"Filistin"

“Normalleşme” Anlaşması Orta Doğu’da Barış Umutlarını Tehlikeye Atıyor

Son dönemde İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasındaki diplomatik ilişkileri resmiyete döken anlaşmalar bölgedeki barış çabalarına zarar veriyor.

Fotoğraf: Shutterstock.com/noamgalai | Değişiklikler: Perspektif

İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn eylül ayı ortalarında ABD destekli ve “İbrahim Mutabakatı” (İng. “Abraham Accords”) olarak bilinen bir normalleşme anlaşması imzaladı. Bu anlaşmada ne bir Filistin devletinden ne de iki devletli çözümden bahsediliyordu. Anlaşma bu açıdan Orta Doğu siyasetinde bir kırılmaya işaret ediyor.

İsrail ile kurulacak herhangi bir ilişkinin İsrail’in 1967 yılındaki savaş sırasında işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması koşullarına dayanması noktasında Arap devletleri arasında on yıllardır bir mutabakat bulunuyordu. BAE-Bahreyn-İsrail anlaşması Filistin meselesinin nasıl ele alınacağıyla ilgili bu Arap mutabakatını bir kenara bıraktı. Böylece Arapların uzun süredir benimsediği “barış için toprak” tavrı ve Filistin hakları göz ardı edilerek, Tel Aviv’e İran karşıtı agresif siyasetinde açık diplomatik ilişki, ticaret ve destek sunulmuş oldu.

Filistin’in Bağımsızlığı Tehdit Altında

Bu tartışmalı normalleşme anlaşması, ABD yönetiminin İsrail işgalini meşrulaştırmak için mevcut durumu dayatma çabalarını ve İsrail’in Batı Şeria’yı topraklarına katma planlarını da içeren Filistin meselesine yönelik zorlukların en sonuncusunu oluşturuyor. BAE, normalleşme anlaşmasının İsrail’in işgal ettiği toprakları ilhak etme planlarını durduracağını iddia etse de anlaşma metninde sadece, “İsrail-Filistin çatışmasında iki halkın da hukuki talep ve arzularını karşılayacak biçimde müzakere edilmiş bir çözüm bulunması hususunda birlikte çalışma” taahhüdünden bahsediliyor.

Bu arada İsrail’in yayılma eğilimi devam ediyor. 2020 yılı aynı zamanda işgal altındaki Batı Şeria’da inşa edilen yerleşim yerlerinin en çok arttığı yıllardan biri oldu. İsrail hükûmeti “İbrahim Mutabakatı”nın imzalanmasından sadece bir ay sonra yerleşim yerlerinde 3 binden fazla yeni evin inşasını onayladı. Bundan kısa bir süre önce de 2 binden fazla evin inşası onaylanmıştı. Kabul edilen bu son inşa faaliyetleriyle birlikte bu yıl yerleşim yerlerinde yapılacak toplam ev sayısı 12 bin 150’nin üzerine çıktı. Bu sayı, yerleşim karşıtı gözlem grubu “Barış Şimdi”ye (İng. “Peace Now”) göre kayıtların tutulmaya başlandığı 2012 yılından beri ulaşılan en yüksek sayı.

Böyle geniş bir inşa faaliyetine aceleyle yeşil ışık yakılmasının arkasında, Trump’ın rakibi Joe Biden’in başkanlık seçimlerini kazanması durumunda yerleşim yerlerindeki inşa faaliyetlerine daha az müsamahalı olacağı konusundaki endişeler yatıyor olabilir. İsrail Filistin topraklarını tamamen kontrol etme hevesinden vazgeçmeyeceği için normalleşme anlaşmaları da bu tehditkâr genişlemeyi değiştirmeyecek. Yerleşim yerlerine yapılacak tüm eklemeler sadece gelecekteki barış umutlarına zarar vermeye devam edecek ve İsrail-Filistin çatışmasına iki devletli bir çözüm ihtimalini tehlikeye sokacak.

Orta Doğu Enstitüsü’nde (MEI) yetkili ve Filistin ve Filistin-İsrail İlişkileri Programı yöneticisi olan Khaled Elgindy, Avrupa’nın İsrail’e yerleşim yerlerini genişletmeye devam etmesi sebebiyle yaptırım uygulamasının pek muhtemel olmadığını söylüyor. Elgindy, “Avrupa İsrail’in uyguladığı bazı çirkin ihlalleri durdurması yönünde baskı uygulayabilir; ama Avrupa’nın oradaki mevcut günlük gerçekleri anlamlı bir şekilde engellemek için nüfuzunu kullanmaya hazır olduğunu düşünmüyorum.” şeklinde konuştu.

Arap Kardeşliğinin Sonu

2002 yılında Suudi Arabistan’ın öncülüğünde kabul edilen Arap Barış Girişimi (İng. “Arab Peace Initiative” -API) bir Filistin devletinin kurulmasının yanı sıra İsrail’in Batı Şeria, Kudüs ve Gazze Şeridi’nden tamamen çekilmesi karşılığında İsrail’le tam bir normalleşme önermişti. 18 yılı aşkın bir süredir Arap liderleri İsrail’e bu “barış için toprak” önerisini dillendirdi ve İsrail bu formülü sürekli reddetti.

Bahreyn ve BAE, Mısır’ın 1979 ve Ürdün’ün 1994 yıllarında İsrail’le ilişki kurmasından sonra Trump ve yönetiminin geniş diplomatik hamlesinin bir parçası olarak İsrail’le ilişki kuran ilk Arap ülkeleri oldu. Filistin halkı ise Washington’a asla güvenemeyeceklerini ve Avrupalıların onlara çok da yardımcı olmayacağını biliyorlardı. Ancak şimdi Arap devletlerine de güvenemeyeceklerini anladılar. 

MEI Yetkilisi Khaled Elgindy ise, Arap Barış Girişimi’nin bağımsız bir Filistin devleti kurmayı hedefleyen iki devletli çözümün “son izi” olduğu görüşünde. Hem İsrail’in hem de ABD’nin iki devletli formülü terk ettiğini hatırlatan Elgindy, “Eğer Arap konsensüsü tamamen biterse bu iki devletli çözümün kesinlikle sonu olur.” dedi. Elgindy, iki devletli çözüm çalışmalarının hızlandırılmış yerleşim yeri inşa planlarıyla hâlihazırda yok edildiğini ve uluslararası toplumun tavrında radikal bir değişiklik yapıp da İsrail’in yaptıklarının sonuçlarının olacağını söylemediği sürece bunun devam edeceğini söyledi.

Mevcut durumda İsrail’le resmî barış anlaşmaları bulunan Mısır ve Ürdün’ün iki Arap ülkesi tarafından yapılan bu yeni uzlaşıyı kınaması beklenmezken, bazı ülkeler mutabakata açık ya da zımnî desteklerini belirtti. Arap Birliği, Filistin otoritesinin sunduğu ve BAE-İsrail normalleşme anlaşmasını kınayan karar taslağını geçirmeyi reddetti.

İsrail, BAE ve Bahreyn arasında imzalanan anlaşmaların ardından daha önceden var olan Arap hissiyatı çökmeye başladı ve Filistinlilerin onlarca yıldır süren işgali sona erdirip kendi devletlerini kurma mücadelesini sürdürme umutları darbe aldı. Bu ikiz sözleşme daha küçük Körfez ülkelerinin İsrail’in uluslararası hukuku ve Filistinlilerin haklarını ihlal eden statükosunu zımnî olarak kabul etmeleri anlamına geliyor. Çoğu Arap devleti 2002 yılındaki anlaşmaya bağlı olduğunu bildirse de aralarında Umman, Sudan, Komorlar Birliği, Cibuti ve Moritanya’nın olduğu en az beş ülkenin daha İsrail’le ilişkileri normalleştirmek için görüşmeler yürüttüğü düşünülüyor.

Bölünmeye Devam Eden Orta Doğu

Umman, İsrail’le diplomatik ilişkiler başlatmalarından dolayı BAE ve Bahreyn’i ilk tebrik eden ülkelerden biri oldu. Bu Körfez ülkesinin hem ABD’yle hem de İran’la iyi ilişkileri var ve bölgede tarafsız bir konum iddiasında. Vefat eden eski Sultan Kâbus bin Said, Netanyahu’yu 2018 yılında Maskat’ta ağırlamıştı.

Sudan’ın normalleşme noktasında nerede durduğu ise henüz net değil. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bu meseleyi Hartum’a yaptığı ziyarette gündeme getirse de Sudan Başbakanı böyle bir hareketin geçiş dönemi ve 2022 yılında yapılacak olan seçimler sonrasında kararlaştırılabileceğini ifade etti. Sudan, bir önceki lider Ömer el-Beşir zamanında İsrail’in en sert düşmanlarından biriydi. Fakat geçtiğimiz birkaç ay içerisinde yüksek bağlantılar kuruldu. General el-Burhan, şubat ayında Netanyahu ile Uganda’da gizlice bir araya geldi ve daha sonra İsrail ticari uçaklarına Sudan hava sahası üzerinden uçma izni verildiğini ama Hartum’un Filistin meselesi hususundaki tavizsiz tavrını sürdüreceğini açıkladı.

Suudi Arabistan kendi içindeki fikir ayrılıklarından ötürü İsrail taraftarı Arap ittifakına resmen katılmadı. ABD yönetimi Riyad’a İsrail’le ilişkilerini normalleştiren Arap ülkeleri arasına katılması için baskıda bulunuyor. Suud medyası, kraliyet ailesi ve resmî ulema İsrail ve çeşitli Körfez ülkeleri arasındaki anlaşmaları desteklese de Krallık resmî açıklamada İsrail’le olan ilişkilerini Arap Barış Girişimi çerçevesi dışında normalleştirmeyeceğini belirtti. Suud Kralı Selman bin Abdülaziz uzun süredir Arapların İsrail’i boykotunu ve Filistinlilerin bağımsız bir devlet talebini desteklese de Veliaht Prens Muhammed bin Selman ticari teşebbüsler ve İran’la savaş noktasında İsrail’le iş birliğine gitmeye yakın gibi görünüyor.

“Normalleşmenin Arkasında ABD Desteğini Muhafaza Arzusu Var”

Cezayir ve Katar gibi bazı Arap ülkeleri, Tel Aviv Filistin’in bağımsız bir devlet olarak var olma hakkını kabul etmediği sürece böyle bir normalleşme ihtimaline şiddetle karşı çıkıyor. Aynı şekilde Kuveyt de pozisyonunu tekrarlayarak İsrail’le ilişkilerini Filistin devleti kurulana kadar normalleştirmeyeceğini söyledi. Hem ABD hem de İran’la iyi ilişkilere sahip olan Katar, İsrail’le ilişkilerin normalleşmesinin söz konusu olmadığını açıkladı.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın Orta Doğu Programı’nda misafir profesör olarak bulunan Yasmine Farouk bir yorumda son zamanlardaki normalleşme anlaşmalarının hiçbirinin, geçtiğimiz on yılda aralarında İsrail, Filistin ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu Orta Doğu ülkelerinde baskıcı ve yozlaşmış yönetimlere karşı çıkan gösterileri doğuran eşitsizliklerin üzerine eğilmediğini söyledi. Farouk, “Arap rejimleri bölge genelindeki istikrarsızlığı sona erdirmek için değil, kontrol etmek için ABD’nin ve İsrail’in desteğine ihtiyaç duyuyor.” diye yazdı.

Benzer görüşleri paylaşan The Interest baş editörü Sami Hamdi de Twitter üzerinden şöyle bir yorum paylaştı: “Normalleşmenin arkasında yatan itici güç, otokrat liderlerin, ülke içindeki toplumsal iradeye karşı direnmelerini sağlayan ABD desteğini muhafaza etme arzusu. İsrail, ABD desteğinin bir teminatı olarak görülüyor.”

İran’a yönelik husumet de Körfez ülkelerinin bir numaralı düşmanına karşı güçlü bir müttefik olan İsrail’le uzlaşma siyasetinin önemli bir parçası. Arap-İsrail çatışmasının meşhur uzmanlarından Richard Falk TRT World’e yaptığı açıklamada bu anlaşmaların aynı zamanda böyle bir Arap ittifakının “İran’ın bölgede daha fazla yayılmasına karşı durmaya” hazır olduğu ve “bunu Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta, Gazze’de ve Lübnan’da faaliyetlerini azaltması için bir uyarı olarak alması ya da sonuçlarına katlanması” mesajı gönderme amacı bulunabileceğini belirtti.

“Anlaşma İsrail ve Filistin Arasındaki Barış Umutlarına Zarar Veriyor”

Normalleşme İran’ı daha da yalnızlaştırma amacına ulaşsa da, anlaşmalar eğer Körfez ülkelerinin vatandaşları tarafından şiddetle reddedilirse Arap dünyasını istikrarsızlaştırma potansiyeli taşıyor. Anlaşmalar, eylül ayı ortasında açıklandığından beri Bahreyn’de ülke genelindeki Şii muhalefeti tarafından organize edilen küçük ama önemli gösteriler düzenleniyor. Aynı şekilde Arap ülkeleri genelindeki Şii gruplar Körfez normalleşme anlaşmalarını sert bir biçimde eleştirdi. Lübnan’da, Fas’ta, Tunus’ta, Yemen’de ve tabii ki Batı Şeria ile Gazze’de yürüyüşler düzenlendi.

Brookings Doha Center’da araştırmacı olan Genevie Abdo ve Theodosia Rossi, Foreign Policy’ye yazdıkları makalede normalleşme sürecine muhalefetin iki temel çıkış noktası olduğunu belirttiler. Mutabakat ilk olarak, işgale son vermesi ve iki devletli bir çözüm oluşturulması noktasında “İsrail üzerindeki baskıyı azaltacak”. İkinci olarak ise İsrail’le girişilen ekonomik ve siyasi bir ittifak “Arap otokratlarını” ABD’den ve diğer uluslararası aktörlerden gelecek olumsuz bir tepki ihtimalini azaltarak kendi ülkelerindeki muhalefete “daha da fazla baskı yapma noktasında kuvvetlendirecek.”

Elgindy, İsrail-BAE-Bahreyn anlaşmasının bölge barışının tam da zıttına hizmet ettiğini söylüyor: “(Anlaşma) İsrail ve Filistin arasındaki barış umutlarına zarar veriyor, İran’la artan gerilim yüzünden istikrarı bozuyor ve Orta Doğu’daki diğer çatışmalar üzerinde de hiçbir etkisi yok.”

Filistinlilerin haklarının giderek artan şiddette yok edildiği bir ortamda İsrail’in hâlihazırdaki toprak ilhakını durdurma ihtimali olmayan ya da çok az olan bu vakitsiz Arap normalleşmesi Filistinliler için barışçıl ve adil bir geleceğin yok edilmesi anlamına geliyor. Bu, Arap dünyası için İsrail’in iradesine açık bir şekilde teslim olunması açısından kara bir gün demek. 

Alessandra Bajec

Alessandra Bajec Tunus merkezli serbest gazeteci. 2010-2011 yılları arasında Filistin’de yaşadı. Metinleri rt.com, CounterPunch ve Avrupa Gazetecilik Merkezi dergisinde yayımlandı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler