“Siyasal İslam” Efsanesi ve Komplo Teorisyenleri
Avrupa’da “siyasal İslam”ın iktidarı ele geçireceğine dair mitler yaygınlaşıyor. Fabian Goldmann’a göre dinî azınlıkları kötü siyasi entrikaların aktörü olarak ilan etmek, komplo ideologlarının bilinen bir özelliği.
Belki de genel sağ trendi ile ilgili bir şey bu. Ya da belki bunun sebebi sadece koronanın birçok insanı mekânsal izolasyonun yanı sıra ruhsal izolasyonla da karşı karşıya bırakması. Her ne olursa olsun, Almanya ve dünya bir komplo teorisi ateşi içindeymiş gibi görünüyor. Kovid-19’un arkasında, yazılım milyarderi Bill Gates’in zorla mikroçip aşılama yoluyla dünya nüfusunu kontrol altına almaya yönelik gizli bir planı mı var? Çocuk taciz eden satanistlerden oluşan bir grup, ABD demokratının seçimi kazanmasına yardımcı mı oldu? Wendler sadece Alman halkının geleceği hakkında ciddi endişeleri bulunan ve bunun yanında gerçekten iyi şarkı söyleyebilen biri değil mi? Hiçbir teori internette en az birkaç yüz bin takipçi toplayamayacak kadar saçma değil artık. Ancak son aylarda özellikle bir komplo efsanesi tahmin edilemeyecek bir popülerliğe ulaştı: “Siyasal İslam” efsanesi.
Neredeyse bir gün bile geçmiyor ki Avrupa’daki siyasetçiler, gazeteciler veya kitap yazarları, yaklaşan “İslam hâkimiyeti” konusunda uyarılarda bulunmasın. “Siyasal İslam” komplo teorisinin destekçileri sadece Telegram gruplarında ve internet forumlarında buluşmanın ötesine geçeli çok oldu.
Bu görüşün destekçileri güvenlik makamlarında, büyük gazetelerin yazı işleri bürolarında ve Avusturya Şansölyeliğinde bulunuyor. Muğlak görüşlerini yasal metinlerde, köşeyazılarında ve çok satanlar listelerinde yayınlıyorlar. Manifestolarını “Siyasal İslam: Almanya için stres testi”, “Siyasal İslam Almanya’ya ait değildir” ya da “Her şey Allah için – Siyasal İslam toplumumuzu nasıl değiştiriyor” gibi başlıklarla adlandırıyorlar. Pek çok korona efsanesinin aksine, Almanya’nın en popüler komplo teorisi şu ana kadar toplumun gözünden düşmeyi başaramadı. Üstelik bu teorinin tezleri, Merkel ve Gates’in korona krizini, dünya nüfusuna karşı bir soykırım hazırlamak için kullandığı fikrinden daha az saçma değil.
“Viyana Kuşatmasının Yapamadığını Siyasal İslam Yapacak” İnancı
Bahsi geçen sözde “İslam komplosu”nun merkezinde ise küçük bir grup, çoğunlukla da fahri dernek yetkilileri var. Bu Müslüman yetkililer, gerçek dünyada kendileri hakkındaki karalama kampanyaları hakkında hiçbir şey ifade etmeyen basın açıklamaları yayınlamakta bile güçlük çekerlerken, “siyasal İslam eleştirmenlerinin” çılgın dünyasında hâkimiyeti ele geçirmenin eşiğindeymiş gibi görülüyorlar.
Viyana’ya kadar gelen Osmanlı ordusunun ve IŞİD’in terör tugaylarının yapamadığını İslami derneklerin konferanslar, basın açıklamaları ve dindarlar arası çalışma grupları yoluyla gerçekleştireceği düşünülüyor. Her komploda olduğu gibi bu konuda da suç ortağı (CSU partisine göre) “zamanımızın en büyük meydan okumasını” görmek istemeyen ve sadece bir avuç “truther”* sayesinde helak olmaktan kurtulan çoğunluk toplumunun saflığı.
“Siyasi İslam” truther’leri normalde sadece Atilla Hildmann’ın Telegram grubunda rastlanabilecek bir usandırıcılıkla, her etkinlik davetinde, personel istihdamında ve Twitter paylaşımında İslamlaşmanın izlerini araştırıyor: Hukuk stajyerleri arasında çok fazla başörtülü mü var? Cuma hutbesinde Erdoğan’a çok az eleştiri mi yapıldı? Davetiyede DİTİB’li biri mi yer alıyor? Sahnede Almanya Müslümanları Merkez Konseyinin bir sözcüsü mü duruyor? Biri Nurmagomedov gönderisini mi beğendi? Birileri “İslamofobi”den mi yakındı? Hiçbir şey bulunmazsa Müslüman Kardeşler ile ilgili bir şey mutlaka bulunuyor. “Siyasal İslam” efsanesinin destekçileri, İslam’ın iktidarı ele geçirme komplosunun muhtemelen tarihteki en başarısız komplo olduğu gerçeğiyle de caydırılamıyor.
Hâkimiyeti Ele Geçirmek Değil, Eşit Haklara Sahip Olmak
Güçlü müttefiklere ve ele geçirilmiş bir topluma rağmen, Batı’nın İslamlaşması konusunda hiç ilerleme kaydedilmemiş gibi görünüyor. Tam aksine. İster dinî bir cemaat olarak tanınma hakkı, ister ibadethane inşa edebilme olanağı, ister inanç odaklı eğitim imkânı, ister sadece sokakta tükürülme gibi hakaretlere maruz kalmamak olsun: Bu ülkedeki diğer insanlar için tabii olarak kabul edilen birçok şeye Müslümanlar hâlâ erişebilmiş değil. Bu nedenle kendisine kızılan İslami aktörler, siyasi faaliyetlerinin amacının hâkimiyeti ele geçirmekten ziyade eşit haklara sahip olmak olduğuna işaret ediyorlar.
Ancak Schröter’ler, Kurz’lar ve Linnemann’lar, bu gibi “takiyye” girişimlerinin kendilerini yanıltmalarına izin vermiyorlar. Bunun yerine, halkın korkularını nasıl besleyeceklerini biliyorlar. “İslamcı tehdidi küçümseyen kişi, bir sonraki terör saldırısında suç ortağıdır!” cümlesi “Çocuğunu otistik yapmak istiyorsan rahatça aşı yaptırırsın!” ifadesi ile eşdeğer. Ayrıca, başarılı komplo efsaneleri için gerekli olan “İslam eleştirmenleri”ne ve etnoloji uzmanlarına da sahipler.
Bu komplo teorisyenlerinin ideolojilerini çekici kılan diğer bir şey ise şu: Konuyla ilgili söyledikleri her şey uydurma değil. Sıradan insanlar bile kuruntuları gerçekliğin izleriyle zenginleştirmenin ve bu sayede konunun dışında kalanların da bu takıntılı dünyaya girmelerini kolaylaştırmanın ne kadar önemli olduğunu bilir. “Siyasal İslam” muhalifleri, düşman imajlarının da bilimsel temellere dayandığını belirtmeyi çok seviyorlar.
Siyaset bilimciler ve İslam âlimleri aslında “siyasal İslam’a” aşina. Fakat “siyasal İslam” kavramı onların nezdinde her şeye ve herkese karşı bir savaşma terimi olarak değil; aksine 19. ve 20. yüzyılın başlarında Mısır, İran ve Arap Yarımadası’nda gerçekleşen siyasi-İslami hareketler için kullanılan bir terim olarak kullanılır. Bununla birlikte, bu terim ne akademik dünyada yaygın bir kullanıma ulaşmış ne de standart bir tanımı yapılmıştır. Bunun bir sebebi de, o dönemde ortaya çıkan olguların kısa süre içerisinde tek bir terime sığamayacak kadar çeşitli hâle gelmesidir: Reformculuk ve köktencilik, milliyetçilik ve Panislamizm, Arap sosyalizmi ve Selefizm gibi…
“CDU’dan Caritas’a”
Günümüzde ideolojisi aynı zamanda İslami geleneklere dayanan siyasi hareket, grup ya da akım arayan herkes aradığı her şeyi hemen bulabilir: Demokratlardan despotlara, teröristlerden barış vaizlerine, şovenistlerden feministlere… Bu terimlerin hepsini tek bir terim altında, bir düşman imajı altında birleştirmek; örneğin Birleşik Devletler – Amerikan Aryan Ulusu mensuplarını ve Güney Amerika özgürlük teologlarını, Uganda Lordunun Direniş Ordusunu ve CDU Partisini, Breivik’in sağcı terörist Tapınak Şövalyeleri safsatasını ve Caritas’ı “siyasi Hristiyanlık” terimi altında birleştirmek kadar mantıklıdır.
Suçlanan İslamcı aktörlerin birçoğunun neden demokratik bir yola başvurduğu sorusuna verilen cevap, “legalist İslamcıların” tam da hukuka bu denli bağlı olmalarından dolayı bu kadar tehlikeli oldukları yönünde olmuştur. Böylece “siyasal İslam” efsanesinin takipçileri, komplo ideolojilerinin tipik özelliği olan kendi kendini olumlama sistemini oluştururlar. Müslümanların tek seçeneği şudur: Ya İslamcı olduklarını kabul ederler ya da bunu reddederek daha da onaylarlar.
Bu nokta, her Müslüman’ın varoluşunu bir sorun olarak ifade eden ve açıkça ırkçı olan İslam düşmanlarının dünya görüşünden çok da uzak değildir. Her hâlükârda sivil “siyasal İslam eleştirisi”, sağcı popülistlerin ve Neo-Nazilerin reddettiklerini iddia ettikleri “İslamlaşmaya karşı mücadeleden” neredeyse hiç de farklı değildir.
Komplo efsanelerinin dünyasında uzun süre rol model aramaya gerek yok. Karşı Reform’un sözde başlatıcıları olarak Cizvitlerden “Yahudi Bolşeviklerine” ve Atilla Hildmann’ın korona salgınının ardında Rothschildlerin bulunduğu görüşüne kadar: Dinî azınlıkları kötü siyasi entrikaların aktörü olarak ilan etmek komplo ideologlarının özünde vardır. “Siyasal İslam” efsanesinin takipçilerini de bu şekilde adlandırmanın zamanı artık gelmiştir.
*Truther: Güncel gelişmelere kamuoyunun baktığından farklı olarak, genelde komplo teorileri ile yaklaşan kimse.