'reform'

Mouhanad Khorchide’nin “Din İddiasından Arınmış Aydınlanmış İslam’ı”

Almanya’daki Münster Üniversitesi İslam İlahiyatı Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mouhanad Khorchide’nin kendince “aydınlanmış İslam”ı anlattığı “Gottes falsche Anwälte” (Tr. “Tanrı’nın Sahte Avukatları”) isimli yeni kitabına Almanya’da İslam Bilimleri ve Arap Dili ve Edebiyatı profesörü Thomas Bauer’den ağır eleştiriler geldi. Bauer’e göre Khorchide’nin kitabının İslam düşüncesi içindeki tartışmalara katkı sağlaması mümkün değil.

Fotoğraf: shutterstock.com/Esra Tumcelik | Değişiklikler: Perspektif

Reform yapmak isteyen kişinin mevcut yapıyı bozması ve bu yapıyı yeniden inşa etmesi gerekir. Şimdiye kadarki yazıları da göz önüne alınınca, Mouhanad Khorchide’nin yeni kitabından beklenen de benzer bir tutumdur. Ancak şaşırtıcı seviyede saldırgan ismi ile bu beklentiyi zaten azaltan kitap, 236 sayfası ile yıkım güllesini öyle vuruyor ki, yeni hiçbir şey inşa etmeden okuyucuyu yıkıntılarla baş başa bırakıyor. Her şeyden önce kitabın ilk bölümü İslam tarihindeki olumsuz gelişmelere bir eleştiri getirmediği gibi İslam tarihini de tümden yok sayıyor. Peygamber’in ölümünden kısa süre sonra İslam, Khorchide’nin ifadeleriyle tamamen güç saplantılı alçakların eline kalmış ve bu alçaklar, Muhammed’in “insanı bilinçli özneye dönüştürerek özgürleştiren” mesajını, insanları itaatkâr nesneler hâline getiren bir araca dönüştürmüştür.

Buna göre İslam 7. yüzyılın sonundan itibaren yaklaşık 1400 yıl boyunca sadece bir baskı aracıdır. İlk büyük olumsuz gelişmelerden biri erken genişlemedir; çünkü bu “alçaklar” İslam’ı Fars ve Doğu Roma İmparatorluğu ile yıkıcı ilişkiler içerisine sokmuşlardır. Böyle bir iddia, bu iki imparatorluğun ve dinlerinin Arap Yarımadası’nda İslam’dan uzun süre önce de mevcut ve yaygın olduğu gerçeğini görmezden gelmekle kalmaz, aynı zamanda İslam kısa süreli bir mezhepmiş, sadece savunmada kalmış ve (modernite öncesi tüm dinler ve felsefeler gibi) sadece “öznenin özgürleştirilmesine” önem vermiş gibi bir kabulü de içerir. Hâlbuki Müslümanlar zamanın büyük güçleri arasında kimliklerini aramamış ve bulmamış olsalardı, İslam’ın varlığını sürdürmesi mümkün olmazdı.

Keyfî Veriler ve Tuhaf Yorumlar

Sonraki 1300 yılın tarihini mümkün olduğunca kasvetli göstermek için Khorchide verileri sadece keyfine göre seçmek ve ayıklamakla kalmıyor, aynı zamanda tarih ve İslam bilimleri alanlarındaki kaynaklara da rücu etmeden keyfî bir yorumlamaya tabi tutuyor. Buna örnek olarak: Abbâsî halifelerinin halifelik isimleri (ki araya bir tane Fatımî kaynamış), örneğin “Allah’a güvenen kişi” anlamına gelen el-Mütevekkil-Alellah gibi isimler, Khorchide’nin iddia ettiğinin aksine, kesinlikle halifenin sözünün yanılmaz, şaşmaz ve Allah’ın sözüne eşdeğer görüldüğü anlamına gelmez; tam aksine halifenin tevazu göstereceğini ve görevini kendi çıkarları için kullanmayacağını, Allah’ın hükümlerine bağlı kalacağını taahhüt eder. Gerçekten de Abbâsî halifelerinin çoğu eğitimli, takva sahibi, hatta çoğunlukla münzevi adamlar olup ellerinden gelenin en iyisini yapmış; tüm tebaayı keyfî biçimde “kayıtsız şartsız itaate” zorlamak şöyle dursun, yeni bir hüküm koymaları bile mümkün olmamıştır.

Ayrıca halifelik Abbâsîler döneminde (hanedana bağlı olsa da) seçimle gelinen bir mevki idi ve neredeyse hiçbir halifenin kendi yerine istediği halifeyi bırakması mümkün olmamıştı. Bundan başka Abbâsîler başından beri kullandıkları siyah rengi (Khorchide’nin kitabında s. 55’te iddia edildiği gibi) Sâsânîlerin yeşili ile hiçbir zaman değiştirmemiş; tam aksine 1517’deki yıkılışlarına kadar Abbâsî siyahını muhafaza etmişlerdi. Abbâsîlerin yıkılışından sonraki yarım yüzyıl ise Khorchide’nin kitabında, 1500’den sonra kurulan büyük İslam imparatorluklarının siyaset ve din ilişkisi hakkında geniş ve kapsamlı ikincil kaynaklar bulunmasına rağmen göz ardı edilmiştir.

“Tarihin Absürt Yorumu”

Khorchide tarihle topyekûn bir hesaplaşma derdindedir. En radikal Hristiyan reformcular bile şu veya bu kilise babasını bir şekilde kabul ederken; Müslüman reformcular Mutezile’nin akılcı düşüncesinde ya da felsefeyle ilgilenen düşünürler arasında öncüler görürken; Khorchide’nin listesinden kimse sağ çıkmaz. Khorchide’nin tarihi yıkma çabasının ilk kurbanı, dokuzuncu yüzyılın büyük ve muhteşem düşünürü ve yazarı, herkesin sevdiği el-Câhiz olmuştur. 1030’da vefat eden, herkes tarafından saygı duyulan etik kuramcısı (ve Brockelmann’ın bibliyografisinde altı el yazması bulunan) İbn Miskeveyh’in de Khorchide’nin iddiasına göre çok etkili bir yazar olması mümkün değildir. Bu iki âlimin Khorchide’nin “şüpheli” listesine düşmesinin ise tek bir nedeni vardır: İkisinin de Fars kökenli olmaları ve İran’ın da despotizm ve köle ahlakının doğduğu ülke olmaktan başka bir yer olmaması. Ona göre İslam toplumlarının, -sadece Hindistan’daki Babür İmparatorluğu düşünüldüğünde bile-, Fars kültürüne borçlu olduğu kültürel kazanımlar, Selefist söylemlerdeki gibi önemsizdir. Bu durumda Rumi ve Hafız gibi şairlerin siyasal İslam tarafından yönlendirilmiş basit nesnelerden mi ibaret olduğunu Khorchide’ye ayrıca sormak gerek.

Aslında tüm kötülüklerden sorumlu olanlar, hatta İranlılardan da daha sorumlu olanlar; kitabın 123. sayfasına kadar sıranın kendilerine gelmesini beklemek zorunda kalan Türklerdir. Osmanlıların Araplara yaptığı sözde pek çok “zulüm” bu kitaba göre Arap ulusçuluğunun kurulmasına neden olmuştur. Kaynak olarak zikredilen Muhammed el-Hanefi’yi ise esasında kimse bu isimle tanımaz. Burada kastedilen, meşhur tarih kitabında Suriye ve Mısır’ın 1517’de Osmanlılar tarafından fethini anlatan ve 1524’te vefat eden İbn İyâs’tan başkası değildir. Bu eserde anlatılan vakaların 350 yıl sonra Arap ulusçuluğunu ortaya çıkardığını iddia etmek ise sınırları zorlayan bir yorumdur. Bu tip absürt tarih yorumlarıyla tüm kitap boyunca karşılaşmak maalesef mümkündür.

“Tehlikeli Olan Selefist Değil, Müslüman Çocuk Doktoru”

Yazar kendince tarihi aktarırken kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Kitapta hiçbir hükümdar, âlim ya da yazar olumlu bir şekilde zikredilmiyor. Âdeta her yer sadece köleler ve alçaklarla dolu; bugün kendisine müracaat edilebilecek ise hiç kimse yok. Aynı şekilde bugün de durumlar pek iç açıcı değil; Müslümanların çoğu 1400 yıllık tahakkümle manipüle edilmiş ve Adorno’nun deyimiyle körlüğe düçar olmuş durumda. Bu yüzden İslam “bugün çoğu Müslüman’a ve Müslüman olmayana lanse edildiği gibi […] bu dinin manipüle edilmiş bir versiyonudur.” (s. 7)

Tek bir gerçeklikte –kendi gerçekliğinde- ısrarcı olmak ve tarihi reddetmek, Khorchide’nin Vahhâbîler ve Selefistlerle ortak özellikler taşıdığı köktenciliğin göstergesidir. Selefistler ya da Vahhâbîleri değil de “siyasal İslam’ın” temsilcilerini en tehlikeli Müslümanlar olarak görmesi de bu yüzdendir. Şöyle der Khorchide: “Her şeye rağmen bugün daha tehlikeli bir ideoloji ile karşı karşıyayız: Siyasal İslam. Siyasal İslam tehlikelidir çünkü titizlikle çalışarak toplum üzerinde nüfuz elde etmeye çalışır. Selefist ideolojiye inanan kişinin Selefist olduğunu anlarsınız […], siyasal İslam’ın savunucuları ise entegre olmuştur; çoğunlukla iyi eğitimli, modanın farkında ve erkek ise çoğunlukla takım elbiselidir. Entegrasyondan bahseder […]. Selefizm ve radikallik ile arasına mesafe koyar, hatta radikallik karşıtı eylemlere ve projelere aktif olarak katılır ve medeni cesaret göstermekten geri durmaz.” (s. 99)

Yani yazar aslında şöyle demek istemektedir: Asıl tehlikeli olan uzun sakalıyla Selefist değil, entegrasyon meclisine aday olan, takım elbiseli çocuk doktorudur. Ancak komplo teorilerinde dile getirilebilecek böyle bir toptancı şüphe ile amaçlanan nedir? Khorchide her ne kadar lafı dolandırmadan, doğrudan siyasal İslam’ın dünya egemenliğine oynadığını söyleyerek bizi uyarıyorsa da, kendisi de aslında aynı şeyi yapmıyor mu (s. 101)?

“Siyasal İslam’ın Tek Tip Bir Olgu Olduğu İddiası İsabetli Değil”

İspatı bilimsel açıdan mümkün olmayan bu tarz iddialar, nesnel bir mütalaaya da alan tanımamaktadır. Kaldı ki “İslam’da” aslında “siyaset ve İslam ayrılığının” hiç yaşanmadığı iddiası tamamen isabetsizdir. Din ve siyaset arasındaki ilişki, Münster Üniversitesi Din ve Siyaset Uzmanlık Grubu’nun da yıllardır göstermeye çalıştığı gibi çok karmaşık olmuştur. Aslında neredeyse bütün uzman tarihçi ve İslam bilimcilerinin çalışmalarını lüzumsuz olarak görmeseydi Khorchide de bunu öğrenebilirdi. Aynı şekilde siyasal İslam’ın tek tip bir olgu olduğu iddiası da isabetli değildir. İslam dininde siyasi katılım, diğer her dinde olduğu gibi çok farklı biçimler alabilir. Örneğin siyasal Katolisizm, imparatorluk döneminden başlayarak Weimar Cumhuriyeti de dâhil olmak üzere erken dönem Almanya Federal Cumhuriyetinde etkili olmuş; Almanya’da demokrasi ve sosyal devletin kurulmasına katkı sağlamıştır. Sağcı Avusturya faşizminden solcu kurtuluş teolojisine kadar “siyasi Katolisizm” kimi zaman iyi kimi zaman da kötü pek çok görünümde karşımıza çıkar. İslam için de farklı bir durum söz konusu değildir. Fakat Khorchide’nin tasavvurunda böyle müphemlikler ya da ara formlar bulunmamaktadır.

“Siyasal İslam’a” Alternatif Konsept

Peki Khorchide alternatif konsept olarak ne sunuyor? Khorchide, İslam’ın kesinlikle “siyasi” değil, ancak ve ancak “ahlaki ve manevi” olması gerektiğini savunuyor; kitapta her ne kadar bu tarz bir İslam’dan çok az bahsedilse de. İslam’ın en önemli manevi yaklaşımı ise bir yan cümlede yok sayılıyor: “İslam tasavvufu dışında Müslümanların Tanrı-insan ilişkisini özgürlük ve sevgi ilişkisi olarak anlayan bir teoloji geliştirdiği neredeyse hiç görülmemiştir.” (s. 76) İyi de tasavvufu neden dışarıda bırakalım ki? Tasavvuf zannedildiği gibi İslam’ın bir yönü ya da akımı değil, aksine -Selefist aşırılıkların hışmına maruz kalmayan her yerde- iman ve şeriat gibi İslam’ın hiçbir yönünden ayırmamızın mümkün olmadığı bir bileşeni olmuştur bugüne kadar. Gerçekten de tasavvuf İslam’ı, mistisizmin reformasyon sonrası Hristiyanlığı etkilemesinden daha çok etkilemiştir. Pek çok Hristiyan, İslam’ın sufizm şeklindeki maneviyatını yoğun biçimde iktibas etmiş; İslam tasavvufunun Louis Massignon’dan Richard Gramlich’e kadar Katolikler tarafından iktibası dinler arası teoloji ve maneviyat alanına önemli katkılar sağlamıştır.

Fakat Khorchide bunları dikkate almaz. Onun için “maneviyat” sadece “özerk benliği” geliştirmek için bir araçtır. (“Yön belirleyici olan” [s. 228]) Muhammed’in öğretmek istediği şeyin, 1400 yıl boyunca hiçbir âlim de böyle anlamadığı hâlde, bu düşünce olduğunu iddia etmek ise ileri derecede mantıksızdır. Khorchide ayrıca Kuran’ın ilk suresini, İslam’ın bir çeşit yeni amentüsü gibi, kendini bulmanın yedi adımlık programı şeklinde yeniden yorumlar (s. 154-173): “Kuran, kendini bulmanın yedi adımını açıklayarak kendini özgürleştirmek ve sonunda kendi yolunu tayin eden bir özne olarak görmek isteyen herkese imkân sunar.” (s. 154)

İnsanları Değil Kendini Dikkatle Dinleyen Bir Tasarım

Khorchide’nin bu yorumu elbette (ilginç bir şekilde s. 189’da doğru çevirisi bulunsa da) fecaat bir yanlış çeviriye dayanmaktadır. Zira “Muhammed’in temel mesajı”nın (s. 135) bir motivasyon antrenmanı ya da ruhsal destek eğitimi gibi anlaşılması zaten mümkün değildir. Kişisel gelişim kitaplarının tüm kelimeleri ve terimleri okuyucunun üstüne âdeta “İslam ile başarıya giden yol” mottosu eşliğinde boca edilmektedir: (Buna göre) “farkındalık sahibi insanlar” olmalı ve “olumlu deneyimler için alanlar” (s. 163) yaratarak her yerde “olumlu olanı” aramalıyız (s. 159). “Yaşamımızda ve evrende olumlu olan ile birleşmek ve bütün olmak bu yüzden imanın bir cüzüdür.” (s. 220) İçimizde “çoğalan enerjiler” “potansiyelimizi” harekete geçirir. (s. 165) “Ve bu enerji, Tanrı’ya inansın inanmasın herkesin emrine amadedir.” (s. 166) Unutmayın: “Kim güçlü bir iradeye sahipse ve uzun vadeli amaçlara yoğunlaşırsa, başarılı ve mutlu bir yaşam sürmek için daha iyi imkânlara sahip olacaktır.” (s. 169) Bu yüzden prefrontal korteksimizi “eğitmemiz ve en yüksek seviyede çalıştırmamız elzemdir, çünkü eylemlerimizden ve kararlarımızdan bu bölge sorumludur.” Bu konuda en büyük yardımcımız “olumlu düşüncenin gücüdür” ki bizi “tüm olumsuz duygulardan” arındırır. (s. 171)

Sona eren 20. yüzyılın ezoterizmine yaslanan bu new-age-İslam, erken 21. yüzyılın diğer insanları dikkate alan değil, aksine kendi kendini “dikkatle” dinleyen anlamındaki tipik “farkındalık” tasarımına işte böyle bağlanır. Bu nedenle Khorchide tasavvuf, naat (ki Arap şiirinin en güzel eserlerini ortaya koymuştur) ya da duadan doğru çıkarımlar yapamaz. Maneviyatın tüm bu biçimlerinde insanın kendini bilerek çıktığı yol diğerlerini dinlemekten geçer ve (hem İslam hem de Hristiyan) mistisizminde nefsin yok edilmesine kadar varır. Khorchide’nin önerdiği maneviyat ise tam tersine, sözde gerçek nefsin dinlenmesi, nefsin güçlenmesi ve “özerk öznenin özgürleşmesi” ile gerçekleşir. Her fırsatta zikredip durduğu ahlaki yön, İbn Miskeveyh’in de ifade ettiği üzere, bu tip tasarımlarda oluşmaz; ancak diğerinin öznelliğini keşfetmesine yardım ederken ortaya çıkar: Yani ötekine dair duyulan sevginin bir yansıması olarak kendini bulurken.

“Din İddiasından Arınmış Aydınlanmış İslam”

Peki bütün mesele bu mudur? Tarihin, tasavvufun, şeriatın, siyasetin, felsefenin, teolojinin ve hatta kültürün bile olmadığı, sadece özneyi güçlendirerek kendini gerçekleştirmek midir asıl mesele? Bunun için dine ihtiyacımız var mı ki? Khorchide bu soruya kendisi cevap veriyor: “Bu yüzden inanlarla inanmayanlar, deistler, ateistler ve agnostikler arasında bir ayrım görmüyorum. Bunların hepsi yanıltıcı ve modası geçmiş kategoriler.” (s. 224) Kendi öğrettiği dinin bu kadar çok müntesibi olmasından utanç duyduğuna bakılırsa, Khorchide’nin ender görülen bir teolog cinsinden olduğuna şüphe yok. Bu durum “ortaya yanlış anlaşılmalar çıkardığı gibi din olarak İslam’ın saygınlığını da zedeler.” (s. 10) Çoğunlukla kendisine atfedilen liberal İslam düşüncesinden hiç bahsetmemesi ise bir başka garabettir. Liberal İslam’ın savunucuları İslam’ın temel metinleri, tarihi ve düşünürleri ile yapıcı ve eleştirel bir şekilde uğraşırken, Khorchide bu işlere hiç bulaşmaz. Bu yüzden sadece “aydınlanmış” İslam’dan, yani dinî iddiadan büyük ölçüde arınmış bir İslam’dan bahseder. 

Khorchide’nin, hangi taraftan olursa olsun çok alkış toplayacağı kesin. Ancak bu kitapla bir din olarak İslam hakkında; İslam’ın tarihi ve bugünü, teolojisi ve maneviyatı hakkında fikir sahibi olunmaz. Bu kitapla İslam düşüncesi içinde tartışmalara ya da dindarlararası iletişime katkı sağlanacağını düşünmek de pek olası değildir. Siyasal İslam’ın karşısına konuşlanmış bu kitabın siyasi arena dışında konuşulması ve tartışılması bugün mümkün olmadığı gibi ileride de mümkün olmayacaktır.

Redaksiyon Notu: Bu metnin Almanca orijinali ilk kez 2020’nin eylül ayında Theologische Revue’nin 116. sayısında yayımlanmıştır. Ara başlıklar redaksiyon tarafından eklenmiştir. (Lisans: CC BY-NC-ND 4.0)

Prof. Dr. Thomas Bauer

2000 yılından beri Münster Westfälische Wilhelm Üniversitesi’nde profesör olan Bauer, 2013’te Gottfried Wilphelm Leibniz Ödülü’ne, 2018’de Tractacus Ödülü’ne layık görülmüştür. Bauer’in Türkçeye tercüme edilmiş “Müphemlik Kültürü ve İslam. Farklı Bir İslam Tarihi Okuması” isimli bir kitabı bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler