Eşitlik Ve İnsan Hakları Komisyonu Müslümanlara Eşit Mesafede Mi?
Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu (EHRC)’nin İslamofobi kavramına mesafeli yaklaşımı ve Muhafazakar Parti içindeki İslamofobi iddialarını araştırmayı reddetmesi komisyonun Müslümanlarla ilişkisinin sorunlu olduğu iddialarını güçlendiriyor.
Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu (EHRC), sorumluluk alanı İngiltere, İskoçya ve Galler’de eşitlik ve ayrımcılık karşıtı yasaların teşvik edilmesi ve uygulanması olan bağımsız bir kamu kuruluşu. 2007 yılında kurulan EHRC, Irksal Eşitlik Komisyonu, Eşit Fırsatlar Komisyonu ve Engelli Hakları Komisyonlarının yerini almanın yanı sıra yaş, cinsiyet, din ya da inanca dayalı ayrımcılık karşıtlığı ve eşitlik alanlarında da sorumluluk üstlendi.
İnsanları ayrımcılığa karşı koruma ve onların temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesinin engellenmesi hedefi olan EHRC, ilgili mercilere sadece önerilerde bulunup rehberlik etmekle kalmıyor. Kurumun soruşturma yürütme ve iş yerleri ve hükûmetler gibi tarafları yaptıkları hakkında cevap vermeye zorlama noktasında da yasal yetkileri bulunuyor.
Ancak son yıllarda EHRC’nin Birleşik Krallık’ta yaşayan Müslümanlarla olan ilişkisi dikkatleri çekiyor. Bazıları, kamusal hayatın birçok alanında Müslümanlara yapılan ayrımcılığın artmasına ve son dört yılda Müslümanlara yönelik nefret suçlarının rekor seviyelere ulaşmasına rağmen EHRC’nin niçin harekete geçmediğini sorguluyor. Bazıları ise EHRC’nin, Müslümanların devlet okullarını “ele geçirme” planlarına dair asılsız iddialar karşısında ve hükûmetin terörizm karşıtı programı haksız bir şekilde Müslümanları hedef alırken niçin sessiz kalmayı seçtiğini sorguluyor.
Aynı şekilde kurumun, Muhafazakâr Parti’deki İslamofobiye dair yüklü kanıtlarla dolu bir dosyanın varlığına rağmen, bu iddiaları araştırmayı reddetmesi de soru işaretleri uyandırdı. İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn yakın zaman önce EHRC’nin bağımsızlığını sorgularken, EHRC’nin Müslümanlarla ne “sorunu” olduğu sorusu giderek daha fazla dile getiriliyor.
“Müslümanlar En Dezavantajlı Dinî Azınlık”
Son altı yılda yaşananlar tecrübe edilen ayrımcılık ve dışlanma noktasında Müslümanların durumlarının giderek kötüleştiğini gözler önüne seriyor. 2014 yılında yayımlanan ve Müslümanların işe alınma şansına en az sahip kişiler olduğunu ortaya koyan araştırmayı ele alalım mesela. Araştırmaya göre Müslüman erkekler kendileriyle aynı yaşta olan ve aynı niteliklere sahip Britanyalı Hristiyan bir beyaz erkeğe göre yüzde 76 daha az işe alınma şansına sahip. Üç yıl sonra yayımlanan bir hükûmet raporu da hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyordu: Müslümanların iş pazarında başarılı olma şansı ayrımcılık ve İslamofobi sebebiyle çok daha azdı. Bu sadece iş yerlerinde olan bir durum da değil.
Bu araştırmadan sadece bir yıl sonra Galler Meclisi İslamofobinin okullarda büyüyen bir sorun olduğunu belirtti. Başka bir hükûmet raporu, sosyo-ekonomik sınıf değişimi noktasında en çok engelle karşılaşanların Müslüman gençler olduğunu ortaya koydu. Birleşik Krallık’ta yaşayan 3 milyon Müslümanın yaklaşık yarısının ülkenin en yoksul yüzde 10’luk bölgelerinde yaşadığı göz önüne alındığında az sayıda genç Müslümanın yoksulluktan kurtulabileceği söylenebilir. İlginç olan ise EHRC’nin 2018 yılında yayımladığı Fairer Britain (Daha Adil Birleşik Krallık) raporunda Müslümanların günümüz Birleşik Krallık’daki en dezavantajlı dinî azınlık grubu olduğunu kabul etmesi. Fakat buna rağmen hiçbir şey yapmadı: bu durumu çözmek için ne bir adım attı; ne de herhangi bir tedbir önerisinde bulundu.
Öte yandan eleştirmenler EHRC’nin Müslümanların temel haklarını ve özgürlüklerini koruma noktasındaki bu utanç verici başarısızlığını aydınlatmak için iki hususa daha dikkat çekiyor. Bunlardan ilki 2014 yılının Truva Atı skandalı ve Birmingham şehrindeki devlet okullarında bir “İslami ele geçirme” olduğu iddiaları. Çeşitli yanlış soruşturmaları içeren, söz konusu okuldaki öğretmenlere karşı yöneltilen görevi kötüye kullanma suçlamalarının çöktüğü ve iddiaları destekleyecek kanıtların olmadığı bu skandal, “doğal adaletin korkunç bir suistimali ve savunmasız bir topluluğa karşı bir saldırı” olarak tarif edildi. Skandal EHRC’nin kapsamına girmesine ve kapsamlı bir araştırma yapılması yönünde geniş çapta çağrılar yapılmasına rağmen komisyon bu konuda sessiz kaldı.
İkincisi ise yine Truva Atı ile ilgili olan ve onun hemen akabinde hükûmetin (Prevent [Engelleme] olarak bilinen) terörizm karşıtı stratejisini “şiddet içermeyen radikallik”i de içerecek şekilde güçlendirmesi. Fakat bu hamleden önce bile birçok kişi, bu stratejinin İslam’ı ve Müslümanları basite indirgenmiş bir şekilde radikallik ve terörizmle ilişkilendirmesinin Müslümanların sadece haksız olarak hedef alınmasına değil, aynı zamanda onların zararına kamuoyu oluşmasına da sebep olduğuna inanıyordu.
Takip eden süreçte hem Kadınlar ve Eşitlikler Komitesi hem de Karma Parlamento Komisyonu stratejinin Müslümanlara ayrımcılık uyguladığı endişeleri karşısında Prevent’in yeniden değerlendirilmesi çağrısında bulundu. Yeni bir rapor da stratejinin aynı zamanda İslamofobinin temel muharriklerinden biri olduğunu iddia etti. EHRC bu noktada da sessiz kaldı.
İslamofobiyle Mücadelede Sessizlik ve İsteksizlik
EHRC, insanları din ve inanç temelli ayrımcılığa ve temel hak ihlallerine karşı korumakla yükümlü olmasına rağmen İslamofobiye karşı her zaman antipati duydu. Bu durum daha 2010 yılında hazırlanan “Din ya da İnanç: Meselelerin Teşhisi ve Öncelikler” başlıklı raporda açıkça görülüyordu. Raporda İslamofobiden ismiyle kısaca bahsedilirken meselenin yaygınlığı ve boyutları yetersiz bir şekilde ele alınmıştı.
Rapor, kuşku uyandırır bir şekilde, İslamofobinin diğer herhangi bir dinî ayrımcılık biçiminden daha büyük bir sorun olduğuna dair yeterli delil bulunmadığını bu nedenle de İslamofobiyle ilişkilendirilen dağınık verilerin kayda geçilmesine ya da toplanmasına gerek olmadığını iddia ediyordu. İslamofobinin “gerçek” ya da “somut” olduğuna ikna olmayan EHRC’nin, İslamofobiyle mücadele için bu terimin işlevsel bir tanımının yapılmasının yararlı olup olmayacağı hususundaki sorulara çekimser ve sessiz kalması bu bağlamda hiç de şaşırtıcı değil.
Bununla birlikte kurumun Müslümanlarla münasebetine ve İslamofobiye yaklaşımına dikkat çeken asıl mesele EHRC’nin Muhafazakâr Parti içindeki İslamofobi iddialarını soruşturma noktasındaki başarısızlığı oldu. Muhafazakâr Parti üyeleri arasında yakın zamanda yapılan bir anketten çıkan sonuçlarsa meselenin boyutlarını ortaya koyuyor. Anketten çıkan sonuçlar arasında, parti üyelerinin üçte ikisinin Birleşik Krallık’ın bazı yerlerinin şeriatla yönetildiğine ve yaklaşık yarısının da Müslüman olmayanların girmesine izin verilmeyen “girilmesi yasak bölgeler” olduğuna inandığını ortaya koydu. Üyeler arasında bu tür görüşlerin bu kadar yaygın olması Muhafazakâr Parti’de İslamofobiye ilişkin kanıtlar dosyasının açılmasını sadece daha acil kılmıyor; aynı zamanda EHRC’nin bu konuyu soruşturması gerektiği hususunu bir kez daha vurguluyor.
Bir Nefret Ve Ayrımcılık Hiyerarşisi Mi Var?
EHRC’nin Muhafazakâr Parti’deki İslamofobiyi soruşturmayı reddetmesi, kurumun İşçi Partisi’ndeki antisemitizm iddialarını araştırmış olduğu bilgisi ile birlikte ele alınınca sert eleştirilere hedef oldu. Çoğu insanın EHRC ile ilgili kaygılarını güçlendiren bu durum, daha geniş ve daha endişe uyandırıcı bir mesaj iletme potansiyeli taşıyor aynı zamanda.
EHRC’nin Müslümanlara yönelik ayrımcılık uygulanan, onların temel haklarını ihlal eden ya da sayısız biçim ve ifadede açığa çıkan İslamofobiyi güçlendiren meselelerle ilgili soruşturma yürütmeyi bırakın, bu meseleleri tanıma noktasındaki başarısızlığı göz önüne alındığında iletilen mesaj şu: Söz konusu eşitliği ve adaleti sağlamak olduğunda, Müslümanlar bir öncelik değildir. Hatta bu mesaj Müslümanların ve Müslüman toplumun eşitliği ve adaleti hak etmediği anlamına bile gelebilir. Böyle bir mesaj, hâlihazırda giderek artan derecede ayrımcılığa maruz kaldığını düşünen ve hâlihazırda maruz kalan toplulukların durumunu iyileştirmek bir yana, meseleye dikkat bile çekmeyecektir.
Dahası Müslümanlara karşı ayrımcılığın ve nefretin arttığı bir ortamda böyle bir mesaj, bir nefret ve ayrımcılık hiyerarşisinin var olduğu fikrini haklı çıkarma potansiyeline sahip. EHRC, İslamofobiyi haksız bir şekilde diğer benzeri ayrımcılık vakalarının altında konumlandırmanın yanı sıra, İslamofobiyle mücadelenin kamu yararına olmadığı görüşüne de meşruluk kazandırıyor. Bu durumda, EHRC bariz bir başarısızlık örneği sergiliyor.