'"Ayrılıkçılık Yasası"'

Fransa Olağanüstü Hâlden Çıkmaya Niyetli Değil

Fransa’da Ulusal Meclis’te yaşanan yoğun tartışmaların ardından cumhuriyet ilkelerini pekiştiren yasa ya da bilinen diğer adıyla “Ayrılıkçılık Yasası”, milletvekilleri tarafından 347 evet, 151 hayır ve 65 çekimser oyla kabul edildi. Tartışmalı yasanın 30 Mart’ta Senato tarafından oylanması bekleniyor.

Fransa Ulusal Meclisi | Fotoğraf: ©Jo Bouroch/shutterstock.com | Değişiklikler: Perspektif

Fransa’da kabul edilen “Ayrılıkçılık Yasası”, hâlihazırda saldırılarla zayıflamış bir ülkede oylandı. Bu saldırıların sonuncusu olan Samuel Paty cinayeti oldukça sarsıcıydı. Söz konusu yasanın Fransa’daki Müslümanları hedef alan bir metin olduğunu söyleyen sesler yükseliyor. Daha genel olarak bu yasa, 2015 yılında olağanüstü hâl ilan edilmesiyle gelişen güvenlikçi yasama hareketinin bir parçası. Ayrıca Ayrılıkçılık Yasası, aynı derecede sorunlu başka bir yasa tasarısı olan Küresel Güvenlik Yasa Tasarısıyla aynı döneme denk geldi.

“Güvenlik devleti”… Bu terim artık Fransa’da, sadece endişeli hukukçular ve STK’lar arasında değil, aynı zamanda solcu Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) gibi siyasi partilerde de giderek daha fazla kullanılır oldu. Söz konusu iki yasa, temel haklar açısından doğurdukları risk konusunda endişe oluşturuyor. Bununla birlikte kamusal özgürlüklerin sağlandığı da söylenemez ve böyle bir iklimde bu tasarılar bir istisna değil. 

Daha önce ilan edilen olağanüstü hâl, Fransa’daki kuralcı ve güvenlikçi hareketin yasal, siyasi ve felsefi paradigmasını içinde barındırıyordu. Fakat çoğu Fransız olağanüstü hâli pek hissetmedi; alt tarafı ortalıkta devriye gezen silahlı askerler vardı sadece. Bu askerler saldırılarla harap olmuş bir Fransa’da güven verici bir güç göstergesi oldu. 

Ancak başkaları için olağanüstü hâl, olağanüstü yasal ve idari manevra ile eşanlamlıydı. Bu durum gerçek ve sembolik bir devlet şiddetinin varlığına işaret ediyordu. İdari makamlar belli yerlerde dolaşımı sınırlayabildi veya yasaklayabildi. Halka açık bazı toplantılar yasaklandı veya bir takım halka açık yerler geçici olarak kapatıldı. Şahıslar tutuklandı, mallara el konuldu, idari aramalara izin verildi. Bazı kişiler sınır dışı edildi ya da ev hapsi aldı.

Olağanüstü hâlin genel hukuku bozma etkisi de oldu; ta ki olağanüstü hâl, sonrasında çıkan yasaları doğuran yasal-politik bir paradigma hâline gelene kadar. Küresel Güvenlik Yasasına da, Ayrılıkçılık Yasasına da nüfuz eden işte bu olağanüstü hâl mantığıdır.

Namlunun Ucunda Kamusal Alanın Tarafsızlaştırılması Mı Var?

Hukuki metinler hakkında görüş bildiren bağımsız bir idari otorite olan Hakların Savunucusu (Fr. “Défenseur des droits”), söz konusu yasalar hakkında hükûmeti sorguladı. Ayrılıkçılıkla ilgili açıklamalarını detaylandıran kurum, önce yasanın mantığına dikkat çekti: “Öyle görünüyor ki, önceki yasal metinlerde olduğu gibi, özellikle 2015’ten bu yana çeşitli olağanüstü hâllerle ilgili olanlarda görüldüğü üzere (…) hükûmet, tavrını özgürlükleri kısıtlamanın görünürdeki kolaylığına indirgemiştir.”

Beş temel özgürlük yasası bu yasa ile değiştirilmiş veya bu yasadan etkilenmiştir: 1881 tarihli Basın Özgürlüğü, 1882 Zorunlu İlköğretim, 1901 Dernekler, 1905 Kiliseler ile Devletin Ayrılması ve 1907 tarihli Kamusal Alanda Dinin Yaşanmasıyla İlgili yasalar. Bu, güvenlik devleti kapsamında olduğu kadar olağanüstü hâlin de doğasında olan bir çelişkidir. Buradaki çelişki, özgürlüğü savunmak adına onu sınırlandırmak ve onun korunması adına haklar ve ilkeleri tehdit etmektir. Hakların Savunucusu adlı kurum bu nedenle “yasanın hükümlerinden bazılarının, tam da bu özgürlükleri zayıflatarak, bizzat cumhuriyetçi ilkeleri pekiştirmek ve teşvik etmek yerine zayıflatma etkisine sahip olduğunu” söylüyor.

Nitekim Ayrılıkçılık Yasası, 1905 Laiklik Yasasını etkiliyor. Laiklik Yasasını hatırlayacak olursak, bu yasa, dinî konularda kamu hizmetlerinin tarafsızlığını ve dolayısıyla kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken “tarafsızlık” ilkesine tabi olmasını sağlar. Şimdi yasayla birlikte bu tarafsızlık ilkesi, kamu hizmeti yetkisi verilen şirketlerin çalışanlarına ve aynı zamanda “kısmen veya tamamen bir kamu hizmetinin ifa edilmesi amacıyla” bir kamu ihale sözleşmesi imzalamış olan şirketlere de uygulanacak. Sözleşme sahibinin, kamu hizmetinin ifasını kısmen emanet ettiği diğer kişilerin de bu tarafsızlık yükümlülüklerine uymasını sağlaması gerekecek. Ve bu, şirketlerin eğitim kurumlarından sonra dinî gerilimlerin yaşandığı başka bir durak olma riski pahasına uygulanacak!

Laikliğin Tersine Çevrilmiş Şekli

Çalışanlar memur olmasalar da, aynı dinî tarafsızlık ilkesine tabi tutulacak. Yasa tasarısı, çalışanların “görüşlerini, özellikle de dinî tezahürde olanları açıklamaktan kaçınmaları” gerektiğini belirtiyor. Ancak bu şirketlerde ifade etmekten kaçınılması gerekenler sadece dinî görüşlerle de kalmıyor. Peki bununla başka kime yönelik hangi “görüşler” kastediliyor? Diğer bir soru, “bir görüşün tezahürü” ne demek? Özellikle de giyim, yemek, sakal, yaşam kuralları gibi dinlerinin müdahil olduğu alanlarda ayırt edici emareler taşıyan kişiler bunu nasıl algılamalı? Çünkü “tezahür”, “ifade” ile aynı şey değil. Peki tarafsızlık yükümlülüğünü artık devlete değil bireylere dayatan laikliğin garip bir şekilde tersine çevrilmiş bu şekli nasıl olur da sorgulanmaz?

Bu kısım, tasarının derneklerle alakalı hükümleri ile birlikte okunmalıdır. 1901 tarihli Dernekler Yasası, canlı bir sivil toplumun parçası olarak dernekleşme özgürlüğünü belirleyen büyük bir özgürlük yasasıdır. Bununla birlikte yeni yasa tasarısı, mali unsurları kullanmayı öneriyor: Herhangi bir kamu hibesinden faydalanmak için “cumhuriyetçi taahhüt sözleşmesi” imzalanması gerekecek. Bu sözleşme ile taraflar “özgürlük ilkelerine, özellikle kadın-erkek arasında eşitlik, kardeşlik ilkelerine uymayı, insan onuruna saygı duymayı ve kamu düzeninin korunmasını” teyit edecek.

Olağanüstü Hâl Yetkileri

Liste ilk bakışta iyi niyetli gibi görünse de, “kamu düzeninin korunması” ifadesine ne denmeli? Kamu düzeni, tanımı gereği, sadece devletin koruması altında değil midir? Başka bir soru: Bu hibelerden vazgeçen herhangi bir dernek, yetkililer nezdinde şüpheli mi olacak? Tercih derneklere bırakılıyor fakat bu tercih, kamu denetimini kabul ederek kontrol edilmek veya aynı denetimi reddederek şüpheli olmak arasında bir tercih mi olacak? Bu, hiçbir şekilde varsayım içermeyen bir soru. Zira yasa tasarısı, “insanlara ve mülkiyete yönelik şiddet temayülü” gerekçe gösterilerek bir derneğin feshedilme olasılığını artırmaktadır. Hukuk, her ne kadar maddi ve nesnel olan “eylemler” kavramını ele alıyorsa da, buradaki “temayül” kavramı, muğlak ve öznel boyutu nedeniyle yoruma açık bir kavram.

Başka hususlar da aynı şekilde soru işareti uyandırıyor. Örneğin valilere verilen genişletilmiş yetkiler bu kapsama giriyor. Bu nedenle bazı derneklere bir tür “cumhuriyetçi eksiklik” hissiyatı yüklenecek: Nitekim dinî dernekler “dinî” niteliklerini valiye “beyan etmek” zorunda kalacak ve valinin buna itiraz etme hakkı olacak. Ayrıca idari makama yapılan bu beyanın 5 yılda bir yenilenmesi gerekecek. Böylece dinlerin idari denetim sorunu yadsınamaz bir şekilde ortaya çıkıyor. Ayrıca ibadethanelerin geçici olarak kapatılması da dâhil olmak üzere valiye başka yetkiler de verilecek. 

Ayrılıkçılık Yasa tasarısı, çizdiği şüphe ve sosyal gerilim toplumu manzarasıyla hayrete düşürüyor. Tasarı, Güvenlik Yasası ile oluşturduğu ikili yasamanın ikinci kısmı olarak okunabilir. Ayrılıkçılık Yasası soyut kamusal alanı kapsarken, Güvenlik Yasası güvenlik güçleri tarafından mobil kameraların veya drone teknolojisinin kullanımına ilişkin hükümler de dâhil olmak üzere, fiziki kamusal alanla ilgili bir dizi önlem içeriyor.

Müdahaleci Yasalardan Önleyici Yasalara

Fransa, iki yıl boyunca olağanüstü hâl rejimi altında yaşadı. Hakların ve özgürlüklerin teminini askıya alan bu yasal rejim, idari makamlara olağanüstü yetkiler veriyor. 13 Kasım akşamı yetkililer, olağanüstü hâl ile ilgili 3 Nisan 1955 tarihli kanunun 6. maddesini yeniden yürürlüğe koydu. Bu madde, 20 Kasım 2015 tarihli kanunun 4. maddesiyle değiştirildi. İçeriği değiştirilen madde ile İçişleri Bakanı’na, “davranışının kamu güvenliği ve düzenine bir tehdit oluşturduğuna inanılması için ciddi nedenler olan herhangi bir kişiye” ev hapsi verme yetkisi tanındı. Önceki yasa taslağında bu önlem yalnızca “eylemleri güvenlik ve kamu düzeni açısından tehlikeli” kişileri kapsıyordu. Burada yapılan yasal değişiklik oldukça çarpıcıdır: “Eylem” kelimesinden “davranış” kelimesine geçilmiş, “kanıtlanmış” davranışın somutluğundan “inanılması için ciddi nedenlere” geçilmiştir. Yani nesnellikten öznelliğe. Ya da yasallıktan keyfî karara.

Bu olağanüstü hâl hükmü, 30 Ekim 2017 tarihli SILT yasası ile birlikte genel hukukta yerini aldı. Böylelikle olağanüstü hâl normalleşmiş oldu. Zaten sıradanlaşmış olan bu durum, çok büyük ölçüde bir dizi başka hükmün de yasaya dâhil edilmesi için esin kaynağı oldu. Ayrıca daha sonraki bazı yasaları şekillendiren yasal paradigmaya dönüştü. Devletin ulusal güvenlik veya terör sorunları konusunda yaptığı çağrı, birçok ifade biçiminin suç sayılmasına neden olarak aktivistleri, gazetecileri ve sıradan vatandaşları hedef aldı. Gerçekleşen değişimi anlamak için “radikalleşme” teriminin kapsamında yapılan genişletmeye göz atmak yeterli. Uzun zamandır sadece “İslamcılar” ile ilişkilendirilen bu terim, şimdi Sarı Yelekliler, çevreci aktivistler, siyasi hareket ve görüşler gibi başka olguları nitelemek için de kullanılıyor.

Olağanüstü hâl paradigmasıyla birlikte vatandaşları siyasi olarak tarafsızlaştırma biçimi ortaya çıkıyor. Bu da fiziksel ve soyut kamusal alanın kamu otoriteleri tarafından kontrol edilmesiyle, vatandaşların uygunsuz kabul edilen davranışlarının öngörülmesi ve cezalandırılması yoluyla yapılıyor. Böyle bir kamusal alanda suç meselesi, masum olmaktan ziyade zararsız olmak ile tanımlanıyor. Bu durumda ise her birey için asıl mesele suç işlemediğini kanıtlamaktan ziyade, tehlikeli olmadığını göstermek meselesine dönüşüyor. 

Güvenlik Yasalarının İnşasında Dayanak Olarak İslam

Küresel Güvenlik Yasası yoğun tepki çekmesine ve birçok insanı harekete geçirmesine rağmen, Ayrılıkçılık Yasası daha az sorgulandı. Hâlbuki her ikisi de özgürlüklere kast ettiği için aynı potansiyeli taşıyor ve bu iki yasa ancak birbirine eklemlenmiş bir yasama ikilisi olarak görülebilir. Ayrılıkçılık Yasasına karşı sessiz kalındığı gibi olağanüstü hâle karşı da sessiz kalındı. Özgürlükleri ihlal eden yasaların ardı ardına gelmesine izin veren de işte tam olarak bu sessizlik.

Soruyu açık açık soralım: Yetkililer inkâr etse de, Ayrılıkçılık Yasası sadece Müslüman vatandaşları hedef alıyor gibi göründüğü için mi böyle bir durum söz konusu? Çok eşli evlilikler, miras, bekaret sertifikaları ile ilgili yüzeysel önlemlerle, aslında son derece küçük ve Fransa’da var olan İslam’ın gerçekliğinden tamamen kopuk rahatsız edici bir İslam kurgusu bu yasada ele alınmış durumda.

Bu yasanın temeli, olağanüstü hâl sırasında gözlemlendiği üzere tüm vatandaşları etkileyecek olan özgürlük ihlali sonuçları doğuruyor. Ama maalesef ibret alınmadı. Açıkçası Fransız halkının çoğu için olağanüstü hâl neredeyse hissedilmedi bile. Olağanüstü hâl daha çok “öteki” ile ilişkileri bazen karmaşık olan Fransız toplumunda Müslümanları hedef aldı. Toplumsal ve sosyal “kalıpların” yer değiştirdiğini göstermiş oldu. İslam, Fransa’daki alt sınıfın ana dinî referansı olarak kaldı. Hükûmetin İslam’ı, “radikal İslam’ı” ve “Cihatçılığı” birbirinden ayırt edemeyen son derece belirsiz bir yaklaşımı var. Bazı belgelerde bu üç kavram neredeyse birbirine karışmış durumda.

Hannah Arendt’in “kötülenen” veya “dışlanmış grup” olarak tanımladığı şeye karşı olağanüstü hâl yasaları önce “terör”, sonra “cemaatçilik” ve şimdi de “ayrılıkçılık” üzerinde birleşmiş durumda. Bu, bir grubu gayri meşrulaştırma ve devleti meşrulaştırma oyunudur. Nitekim Fransız toplumu ikiye ayrıldı: Bir yanda genel kuralın uygulanabilir olduğu kesim, diğer yanda istisnai adaletin kural olduğu kesim var. Bu istisnai rejim baskınlaşıp ileride genelleştiğinde, yasal ve siyasi boşluk yerleşik hâle gelmiş olacak.

Hassina Mechaï

Cezayir kökenli Fransız gazeteci Mechaï, hukuk yüksek lisansı yapmış ve uluslararası ilişkiler ile Afrika ve Orta Doğu ilişkileri konusunda uzmanlaşmıştır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler