'Fransa'

Ayrılıkçılık: Bir Fransız Korkusu

Geçtiğimiz ay kabul edilen ayrılıkçılık yasasına dair devam eden tartışmalarda Fransa “müdaheleci laiklik” anlayışıyla özgürlükleri kısıtlamakla itham ediliyor.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Cumhurbaşkanı Macron, çoğul olarak “ayrılıkçılıklar” terimiyle genişletmeden önce “İslamcı ayrılıkçılık” ile mücadele etmeyi amaçladığını duyurmuştu. Adı daha önce birkaç kez değişen “ayrılıkçılık yasası”, nihai olarak “cumhuriyetçi ilkeleri güçlendiren yasa tasarısı” olarak adlandırıldı. Tasarı sivil, sosyal ve vatandaşlık gibi hayatının tüm alanlarını ilgilendiren 51 maddeden oluşuyor.

Yasa tasarısı, sembolik olması adına ya da tanıtım amaçlı olarak laiklik yasasının 115. yıldönümünde, 9 Aralık’ta Bakanlar Kurulu’na sunuldu. Sanki böylece bu yasanın Fransız Cumhuriyeti’ni kuran yasanın bir parçası olduğu sübliminal (ya da değil) mesajı verilmek isteniyordu.

Başbakan Jean Castex yasayla ilgili olarak: “tasarı, dinlere veya özellikle İslam dinine karşı bir metin değil. Aksine, bir özgürlük, bir koruma yasasıdır; hedefi radikal İslamcılık adını taşıyan zararlı ideolojiyle mücadele etmek olan, köktendincilikten kurtuluş yasasıdır.” dedi.

Kurtuluş, özgürlük ve dinlere saygı; peki gerçekten durum böyle mi? Odak noktasının belirsiz bir düşmanı tanımlama olmasının yanı sıra, bu yasama metninden ortaya çıkan bir diğer şey, özellikle yeni suç tanımları ve koyulan yeni kurallarla herkesin özgürlüğünü kısıtlamaya doğru bir yöneliş olması.

Hayatın Her Alanını Kapsayan “Tarafsızlık” İlkesi

Tasarıda çarpıcı olan şey, din ve özgürlüğün zorunlu olarak birbirini dışlayan bir denklem oluşturuyor gibi görülmesidir. Bu noktada söz konusu tasarının mantığı, liberal bir felsefe ve inançlara saygı ile donatılmış olan 1905 yasasının mantığıyla çelişiyor.

Daha en başında, 1. maddede, kamu hizmetlerinin tabi olduğu laiklik ve tarafsızlık ilkelerine, bir kamu hizmeti görevi üstlenen kamu veya özel kuruluş çalışanlarının da tabi tutulacağı belirtiliyor. Aynı yükümlülük kamu hizmeti yerine getiren, kamu ihalesi veya imtiyaz sözleşmesi sahiplerinin çalışanları için de geçerli olacak.

Başka bir deyişle, 1905 yasası devlete, hizmetlerine ve memurlarına dinî tarafsızlık yükümlülüğü getirirken, artık işleri gereği kamu hizmetini devralan şirketler tarafından istihdam edilen kişilere de aynı yükümlülük getirilecek. Pekala bu, devletin tarafsızlık yükümlülüğünün özel kişileri de kapsayacak nitelikte genişletildiği bir neo-laiklik göstergesi mi? Hem de işyerinde dinî gerginlik yaratma pahasına? Öyleyse, devlet ve onun idari ve yargı organları değilse bu tarafsızlığı kim kontrol edecek?

Devlet ve yerel idareler (şehirler, iller, bölgeler) arasındaki denge de bu yasada söz konusu. Nitekim yerel yönetimlerin eylemleri üzerinde “cumhuriyet eksikliği” adı verilen bir denetim tesis edilecek. Vali, bir kamu hizmetindeki (okul yemekhaneleri, spor tesisleri, vb.) tarafsızlığı ciddi şekilde zayıflatacak herhangi bir eylemi idari mahkemeye taşıyarak durdurulmasını talep edebilecek. Diğer bir deyişle, yerel yönetimlerin özerkliği ve eylem alanları devletin temsilcisi tarafından kısıtlanabilecek.

Peki ya derneklerle ilgili hükümler nasıl? Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, devletten maddi destek talep edecek herhangi bir dernek, “cumhuriyetçi taahhüt sözleşmesi” adında bir metinle cumhuriyet ilkelerine (cinsiyet eşitliği, insan onuru, kardeşlik …) saygı göstermeyi taahhüt etmek zorunda kalacak. Spor dernekleri ve spor federasyonlarının devlet kontrolü güçlendirilecek ve bunlar da cumhuriyetçi taahhüt sözleşmesine tabi olacak.

Tasarıya dernekleri feshetmek için de yeni gerekçeler eklenmiş. Bir dernek, üyelerinden birinin eylemlerinden sorumlu tutulabilecek. Başka bir deyişle, dernekler kuruluşlarında özgür olsa da güçlendirilmiş idari baltalama (engeller) ile karşı karşıya kalacak.

Dernekleşme özgürlüğü, ifade özgürlüğünün bir çeşidi olarak anlaşılabilir ve bu özgürlüğü maddi destek yoluyla (devlete) bağımlı kılmak bu açıdan sorunlu olabilir. Dahası, böylesi bir taahhüt sözleşmesi bu özgürlüğe halel getirmez mi?

Cumhuriyet Kuşatma Altında Mı?

Kamusal alanda dinlerin yapılanmasını düzenleyen laiklik, muğlak ve belirsiz olan “cumhuriyet ilke ve değerleri” terimi altında toplanan bir inançlar sistemiymiş gibi gelişiyor her şey. Bununla birlikte, anarşik veya monarşik bir anlayışa sahip derneklerin örneğinde olduğu gibi, bu sözde cumhuriyet değerlerine bağlı olmamakla birlikte saygı göstermek oldukça mümkündür.

Söz konusu heteroklit yasa tasarısında yer alan bir başka karar ise, (belediye başkanları ve milletvekilleri gibi) seçilmiş yetkilileri ve kamu görevlilerini korumayı amaçlayan cezai bir suçun oluşturulmasıyla ilgili. Bu önlem Samuel Paty cinayeti sonrası kararlaştırıldı. Bununla birlikte yeni bir çevrimiçi nefret suçu da oluşturuldu. Ayrıca bekâret sertifikası yasağı, çok eşlilik yasağı ve mirasta kadın-erkek eşitliği de aslında zaten Fransız hukukunda yer aldıkları için gereksiz kararlar. Bu anlamda birçok özgürlüğe kısıtlama getiren bir kanuna “feminist” kisvesi veren ve tekrarlanan yasaklamaları sorgulamak gerekiyor.

Bu tasarıdaki büyük paradoks, metnin “cumhuriyet ilkelerini” pekiştirirken cumhuriyetin temel yasalarında ise dengeleri sarsıcı bir etkiye neden olmasıdır. Bu temel yasalar 1905 yasasıyla birlikte 1881 basın özgürlüğü, 1882 eğitim özgürlüğü ve 1901 dernekleşme özgürlüğü gibi Üçüncü Cumhuriyet kapsamında yasalaşan gerçekten özgürleştirici kanunlar.

Bu, kendisini toplumsal konularda liberal olarak sunan ve her türlü “laisizmi” reddeden bir cumhurbaşkanının yetkisi altında gerçekleşen garip bir değişim. Sciences Po Lyon’da akademisyen olan Haouès Seniguer Perspektif’e şu açıklamada bulunuyor: “Saldırılar nedeniyle Emmanuel Macron konuşmasını sertleştirdi. Rakiplerine ideolojik bir kulvar açmak da istemiyor. Artık onda bir tür cumhuriyetçi otoriteryanizm görüyorum: Cumhuriyet’in artık hukuka saygı duyan vatandaşla yetinmeyip onun dünya görüşlerinden endişe duyduğu bir durum. Ben bunu müdahaleci laiklik olarak nitelendiriyorum.”

Ayrılıkçılık Yasası Devletin Tarafsızlığı İlkesinin İhlali Mi?

Jean Baubérot, Le Monde gazetesine verdiği bir röportajda devletin tarafsızlığı ilkesinin ihlal edildiğini belirtiyor: “Hükûmet, laikliği güçlendirdiğini iddia ederken din ve devlet arasındaki ayrılığı zedeliyor.” Bu, laiklik konusunda uzman bir tarihçi ve Fransa’da bu konuda otorite olmuş bir isimden gelen sorgulayıcı bir açıklama.

Hukuki kurnazlık gerektiren yeni yasa gerçekten de Jean Baubérot’un ifade ettiği yönde bir kaymaya işaret ediyor. Dinî dernekler artık her 5 yılda bir valiliğe kaydolmak zorunda kalacak. Ayrıca muhasebe yükümlülükleri de ağırlaştırıldı: 10 bin avronun üzerindeki yabancı bağışlar beyan edilecek ve vali, toplumun temel çıkarlarının tehlikeye düştüğüne hükmettiğinde bu bağışlara itiraz edebilecek.

Günümüzde sadece 1905 yasası kapsamına giren dinî dernekler muhasebe şeffaflığı yükümlülüklerine tabidir. Yasa tasarısı, bu muhasebe şeffaflığını yükümlülüklerini 1901 kanununa göre oluşturulmuş, dinî amaç güden dernekleri de kapsayacak şekilde genişletmeyi amaçlıyor; yani 1 Temmuz 1901 kanunu kapsamına giren ve dinî amaç güden derneklerin yükümlülükleri 1905 yasasının çizgisine uydurulacak. Vali, amacı gerçekte dinî olan bir derneğe kendisini bu statü altında bildirmesini emredebilir. Burada açıkça camileri yöneten dinî dernekler hedef alınıyor, zira bugün Fransa’daki camilerin %90’ından fazlası 1901 yasası kapsamında faaliyet gösteriyor.

Siyaset bilimci ve laiklik uzmanı Raberh Achi Perspektif’e yaşanan durumu şöyle izah ediyor: “1901 yasası altında faaliyet gösteren dinî dernekleri valiye yeni yetkiler veren diğer yasaya geçmeye teşvik etmek için hâlihazırdaki statüleri daha dezavantajlı hâle getirildi. Bu karar aslında tüm dinî yapıları ilgilendiriyor! Bu şimdiye dek görülmemiş bir şey çünkü valiler artık bir derneğin “dinî niteliğe” sahip olup olmamasına karar verebilecek ve bu kararı her beş yılda bir onaylayacak.”

Yasa Diğer Dinî Grupları Da İlgilendiriyor

Bu durum akıllara basit bir soruyu getiriyor: Bir derneğin dinî niteliğe sahip olup olmadığına karar vermek devletin temsilcisine mi kaldı? Son olarak, 1905 yasalı statüye sahip bir ibadethaneyi yöneten derneklerin kurulma koşulları, radikal gruplar tarafından ele geçirilmelerinin önüne geçmek adına yeniden gözden geçirildi. Burada dinî yapıların üzerinde daha güçlü bir idari kontrol kurma olasılığı var diyebilir miyiz? Peki bu yeni önlemler, din ve devlet ayrılığını ihlal edip, devleti dinî alanda bir aktör kılmıyor mu?

Raberh Achi Perspektif’e verdiği demeçte diğer dinî toplulukların da yasanın kapsamı konusundaki endişelerini ifade ediyor: “Diğer inanç grupları şimdiden endişeleniyor, özellikle Protestanlar. Ulusal Evangelistler Federasyonu ‘Cumhuriyet ilkeleri’ tasarısına itiraz etti. Derneklerin dinî niteliklerine karar verebilecek olan valilere ölçüsüz yetkiler verilecek. Ve bunu her beş yılda bir onaylayacaklar. (İçinde bulunduğumuz) bağlam bununla yakından ilgili, ancak dinî mevzuat değişikliği, hemen hemen her şeyin içine atıldığı bir metin kapsamında yapılıyor.”

Hassina Mechaï

Cezayir kökenli Fransız gazeteci Mechaï, hukuk yüksek lisansı yapmış ve uluslararası ilişkiler ile Afrika ve Orta Doğu ilişkileri konusunda uzmanlaşmıştır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler