İslam Cemiyeti İmamı Macit Bozkurt’la saldırının etkilerini konuştuk.

3 Haziran 2020 Elif Zehra Kandemir
Irkçılığa Karşı Eylem Birliği'nin ırkçılığa karşı başkent Berlin'de düzenlediği protesto gösterisinde 19 Şubat 2020 tarihinde Almanya'nın Hanau kentinde ırkçı saldırı sonucu hayatını kaybedenler anıldı. | Fotoğraf: Anadolu Images

Perspektif: 19 Şubat Hanau saldırısı, yalnızca şehir için değil, tüm Almanya için bir dönüm noktası. Bize o geceden bahsedebilir misiniz?

Selma Yılmaz-İlkhan: 19 Şubat gecesi silahlı saldırı haberini alır almaz, Hanau Belediye Başkanı’nı aradım. Kendisi polis ve itfaiye ile irtibatta olduğunu, 8 kişinin öldürüldüğünü, 5-6 yaralı olduğunu, hepsinin yabancı kökenli olduğunu, ama olayın arka planının bilinmediğini söyledi. Belediye Meclisi’nde ve diğer platformlarda görüştüklerim, ilk etapta saldırının çetelerin işi olabileceğini iddia ettiler. İşin içinde Arena Bar, Shisha Bar varsa, kesin uyuşturucu ya da mafya olaylarıdır gibi bir algı vardı önce.

 Macit Bozkurt: Saldırı camimize 600 metre mesafede gerçekleşti. Yoğun bir şekilde polis arabaları ve helikopter olay yerine intikal ediyordu. Kriz anlarında hava puslu olur. Saldırıdan hemen sonra yalan içerikler, sesli mesajlar gönderildi; ciddi bir dezenfermasyon yaşandı. Saldırıya maruz kalanların yabancı olduğu, iki farklı çetenin hesaplaşması olabileceği ileri sürüldü. İlk gazete manşetlerinde de saldırı böyle yansıtıldı. Rus mafyasıyla Türk mafyasının hesaplaşması veya Türk-Kürt çatışması olarak değerlendirenler oldu. Sabah olunca böyle olmadığını gördük.

“Evladını Irkçı Saldırıda Kaybetmek Çok Acı”

Perspektif: Saldırı sonrası ailelerin durumu ve tepkisi nasıldı?

Selma Yılmaz-İlkhan: Saldırı Hanau’daki herkes için çok şaşırtıcıydı. Çünkü Hanau’nun göç tarihi Türkiye’den gelen misafir işçilerden çok önce, Huguenotların 1600’lere dayanan göçüne kadar uzanıyor. Yani Hanau çokkültürlülüğün uzun zamandır yaşandığı bir şehir.

Saldırının ertesi günü Belediye Meclisi ve Müslüman çalışma gruplarıyla manevi destek sunmak adına ailelere gittik. Bazı aileler kendi evlatlarının kurbanlar arasında olup olmadığını bile henüz bilmiyordu. Ailelerde şok, belirsizlik ve acı vardı. 9 kişinin 12 dakikada nasıl öldürülebildiğini anlayamıyorlardı. Evladını kaybetmek ne demek, belki tahmin yürütebilirsiniz; ama bu şekilde ırkçı bir saldırıda kaybetmek çok daha acıydı.

Bununla birlikte ben yalnız bırakılmamanın ailelere iyi geldiğini düşünüyorum. Hanau Belediye Başkanı ilk andan itibaren bütün ailelerin yanına gitti. Bu da ailelere farklı bir güven verdi. “Siz- biz” değil de “biz” vurgusunun yapılması, ölenlerin hepsinin canımız olduğu mesajının verilmesi çok önemliydi. Ertesi gün Hanau’da her yere “Biz eşitiz” ve “(Öldürülenler) yabancı değillerdi” afişleri asıldı. Bunlar acıları dindirmese de, bir teselli sağladı.

Macit Bozkurt: Saldırının hemen ardından aileler çok ciddi şekilde rahatsız edildiler. Bazı basın mensupları saldırıda yaralanmış bir kardeşimizle, daha olayın üzerinden bir gün geçmeden röportaj yapıp, “İlk röportajı biz yaptık” gibi servis ettiler. O çocuğun o anki psikolojik durumunu düşünmeyenler oldu. Aileler kapılarına “basın gelmesin” yazıları asmak durumunda kaldı.

Bugün de ailelerin acısı devam ediyor. Daha dün buradaki mezarlığa bir cenaze namazı için gittiğimde, orada aileleri çocuklarının kabirleri başında gördüm.

Korona bir virüs, ama Hanau ve onun arkasındaki ırkçılık en az onun kadar tehlikeli bir virüs. Bunu gündemden düşürmememiz gerekiyor.

Perspektif: Hanau saldırısının ardından aileler ve Müslüman toplum yas sürecini doğru yaşayabildi mi sizce?

Selma Yılmaz-İlkhan: Ben Hanau’nun yeterince konu edildiğini bile düşünmüyorum. 19 Şubat’tan hemen sonra Hanau’da büyük bir anma töreni düzenlendi. Merkel ve Steinmeier başta olmak üzere üst düzey siyasiler geldiler. Onların ailelere güç vermeleri çok değerli; fakat ben hemen ardından koronavirüs salgınının başlamasıyla birlikte Hanau’nun unutulduğunu düşünüyorum. Korona bir virüs, ama Hanau ve onun arkasındaki ırkçılık en az onun kadar tehlikeli bir virüs. Bunu gündemden düşürmememiz gerekiyor. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, şahıslar olarak Hanau’nun unutulmasına izin veremeyiz.

Öldürülenlerin aileleri için hayat felç olmuş durumda. Bugün hâlâ Dresden’de salgına rağmen Pegida’ya eylem yapma izni veriliyorsa, demek ki biz Hanau’dan gereken dersleri çıkartmamışız demektir. Biz Müslümanlar olarak Hanau’ya farklı bir acıyla bakıyoruz. Aynı incelikle bakmak konusunda toplumun diğer kesimlerini de yönlendirmemiz gerekiyor.

“Hanau Saldırısını Unutturmamayı Kendimize Görev Addettik”

Perspektif: Hanau saldırısının unutulmaması ve ırkçılıkla mücadele için ne tarz faaliyetlerde bulunuyorsunuz?  

Selma Yılmaz-İlkhan: Saldırının ardından ailelerden, “Biz bu olayı hiçbir şekilde atlatamayacağız, hayata tekrar tutunamayacağız.” diyenler oldu. Evladını kaybeden ailelerin başka çocukları da var, onlar da ailelerinden destek bekliyorlar; ama bu esnada bu acı olay karşısında “Ben bittim” diyen aileler var. Sonrasında aileler, “Bir daha böyle bir olayın gerçekleşmemesi için neler yapmamız gerekiyor; bir oturup konuşalım” dediler. Bunun üzerine okullara gidip ırkçılığa dair hassasiyet oluşturmak adına bir dernek kurduk. “19 Şubat Hanau – Tolerans ve Medeni Cesaret Enstitüsü” isimli bu derneğin yönetim kurulunda saldırıda evlatlarını kaybetmiş aileler var. Ayrıca 13 Kasım 2018’de tren raylarına düşen birini kurtarırken hayatını kaybeden Hanaulu Mustafa Alptuğ Sözen’in ailesi de derneğin yönetim kurulunda. Mustafa Alptuğ bir insanı kurtarmak isterken canından oldu; diğer yanda ise hiçbir suçu yokken öldürülen insanlar var.

Evladını kaybeden ailelerin bir araya gelmesi onların acılarını dindiriyor. Örneğin saldırıda hayatını kaybeden Gökhan Gültekin Ağrı’ya defnedildi. Annesiyle konuştuğumda Hanau’daki mezarlığa her gün gittiğini ve en rahat orada nefes aldığını söylüyor. “Ferhat’ı, Hamza’yı ve Said Nesar’ı ziyaret etmek bana iyi geliyor; sanki Gökhan’ı ziyaret etmiş gibi oluyorum.” diyor. Bu gençlerin hepsi ayrı gün doğdular, ama aynı gün öldüler. Bu durum ailelerde kader birliği oluşturdu.

Dernek çalışmalarını şu an salgın nedeniyle video konferanslar üzerinden sürdürüyoruz. Ailelerle sık sık görüşüyor, hayatını kaybedenleri nasıl anabileceğimizi konuşuyoruz. Her ayın 19’unda bu 9 insanımız için farklı anma törenleri düzenliyoruz. Ramazanda ailelere yönelik basına kapalı bir iftar programımız oldu. Hayatını kaybedenlerden üçü Ortodoks olduğu için bir Ortodoks papaz ve Macit Hocamın katıldığı, ölenlerin dinî törenle de anıldığı bir programdı bu. Hanau saldırısını unutturmamayı kendimize görev addettik.

“Bu İnsanlar Müslüman Oldukları İçin Öldürüldü”

Perspektif: Almanya’da Hanau saldırısı kurbanlarını anma törenlerinde Türkiye bayraklarının açılması eleştirildi.  Saldırının burada yaşayan göç kökenli insanlara dair “kimlik” tartışmalarına nasıl etkileri oldu sizce?

Macit Bozkurt: Hanau’da yaşayan gençler kendilerini buralı hissediyorlar. “Nerelisin” sorusuna cevap olarak “Hanau Marktplatz” diyorlar mesela. Öldürülen gençlerimiz de burada doğup burada büyüdüler. Türkiye’yi, Bosna’yı, Afganistan’ı, Pakistan’ı, ailelerinin geldiği ülkeleri bilmiyorlar; oranın dilini konuşmakta bile zorlanıyorlar.

İnsanoğlu bir kriz karşısında tutunacak bir yer arar. Hanau saldırısından sonra da birçok genç, “Arkadaşlarımız neden öldürüldü?” sorusunu kendilerine sordular. Bu sorunun cevabı saldırganın manifestosunda çok açık bir şekilde beyan edilmiş. Bu insanlar “yabancı” olarak görüldükleri, Türk oldukları, Müslüman oldukları için öldürüldü. Bu durumda Türkiye bayraklarının açılması, insanların kendi kimliklerine yönelik bir saldırıya tepki olarak anlaşılabilir.

Öte yandan, biz Alman toplumunun bir parçasıyız. Bu durumda Türkiye bayrakları ne kadar bizim bayrağımızsa, Almanya bayrağı da aynı oranda bizim bayrağımız. Bizim Hanau’nun bir parçası olduğumuz mesajı açık bir şekilde verilmeliydi. Fakat yineliyorum: Çok dehşetli bir olay yaşadık. İnsanların hissiyatını da arka plana atamayız.  

Gençler yakinen tanıdıkları, birlikte okudukları, top oynadıkları insanları kaybettiler. Bu öfke ve hüzün bir araya geldiğinde gençler bir süre duygularını nasıl kontrol edeceklerini bilemediler. Yine de “Biz bu toplumun bir parçasıyız, hiçbir yere gitmeyeceğiz. Bir saldırganın yaptığı eylem yüzünden bütün bir toplumu yargılayamayız.” dediler. Saldırıdan sonra cami önüne gelip gençlere, “Hocanız bugün sizi intikama davet etti mi?” diye soran basın mensupları bile oldu.

Bir aile ile görüşmemizde bana şunu söyledi: “Alman devleti saldırıyla ilgili gerekli araştırmayı yapmıyor. Faillerin kim olduğunu ortaya çıkarmıyor. Ben bundan sonra Alman vatandaşlığımı geri verip, kendi köken ülkemin vatandaşlığına geçeceğim.” Bu hissiyatı anlamamız gerektiğini düşünüyorum. İnsanların böyle büyük saldırı karşısında kimlik arayışına girmeleri gayet doğal. Bizim üzerimize düşen bu hüznü, yeniden umuda çevirmeye çalışmak.

Bizim bu topluma, nasıl bir babanın evladını kaybettiğimizi göstermemiz gerekiyor.

Selma Yılmaz-İlkhan: Afgan kökenli Said Naser Hashemi’nin babası saldırıdan sonra her akşam oğlunun öldürüldüğü yere gidip arkadaşlarıyla konuşuyor. Ben de bir akşam gittim ve kendisini geriden izledim. Orada arkadaşlarını kaybetmiş, ağlayan gençlere şunu dedi: “Bakın bana söz verin. Hiçbir zaman böyle bir eylemi yapmak aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Hanau’da doğup büyüyen gençler olarak hiçbir zaman bu şehre bir daha böyle bir acı yaşatmayacaksınız.”

Bizim bu topluma, nasıl bir babanın evladını kaybettiğimizi göstermemiz gerekiyor. Hiçbir şekilde bu toplumdan nefret etmeyen, bu topluma gereken desteği sağlamış aileler evlatlarını kaybetti.

Hanau Saldırısı: “Saldırgan Tek Başına Mı Hareket Etti?”

Perspektif: Hessen Eyalet Meclisinde Hanau saldırısı ile ilgili bir toplantı yapıldı. Kurban aileleri oraya da katıldılar ve sorularına cevap alamadıklarını ifade ettiler. Nedir bu sorular? Aileler hangi konuların açıklığa kavuşturulmasını bekliyorlar?

Selma Yılmaz-İlkhan: Hessen Eyalet Meclisi İçişleri Komisyonunda, Sol Parti’nin verdiği bir soru önergesi kapsamında Hanau saldırısı ele alındı. Bu soru önergesi ailelerle iletişime geçilip hazırlanmıştı. Ailelerin en temel sorusu, saldırgan hakkında güvenlik kurumlarının ön bilgisi olup olmadığı. Katilin daha önce belirli makamlara gönderdiği mektuplar var; bunların neden dikkate alınmadığını soruyor aileler. Bu saldırının önlenebilme ihtimali var mıydı, bunu soruyorlar. Saldırganın silahını nereden temin ettiği, nerede eğitim gördüğüne dair soruları var. Katil gerçekten tek kişi miydi, yoksa bir örgütle birlikte mi hareket etti? Bu çok önemli bir soru. Çünkü saldırı gecesini yaşayıp saldırganın tek başına olmadığını, arabada başkalarının da olduğunu iddia eden görgü tanıkları da var.

Aileler bu sorularına henüz cevap almış değiller. Fakat en azından soruşturmayı yürüten federal savcının bunun kesinlikle ırkçı bir saldırı olduğunu söylemesi ailelere iyi geldi. Çünkü biliyorsunuz bundan bir süre önce, saldırıdaki ırkçı motif hakkında spekülasyon başlamıştı. Saldırganın psikolojik rahatsızlığı olduğu öne sürülüp ırkçı motivasyon olmadığı iddia edilmişti.

Soruşturmanın uzun süreceği bir gerçek. Bu da aileler için bir yük. Sorularına cevap aldıkları zaman evlatlarının geri gelmeyeceğini biliyorlar. Ama yine de sorularına cevap bekliyorlar. “Geceleri kafamdaki sorular yüzünden uyuyamıyorum” diyen aileler var. Ben bu soruların kısa vadede cevaplanabileceğini düşünmüyorum ne yazık ki.

“Ümit, Hayatını Kaybedenlere Borcumuz”

Perspektif: Son olarak; Hanau saldırısı nasıl izler bıraktı? İnsanlar önlerine bakıp hayatlarına devam edecek gücü ve inancı bulabiliyorlar mı kendilerinde?

Selma Yılmaz-İlkhan: Saldırganın tek olmadığı ihtimali insanların beynini kemiriyor. Çünkü katil yalnız idiyse, öldü bitti. Ama yalnız değilse, saldırıdan yaralı olarak kurtulmuş ya da olaya tanıklık etmiş birçok insan, “Bir dahaki kurban ben olabilir miyim?” diye düşünüyor. Şu an psikolojik olarak o kadar fazla çökmüş insan var ki! Saldırıda hayatını kaybedenlerin aileleri zaten şu an tedavi altındalar. Ama direkt bağlantılı olmayıp Hanau’da yaşayan insanlarda da büyük bir güvensizlik var. Akşamları dışarı çıkarken Müslüman olduğu anlaşılmasın diye başörtüsünün üstüne şapka takan kadınlar var. Sabah işe yalnız gidemeyen, eşinin kendisine refakat etmesini isteyen Müslüman kadınlar var. Hanau’da ben böyle bir durumu ilk defa yaşıyorum. Koronavirüs salgını nedeniyle evlerimize kapandık. Bu nedenle de aslında henüz travmayı atlatamadık. Hanau saldırısı ve onun doğurduğu sancılar çok uzun bir süre bizimle birlikte olacak.

Macit Bozkurt: Aileler Hanau’da, “Yanımdan bir Neonazi mi geçiyor?” hissiyatıyla şehirde dolaşıyor. Saldırıdan iki hafta sonra sokakta birinin başörtülü bir kadına “Sizden az kurban gitti” dediğini biliyoruz. Bu durumda yine bizim üzerimize çok iş düşüyor. Irkçılıkla daha etkin mücadele edeceğiz. Soruşturmanın takipçi olacağız.

Toplumumuzda “yabancı” olarak algılananlara, azınlıklara, farklı dinden insanlara karşı nefret dolu insanlar var. Bu insanların vicdanlarında bir farkındalık oluşturabilme ümidini kaybetmeyeceğiz. Bu bizim saldırıda hayatını kaybetmiş olanlara karşı borcumuz.

 

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler