"GÜNDEM"

Hollanda’da Camilere Yönelik Soruşturmanın Ardından

10-20 Şubat 2020 tarihleri, Hollanda’daki camilerin Temsilciler Meclisi tarafından kamuoyu önünde yemin ettirilerek soruşturmaya tabi tutulduğu günler olarak tarihe geçti. Soruşturma süreci, haziran ayında yayınlanan nihai rapor ile tamamlandı. Soruşturma süreci, siyasetin yasal bir dayanağa sahip olmadan da sivil toplum kuruluşları üzerinde baskı uygulamaktan çekinmediğini açıkça gösteriyor.

3 Kasım 2020 Reyhan Sena Üçok
Fotoğraf: Shutterstock.com/Maarten Zeehandelaar | Değişiklikler: Perspektif

Hollanda’da camilere yönelik soruşturma tamamlanalı neredeyse bir sene olacak. Hollanda Temsilciler Meclisi; hükûmeti denetleme görevi kapsamında sahip olduğu en ağır yöntemi, “istenmeyen yurtdışı finansmanı” gerekçesiyle geçtiğimiz şubat ayında camilere karşı kullanmaya karar vermişti. Söz konusu “meclis soruşturması” yöntemi, yaklaşık yirmi sene önce 2002 yılında Srebrenitsa Katliamı gibi ağır bir vakada Hollanda makamlarının rolünü araştırmak için kullanılmıştı. Yöntemin, Hollanda’nın siyasal sisteminde ağır bir yöntem olarak değerlendirilmesinin sebebi ise çağrılanların yasal olarak katılımlarının zorunlu olması ve yemin ederek ifade vermelerinin gerekmesinden kaynaklanıyor. 

Soruşturmanın temelinde, 2017 yılında hükûmet protokolünde derneklerin yurtdışı finansmanı konusunda kısıtlamaya gidileceğine dair yapılan taahhüt yatıyordu. Her fırsatta siyasetin gündemine taşınan Hollanda’daki camilerin yurtdışı finansmanı, 2018 yılında Körfez ülkelerinden finansman alan camilerin listesinin basına sızmasıyla tekrar tartışma konusu olmuştu. 2018 yılında Hollanda siyasetinin gündemine taşınan bir diğer konu, Türk sivil toplum kuruluşlarının, hafta sonları kendi imkânlarıyla düzenlemekte oldukları Türkçe anadil eğitimleri için Türkiye devletinden finansal destek talepleri olmuştu. Kuruluşların bu destek için başvurduğu Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na ait Anadolu Hafta Sonu Okulları Destek Programı, Hollanda Temsilciler Meclisi tarafından bağlamından çıkartılmış ve yasaklanmak istenmişti. Daha önce Hollanda Diyanet Vakfı’na bağlı camilerin de yurtdışı finansmanı yasaklanmak istenmişti, fakat hükûmet bunun din özgürlüğüne zarar vereceğinden dolayı meclisin bu önergesini reddetmek durumunda kalmıştı. 

Hollanda’da Camilere Siyasi Yaptırımlar

Hukuki açıdan yürürlüğe konulamayan önlemler yerini zamanla sivil toplum kuruluşlarını baskılayan daha ağır siyasi yaptırımlara bırakmaya başladı. Temsilciler Meclisi, 2019 yılında kabul ettiği bir önerge ile yurtdışı finansmanı alan camilere yönelik meclis soruşturması yürütülmesini kararlaştırdı.

Süreç bununla da sınırlı kalmadı. Çocuklara Türkçe anadil eğitimi amacıyla Türkiye’den finansal destek talebinde bulunan Türk kuruluşları da ayrı bir araştırma sürecine tabi tutuldular. Hollanda Sosyal İşler ve İstihdam Bakanlığı, 2019 şubat ayında yaptığı yazılı açıklamada örgün öğretimin dışında kalan ve sivil toplumun temel hak ve özgürlükler çerçevesinde düzenlemekte olduğu hafta sonu eğitimlerini denetleme yetkisine sahip olmadığını belirtti, fakat aynı yıl araştırma bürosu RadarAdvies üzerinden dolaylı yoldan yine de bir araştırma süreci başlattı. Araştırmanın temel sorusu, Türkiye tarafından desteklenen hafta sonu eğitimlerinde demokrasi karşıtı, anayasal düzen ile çelişen veya hoşgörüsüzlüğü teşvik eden davranışların söz konusu olup olmadığı şeklindeydi. Aynı kavramların şubat ayında gerçekleştirilen meclis soruşturması esnasında da kullanılması dikkat çekmiştir.

“İstenmeyen yurtdışı finansmanı”, “demokrasi karşıtı davranışlar”, “anayasal düzen ile çelişen davranışlar” veya kaynağı Freedom House olan “özgür olmayan ülkeler” ve benzeri kavramların hukukiliği, bu süreçte gerek sivil toplum kuruluşları tarafından gerekse ülkedeki hukukçular tarafından sorgulanmış, ceza hukukunda bir karşılığı olmayan bu siyasi kavramlar üzerinden hükûmetin politika oluşturmasının ve belirli grupları hedef almasının demokratik hukuk düzenine zarar vereceği değerlendirilmiştir. Meclis soruşturmasında bazı kamu görevlilerinin, “istenmeyen yurtdışı finansmanı” ile ilgili bir yasa olmaması sebebiyle devlet olarak hareket alanının kısıtlı kaldığı yönünde itiraf niteliğindeki ifadeleri de bu tespitleri tasdikler nitelikte olmuştur. Bu durum Hollanda’daki cami derneklerinin siyaset tarafından neyle suçlandığı sorusuna hukuki bir cevap verilemediğini açıkça göstermektedir. 

“Özgür Olmayan Ülkeler Hollanda’daki Müslümanları Etkiliyor”

Soruşturma hakkında meclisin haziran ayında yayınladığı 240 sayfalık raporun ön sözünde komisyon, “bulgular bizi endişelendirmektedir, raporumuz ‘görünmeyen etki’ adını boşu boşuna almamıştır, bilinçli finansal stratejinin arkasında görünmez olmayı hedefleyen etkinin söz konusu olduğunu araştırmamız açığa çıkarmaktadır” ifadelerini kullanmıştır. Komisyon; Türkiye devletinin Diyanet camileri aracılığıyla kendi İslam’ını Hollanda’da yaymayı amaçladığı, özgür olmayan ülkelerdeki hükûmetlerin ve kuruluşların açıktan ve gizli şekillerde Hollanda’daki Müslüman cemaatlerin aklına ve kalbine girmeye çalıştıkları, bu sebeple paralel toplumların oluşabileceği ifadelerine yer vermiştir.

Raporun ilerleyen sayfalarında; özgür olmayan ülkelerin, finansal destek sağlayarak, örneğin hafta sonu okulları veya gönderilen din görevlileri ve imamlar üzerinden Müslümanları etkilemeye çalıştığı belirtilmiştir. Diğer etkileme yöntemleri arasında belirli ders materyallerinin ve kitapların dağıtımı ile sosyal medya yer almaktadır. Raporda özgür olmayan ülkelerin “İslam’ın bizim değer yargılarımızı veya özgürlüklerimize aykırı yorumları” yaymayı hedeflediği belirtilmiştir. Belirli hakların; demokrasi karşıtı ve hoşgörüsüzlüğü teşvik eden düşünceleri yaymak amacıyla Hollanda’daki bazı Müslümanlar tarafından suistimal edildiği de belirtilmektedir. Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devlet aktörlerinin ise yurtdışındaki toplulukları kontrol altında tutmayı ve ülke politikası için destek toplamayı amaçladığı, verilen finansal desteğin temelinde dinî ve siyasi motiflerin yattığı iddia edilmektedir. Yurtdışı etkisinin bazı camilerde gerginliklere yol açtığı, bazı üyelere baskı uygulandığı belirtilmiştir. Türk toplumu içinde Türkiye devletine güçlü aidiyet hisseden büyük bir kesimin bulunduğu, bunun farklı bir görüşe sahip kesimleri tedirgin ettiği belirtilmiştir. 

Herhangi yargısal bir süreçte ciddi kanıt gerektiren yukarıdaki iddiaların komisyon tarafından raporda kolaylıkla kullanılması ise dikkat çekmektedir. Bu durum, meclis soruşturması yöntemi hakkında yazılan protokolün 4. sayfasında, komisyonun “sahip olduğu yetkileri, tanıklar için ağır bir bedeli olduğunu göz önünde bulundurarak özenli hareket etmesi beklenmektedir” yönündeki uyarısından ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Ayrıca meclisin yöntemin asıl amacına göre hareket etmediği, sahip olduğu yetkileri suistimal ederek varsayımlar üzerinden bir azınlık grubunu doğrudan hedef aldığı da ortaya çıkmaktadır. 

Devletin Yetkilerinin Artırılması Talebi

Raporda Hollanda makamlarının yurtdışından gelen finansal desteğin tamamı hakkında bilgi sahibi olmadığı, diğer ülkelerin diplomatik yollarla paylaşımda bulunması durumunda ancak bu bilgiye erişimin mümkün olduğu belirtilmiştir. Özellikle Körfez ülkelerinden gelen finansman konusunda bilgi eksikliği olduğu belirtilmektedir. Hollanda Diyanet Vakfı soruşturma esnasında şeffaf olduğunu ifade etmiş olsa da komisyon raporda finansal para transferleri hakkında ayrıntılı bilgi bulamadıklarını belirtmiştir. Devletin sivil toplumun faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olabilmesi için de belirli mevzuata bağlı olduğu ve ancak yasada belirlendiği şekilde şüphe oluşturan durumlarda belirli yetkilere başvurabildiği göz önünde bulundurulduğunda komisyonun bu tepkisi dikkat çekmektedir. Komisyonun, raporda terörle mücadelede olduğu gibi istenmeyen yurtdışı finansmanı konusunda da yasal düzenlemeye gidilerek devletin bu alandaki yetkilerinin artırılması yönündeki talebinin temelinde de esasında bu durum yatmaktadır.  

Raporda Türkçe eğitimi için finansal destek alan dokuz derneğe yönelik Hollanda devleti tarafından araştırma bürosu RadarAdvies üzerinden yürütülen araştırmaya da değinilmiş, 15.000 anketin yapıldığı ve 127 sayfadan oluşan araştırma raporunda derneklerde Türkiye desteği ile uygulanan Türkçe eğitimi projelerinde sakıncalı içeriklere rastlanmadığı belirtilmiştir. Yapılan projelerde amacın sadece Türkçe eğitimi olduğu, anadil eğitiminin çocuklar üzerindeki olumlu etkilerini gözlemlediklerinden dolayı velilerin bu eğitimi talep ettikleri belirtilmiştir. Bu bulgular, Türk sivil toplum kuruluşlarının tepkilerini haklı çıkarır nitelikte olmuştur. Dernek temsilcileri, herhangi şüpheli bir durum yokken kendilerini birden siyasi bir tartışmada şüpheli konumunda bulduklarını ve bu durumun devlete karşı güvenlerini zedelediğini belirtmiştir. Ayrıca Türkçe eğitimi için destek talebine, Hollanda’da 2004 yılında anadil eğitimlerinin resmî müfredattan kaldırılması sebep gösterilmiştir. Hollanda devletinin anadil eğitimini desteklemesi durumunda, başka devletlerden destek talebinde bulunulmasına zaten ihtiyaç kalmayacağı belirtilmiştir.

Bundan Sonra Ne Olacak?

Meclis soruşturmasının raporunda son olarak, istenmeyen yurtdışı finansmanı konusunda yapılabilecek muhtemel yasa değişiklikleri hakkında önerilere yer verilmiş ve Fransa, Birleşik Krallık, Belçika, Avusturya, Almanya ve Danimarka’da bu alanda uygulanan yasaların Hollanda için uygulanabilirliği üzerinde durulmuştur. 

Hollanda hükûmetinin bundan sonraki süreçte yol haritasını, Danıştay’dan gelecek yanıt belirleyecek. Hükûmetin yurtdışı finansmanı alanında getirmek istediği kısıtlamaların temel hak ve özgürlükler çerçevesinde ne kadar mümkün olduğu konusundaki çalışmasını, Danıştay hükûmetin talebi ile şubat ayından bu yana devam ettiriyor. Meclis soruşturması raporunda yer alan tespitlerin, muhtemel bir yasa değişikliği için yeterli zemin oluşturup oluşturmadığı merak konusu. Fakat yaşadığımız süreç, hükûmetin bu alanda herhangi yasal bir dayanağa sahip olmadan da sivil toplum kuruluşlarına baskı uygulamaktan çekinmediğini açıkça gösteriyor. Bazı derneklerin bu baskı sebebiyle temel hak ve özgürlükleri kapsamında mali kaynak arama ve kullanma haklarından feragat ettikleri gözlemleniyor. 

Kapatılan Mikrofonlar, Susturulan Cevaplar

Hollanda siyasetinin son 40 senede nasıl bir değişim yaşadığını anlamak için 1982 yılına geri dönmek gerek. 1982 yılında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Hollanda’da ilk defa aşırı sağcı ve göçmen karşıtı bir milletvekili seçilmişti. Adı Hans Janmaat olan bu milletvekili, meclise geldiği ilk gün meclis binasının önünde onu göçmen karşıtı düşüncelerinden dolayı protesto eden öfkeli bir kabalıkla karşılaşmış, meclise girdiğinde ise kimse yanına oturmak istememiş, kendisine en arka sırada yer verilmiştir. Söz aldığında diğer vekillerin salonu terk ettiği, oturumlarda muhatap alınmayan ve kendisine selam dahi verilmeyen bu vekil, 1986 yılında göstericiler tarafından bir toplantıda saldırıya uğramıştır. Bu vekilin katıldığı bir toplantının gerçekleştiği bina kundaklanmıştır. Mecliste bu saldırı hakkında sadece bir soru önergesi sunulmuştur, ama Janmaat’ın uğradığı saldırı hakkında değil, gözaltına alınan 66 göstericiye polisin muamelesi hakkında.

İşte bu aynı mecliste, tam 40 sene sonra cami temsilcileri sanık sandalyesine oturtuldu ve doğruyu söyleyeceklerine dair yemin ettirildi. “Evet” veya “hayır” cevabından daha fazlasını söylemek isteyenlerin mikrofonu kapatılıp susturuldu.

Bu süreç, Müslüman kuruluşlar için birer üyesi oldukları bu ülkeyi siyasetteki aşırı sağcı tehlikelere karşı savunmaları için değerlendirmeleri gereken önemli bir fırsat olarak düşünülmelidir. Hollanda’daki Müslümanlar, siyasetin bu yaklaşımının Hollanda’ya zarar verdiği konusunda muhataplarını ikna etmek konusunda çekimser davranmamalıdır ve bu konuda gerek yurt edindikleri ülke için gerekse bu topraklarda yaşayacak olan gelecek nesiller için üzerilerine düşen görevleri yerine getirmelidir. 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler