Taliban Yeni Bir Taliban Olabilir Mi?
Dünya gündemini meşgul eden Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirme mücadelesi hakkında birçok ihtimal söz konusu. Ülkenin yeniden kaosa sürüklenmesi ihtimal dâhilinde çünkü geçmişte Taliban’ın korku iktidarı görüldü.
1979 yılı sonunda Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinden sonra dünya gündeminden düşmeyen Afganistan, farklı bir şekilde yeniden gündemimizde. Gelişmeler öylesine hızlı yaşanıyor ki, ülkede olan bitenler kısa süreliğine takip edilmediğinde dahi bilginin eksik ya da yanlış olma ihtimali yükseliyor. Dolayısıyla şu günlerde geçmişte olduğu gibi günümüzde de birçok insanlık suçu işleyen Taliban denen suç örgütünün ülkeyi ele geçirme hızı tüm dünyayı şaşkına çevirmiş durumda. Böylesi hızlı gelişmelere sahne olan Afganistan’da tabii olarak gelecekte nelerin olabileceğini tahmin etmek zorlaşıyor. Buna rağmen her hâlükârda, ülkede göreceli bir istikrar oluşacağı konusundaki kanaatler artmış bulunuyor.
Mevcut Değer Ölçülerinin İşlevsizliği
Afganistan’daki gelişmeleri değerlendirirken Afganistan’ın kendi değer ölçülerini bilerek olaylara bakmak gerekiyor. İnanç, etnik ve kabile yapısı, devlet yönetimi ve grupların çıkarlarına olan düşkünlükleri, 20 yılı Amerikan 13 yılı Sovyet işgali olmak üzere sürekli bir savaş hâli gibi özel durumlar göz ardı edilmemeli. Ayrıca bu esnada şiddet ve karşı şiddetin beraberinde getirdiği radikalleşmenin de doğurduğu sonuçlar dikkate alınmalı.
Her hâlükarda vahşet saçan bir grup olarak bilinen Taliban değerlendirilirken de bölgenin tarihî ve karmaşık kabile yapısı dikkate alınmalı. En başta Taliban’ı bir ideolojik örgüt olarak vasıflandırmak yanıltıcı olur. Çünkü her ne kadar “şeriat” ve “İslam emirliği” gibi bazı Müslümanlara oldukça cazip gelen, İslam düşmanlarının da ekmeğine yağ süren ideolojik terimler kullansa da Taliban bir parti değil. Taliban, merkezî önderliği olmayan ama merkezî önderlik etrafında toplanan bir harekettir. Bu ifade çelişkili gibi görünse de özellikle ilk lideri Molla Ömer’in liderlik gibi bir amacı olmadığı açıkça görülmüştür.
Ayrıca yine Taliban’ın 10 binlerce talebeden oluşan bir örgüt olduğu yönündeki kanaat de gerçekçi değildir. Zira bu sayının 1000-2000 kişiyi aşmayacağı kuvvetle muhtemeldir. Üstelik bunların içerisinde medrese öğrenimi görenlerin sayısının ise 50’yi, en fazla 100’ü geçtiğini söylemek bile mümkün değildir. Taliban ile birlikte savaşan yaklaşık 100 bin kişinin çok azı gerçekten de Taliban’a inanan silahlı kişilerdir. Diğerleri ise Taliban’ı daha güvenilir bulma, başka hareketlerde yer edinememe, kabile veya aşiret bağlılığı gibi sebeplerle Taliban safında yer almaktadır. Öyle ki, bir zamanlar Amerikan işgali esnasında günlerce Kabil’deki yabancı elçilikleri bombalattırdığı öne sürülen ve ABD tarafından Afganistan’ın bir numaralı terör örgütü olarak tanımlanan Hakkanî örgütü dahi sonradan Taliban ile birlikte hareket etmeye başlamış bir örgüttür. Nitekim Hakkanîlerin gelecekte Savunma ya da İçişleri Bakanlığı görevlerini üstlenmeleri beklenmektedir.
Peki o zaman nasıl oluyor da en fazla 1000-2000 kişilik bir örgüt 20 yıllık Amerikan işgali sonrasında bir çırpıda neredeyse tüm ülkeyi ele geçirebiliyor?
İşin Sırrı “Şeriat”ta
Afganistan toplumunun, nasıl uygulanırsa uygulansın, “şeriat” dendiğinde boynunu eğdiği bir gerçektir. Ülkeyi bırakıp giden eski Cumhurbaşkanı Eşref Gani de dâhil olmak üzere “şeriat”a itiraz edenlerin sayısı oldukça azdır. Nitekim Eşref Gani “Afganistan İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” idi. Hatta Batı medyasında çokça seslerini duyduğumuz, hikâyelerini okuduğumuz çoğu kadının da “şeriat” ile bir sorunları yoktur. Ancak altını çizelim; burada “şeriat”ın nasıl anlaşıldığı veya uygulandığından bahsetmiyoruz. Çünkü onların algılayıp uyguladığı “şeriat”, bir kamu otoritesi olsun ya da olmasın, ülkede özellikle kabile meclisi denilebilecek “Loya Cirga” gibi kurumlarda değişmez bir yapı taşı olarak yüzyıllardır Afgan halkının genel hayatını şekillendirmiştir. Taliban’ın işlediği onca insanlık suçu ve gerçekleştirdiği terör eylemlerine rağmen halk nezdinde tamamen reddeilmemesinin sebebi Taliban’a olan güven de buradan kaynaklanmaktadır.
Taliban’a Karşı Direniş
Tabii bu, Taliban’a karşı hiç direniş olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Sovyet işgalinin meşhur direnişçisi ve yine Taliban’ın iktidara geldiği dönemde Taliban karşıtlığının sembolü olan Pençşir komutanı Ahmet Şah Mesud’un oğlu Ahmet Mesud başta olmak üzere, çoğu yerde isyanlar devam edecek, çatışmalar çıkacaktır. Fakat Ahmet Mesud’un Fransa ile olan ittifakına güvenerek böylesi bir isyan ya da direnişe geçmesi demek, hükûmette yer almasının önünün kapanması demektir. O zaman Ahmet Mesud Pençşir vadisinin sınırları dışına çıkamayacak, Fransa da kendisini desteklemeyecektir. Ahmet Mesud’un bunun bilincinde olduğu anlaşılıyor. Çünkü toplantı yaptığı yerin bombalanmasına rağmen Taliban ile müzakerelere açık olduğunu ilan etmiş durumda.
Taliban’a karşı direnmesi muhtemel diğer bir grup da DAEŞ ve kısmen de El-Kaide’dir. Bunun iki önemli sebebi var. Birincisi: Taliban Sünnî ve Hanefî mezhebi öncelikli bir anlayışı tercih edeceğini açıkladı. Aslında bu özellik, Taliban ile DAEŞ ve El-Kaide’nin en önemli ayrışmasıdır. Birer “modern” terör örgütü olan bu iki grubun aksine Taliban yüzlerce yıllık bir geleneğe sahip olduğunu iddia ediyor. İkincisi: Mezhebî mensubiyeti reddeden DAEŞ ve El-Kaide ise Vahhabî-Selefî çizgiden başlayıp Hâricî çizgide kalmış, böylece kendileri gibi inanmayanları öldürmeyi ve terör ile korku salmayı ideolojik meşruiyet aracı olarak görmüştür. Dolayısıyla 1 Ağustos 2021 sonrasında DAEŞ için Taliban, Amerikan hedeflerinden daha çok meşru hedef hâline gelmiştir.
Taliban Yeni Bir Taliban Olabilir Mi?
Merak edilen diğer konulardan biri de Taliban’ın -siyasi tecrübe kazanarak- daha ılımlı bir yol izleyeceği yöndeki işaretler veya en azından söylemler. Bu minvalde Taliban’ın demokratik bir işleyişe onay verip vermeyeceği, seçimlerin yapılıp yapılmayacağı, insan haklarının gündeme gelip gelmeyeceği, “şeriat”ın nasıl uygulanacağı, kadınların durumun ne olacağı ve Afganistan’ın uluslararası camiada yerini nasıl alacağı gibi sorular gündemde.
Bu sorular Afganistan’ı terk eden işgal güçlerinin olduğu kadar Müslüman ya da gayrimüslim herkes için ortak merak konusu. Zira ülkenin yeniden kaosa sürüklenmesi ihtimal dâhilinde çünkü geçmişte Taliban iktidarının korkunç örnekleri görüldü. Demokrasi ya da insan hakları gibi söylem ve kavramların Taliban’da karşılığı olmadığı için onlardan bunu beklemek saflık olur. Ayrıca seçimleri iki kez kazandığı hâlde Cumhurbaşkanı olamayan Dr. Abdullah Abdullah örneği önümüzde. Öte yandan Pençşir’de Ahmet Mesud, Herat’ta İsmail Han’dan başkasının seçimde aday olma imkânı da yok. Bunlar Afganistan’ın gerçekleri.
Burada tahminen söylenebilecek olan şey, Taliban’ın geçmişe oranla göreceli olarak dünya kamuoyunca kabullenilme politikası yürütmesidir. Bunun işaretlerini şimdiden görmek mümkün. Bunun için belki seçimler de olacaktır. Ama seçimin mahiyeti farklı olacaktır. Hükûmet atama ile oluşup, milletvekilleri ve valiler seçimle iş başına gelebilir. Hükûmetin denetlenmesi için ayrıca âlimler heyeti de oluşturulabilir. Ama bütün bunlar şimdilik sadece tahminden ibaret.
“Şeriat”ın uygulanmasına gelince; aynen kadınların gerek çalışmaları gerekse toplumsal hayata katılımlarında gösterilecek olan göreceli bir yumuşatmaya benzer bir yumuşatma söz konusu olabilir. Bazı konularda gevşetecek de olsalar “şeriat”tan taviz vermeleri olası değil, çünkü verirlerse tüm iddialarını kaybederler.
Uluslararası camiaya katılma meselesi ise Taliban için en kolay olanı. Zira 20 yıllık Amerikan işgalinde iki kere liderleri ölmüş ve üçüncü kez lider seçmiş, tüm dünyada terörist olarak arandıktan sonra Amerika dâhil her ülkenin kapısını çalmış bir örgüt hâline gelen Taliban bu konuda eski hatalarından ders almış gibi. Taliban’ın, “Hiçbir ülkeye düşmanlık olmayacak.” beyanından bunu anlamak mümkün.