Selefilik Nedir?
Temelleri İbn Teymiyye tarafından atılan Selefilik, siyasal İslam ile ilgili tartışmalarda çoğu zaman odak noktası konumunda. Perspektif Anatomi Serisi, bu tartışmalı kavramı masaya yatırıyor.
“İslam’ın köklerine geri dönme çabasında olan aşırı muhafazakâr akım” olarak tarif edilen Selefilik, İslam ilim geleneğinde “inanç konularında Kur’an ve sünnetin lafzına bağlı olan ve yorumu kabul etmeyen ekol” olarak tanımlanmaktadır. “Geçmiş insanlar, soy, fazilet ve ilim bağlamında önce gelip geçenler” anlamına gelen selef, ilim ve erdem bakımından Müslümanların önderleri olan Peygamber Hz. Muhammed’in arkadaşları (sahabe) ve onlardan sonraki kuşak (tabiin) için kullanılmaktadır. Selefin üstünlüğü anlayışı ümmetin en hayırlısının Hz. Muhammed döneminde yaşayanlar, sonra onların ardından gelenler olduğu şeklindeki hadis rivayetine dayanmaktadır. Selefilik, sahabe ve tabiinin yolu olarak nitelenmektedir. İlim tarihinde bu ekolün müntesipleri kendilerini “ehlü’s-sünne”, “ehlü’l-hadis ve’s-sünne”, “ehlü’l-hak” gibi ifadelerle tanıtırken karşıtları onları “Eseriyye”, “Haşviyye”, bazen de “Müşebbihe” diye adlandırmışlardır (Özervarlı, 2009:399).
Hz. Peygamber’den sonraki dönemde İslam’ın birçok ülkeye ulaşmasıyla birlikte farklı din ve kültürlerle karşılaşılmış, bunların müntesipleriyle çeşitli diyalog ve tartışmalara girilmiştir. 8. yüzyılın başlarından itibaren Cehmiyye-Mutezile ekolünden alimler İslam’ı savunurken bazen gayrimüslim muhataplarının üslup ve kavramlarını kullanmışlardır. Kendilerini “hadis ashabı” olarak tanımlayan kimi âlimlerse sahabe ve tabiinin yapmadığı tartışmaları, onların kullanmadığı yöntemleri dine sonradan girmiş adetler (bidat) olarak niteleyip bu konular üzerine eleştiriler (reddiyeler) yazmışlardır. Daha sonraki dönemlerde benzer tutumları izleyen bilginler, “Selef-i salihîn” olarak niteledikleri bu bilginleri kendilerine referans olarak görmüşlerdir. “Selef yolunu izleyenler” sınırlı konularda söz söylemeleri sebebiyle gösterilen inanç konularında ayrı bir mezhep olarak görülmemişlerdir. Ahmed b. Hanbel, Mutezile kelamcılarıyla olan mücadelesi ve “mihne olayı”ndaki duruşu sebebiyle Selef ekolünde sembolleşmiştir. Takipçileri onu, Selefin inanç prensiplerini ehl-i bidate karşı koruyan kimse olarak görmüşlerdir. Bununla birlikte Selefilik daha sonraki dönemlerde, özellikle İbn Teymiyye zamanında sistemleşerek bir akım hâline gelmiştir.
Selef ekolünün temsilcileri; kelam yöntemini ve felsefî konularla ilgilenerek bunları dinî meselelere eklemeyi reddetmeleriyle dikkat çekmektedirler. Onlardan bazılarına göre insanlar, Allah’ın varlığını felsefî delillerle değil yaratılıştan gelen yetenekleri ile kabul etmekten sorumludurlar. Yine bu ekol genel olarak Kur’an’daki müteşâbih (çok anlamlı) ayetlerin ve Allah’ın sıfatlarının yorumlanmasını, inanç esaslarıyla ilgili konuların tartışılmasını doğru bulmamaktadır. Bununla birlikte 11. ve 12. yüzyıllarda bazı konularda yorum yapılmasını benimseyen ılımlı bir akım gelişmiştir. Her ne kadar tartışmalara sebep olsa da zamanla bu eğilim, Selefî-kelamî bir model ortaya çıkarmıştır.
13. yüzyılda Şam hadis ehlinin etkisiyle daha sert bir eğilim gelişmiştir. Bu eğilim içerisinden ehli hadis ekolünü Selefilik şeklinde sistemleştiren iki âlim yetişmiştir: Takıyyüddin İbn Teymiyye ve onun en önemli öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye. Bu alimler, özgün yöntemleriyle Selef ekolünü kelam, tasavvuf ve felsefe karşısında alternatif bir konuma çıkarmışlardır. Haçlı seferleri ve Moğol istilası etkilerinin hâkim olduğu bir dönemde bu iki âlim Müslümanların inanç ve birliğini güçlendirmek gayesiyle katı lafızcılıktan Kur’an ve Sünnet temelli bir “akılcılığa” geçiş yapmıştır. Bu alimler, Selef’in görüşlerine yaptıkları vurgu sebebiyle sonradan “Selefî” olarak adlandırılmıştır (Özervarlı, 2009: 400).
İbn Teymiyye ve takipçileri, İslam ilimlerini felsefî düşüncelerden ve Müslümanları şahıs ya da nesneleri kutsallaştıran mistik hurafelerden arındırma çabaları sebebiyle Selefilikle özdeşleştirilmiştir. 18. yüzyılda Yemen’de Abdullah B. Ali El-Vezîr ve Hindistan’da Şah Veliyyullâh ed-Dihlevî, Kur’an ve Sünnet akılcılığı üzerine kurulu ilim anlayışını temsil etmişler (Özervarlı, 2009: 400), ıslahatçı kimlikleri ve Selefî tavırlarıyla dikkat çekmişlerdir.
Selefilerin Temel Görüşleri
Kelamcılara karşı olumsuz yaklaşımlarıyla ön plana çıkan Selefiler; genel olarak nasların ve Kur’an’da yer alan Allah’ın sıfatlarının yorumlanmasına, felsefî delillerin ve Aristo mantığının kullanılmasına, din ilimlerinde Kitap ve sünnette bulunmayan terimlere yer verilmesine karşıdırlar. Bu tutumları dışında genel ehl-i sünnet çizgi ile ortak anlayışa sahiptirler. Onlara göre Kur’an ve sünnette yer almayan bir meselenin din ve inanç alanına taşınması doğru değildir. Yine onlar, Kur’an’ın yanı sıra mütevâtir (az sayıda çok sağlam rivayetler) olmayan inanca dair bütün rivayetlere inanmayı gerekli görmektedirler. Naslarda yer alan Allah’ın eli, yüzü, tahtı gibi ifadelerin tartışılmasına karşı çıkan Selefiler; din ve inanç konularında nasların açıklama ve işaretleri dışında akıl yürütmeyi doğru bulmazlar. Ayrıca, bidat ve hurafelere karşı sert eleştirileri ve tartışma metoduna karşı tavırlarıyla dikkat çekerler.
Hadis ehli olarak nitelenen ilk dönem Selefilerinin, Allah’ın arş üzerine istiva ettiği, kulun eylemden önce kudretinin bulunmadığı, Kur’an’ın yaratılmamış bir ilahi kelam olduğu, imanın kalbin onaylamasıyla söz ve amelden ibaret bulunduğu ve artıp eksileceği gibi fikirleri savundukları bilinmektedir. Gazzalî, Selef metodunun temel özelliklerini sıralamaktadır. Bunlar; naslarda yer alan müteşâbih konularda Allah’ı cisim gibi gösterecek tasvirlerden uzak durmak, Hz. Peygamber’in bildirdiklerini tam teslimiyetle onaylamak, kavranması zor olan meselelerde acziyet ve eksikliği kabullenmek, tam anlaşılamayacak konularda gereksiz soru sormamak, anlaşılmayan ifadeleri akılla yorumlamamak, ilimde derinleşmiş kimselerin rehberliğine güvenmektir. Bu metot halkın inancını korumayı, onları seviyelerini aşan tartışmalardan uzak tutmayı amaçlamaktadır (Özervarlı, 2009: 401).
Modern Selefilik
19. yüzyılda Müslüman ülkelerin büyük bir kısmının işgal edilerek sömürgeleştirilmesi, kimi Müslüman bilgin ve aydını yaşananların sebeplerini ve kurtuluşun yollarını araştırmaya sevk etmiştir. İslam’ın ilk asırlarından sonra dine birçok hurafe ve yanlış anlayışın girdiği, bilginlerin taklitle yetindiği, dinin temel kaynakları yerine bilginlerin kişisel görüşlerinin ön olana çıktığı, tasavvufun Müslümanları uyuşturduğu, tek çarenin İslam’ın özüne dönüş olduğu gibi düşünceler yaygın olarak seslendirilmeye başlamıştır. Bu tür görüşler kısmen klasik Selefî yaklaşımları hatırlattığından modern dönem “öze dönüşçüler” Selefilikle ilişkilendirilmiştir. Sıddık Hasan Han, Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza, Cemaleddin el-Kasımî ve Mahmud Şükrî el-Alûsî söz konusu bilginlerden bazılarıdır. Bunlardan bazılarının eğitim, siyaset gibi alanlarda modernleşmenin gereği üzerine düşünceleri dikkat çekicidir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Müslüman toplumlarının kötüleşen sosyopolitik şartları Selefilik hareketinin sertleşme eğilimi göstermesine ve çeşitli siyasal arayışlara girmesine sebep olmuştur. Mısır’da İhvan-ı Müslimîn, Pakistan’da Cemaat-i İslamî gibi hareketlerin kurulması Selefiliğin ideolojik boyutunu artırmıştır. 70’li yıllardan itibaren soğuk savaş döneminin de etkisiyle politik aksiyoner gruplar ortaya çıkmıştır. Bu oluşumlar hem geleneksel İslam anlayışlarına hem de Batı’dan gelen her şeye karşı çıkmışlar, dışa kapalı bir tutum sergilemişler, kendi anlayışlarının yerleşmesi için mücadele vermişlerdir. Müslüman coğrafyada kronikleşen İsrail işgali, Afganistan’ın Sovyetlerce işgal edilmesi gibi olaylar Selefilik anlayışının Arap dünyasında ve Hindistan’ın bazı bölgelerinde yerleşmesine sebep olmuştur. Nihayet modern Selefiliğin yaygınlaşma süreci görece ılımlı hareketlerden şiddet yanlısı hareketlere kadar çeşitlenerek sürmüştür (Büyükkara, 2004: 218-224).
Selefilik son iki asırda üç ayrı Suud devletinin kurucu ideolojisi olmuştur. 1744’te Vehhâbîliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab (ö.1792) ile ilk Suud devletinin kurucusu Muhammed bin Suud arasında yapılan ittifakla (Dir’iye İttifakı) başlayan süreç, ülkedeki Selefî bilginler ve takipçileri tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır. Geleneksel ehl-i hadîs düşüncesinin takipçilerinin merkezi durumunda olan Suudi Arabistan’tan yayılan Selefilik düşüncesi; 20. yüzyılda Mısır, Pakistan, Endenozya gibi ülkelerde güçlü organizasyonlar kurmuştur. Bunda Suudi Arabistan’ın 70’li yıllardan itibaren dünyaya açılma politikaları etkili olmuştur.
Müslüman ülkelerdeki toplumsal krizlerin “verimli” ortamında geniş imkanlara sahip Suud destekli gruplar, gelişen iletişim araçlarının da katkısıyla İslam düşüncesi ve siyaseti üzerinde etkili bir pozisyona ulaşmışlardır. Ancak Selefilik zamanla, özellikle 90’lı yıllardan itibaren, kendi içinde hem ideolojik hem de örgütsel açından farklılaşmalar ve gruplaşmalar yaşamıştır. Bunların ana iki akımı, “Suudî Selefilik” ve “Cihadî Selefilik” olarak adlandırılmaktadır (Büyükkara, 2014:485-88). Günümüzde artık klasik Selefilikten iz taşımayan, amaçlarına ulaşmak için İslam’ın onaylamayacağı yöntemleri meşru gören, kendilerini Selefî sayan çeşitli grupların varlığından söz edilebilir. Bunlar dinin temel ilke ve amaçlarını yadsıyarak onun dışına ve görünüşe vurgu yapmakta, ahlaki ilkeleri göz ardı etmektedir. Bunların gözünde Müslümanların tarihi tecrübe ve birikimlerinin, kültürel çeşitliliklerinin hiçbir kıymeti yoktur; Müslümanların çoğunluğu yanlış yolda, kendileri kurtulacak konumdadır.
Avrupa’da Selefilik
11 Eylül olaylarından sonra Batı’ya karşı terör üreten dinî anlayışlar bağlamında Selefî veya Vehhâbî yorumlar başlıca suçlular arasında sayılmıştır. Bu tespitin başlıca gerekçelerinden biri, Selefilik anlayışına bağlılığı açık olan el-Kaide’nin ve onun Suudî lideri Üsame bin Ladin’in 11 Eylül’ü ve başka birçok terör saldırısını üstlenmiş olmasıdır. Terör hadiseleriyle dünyanın gündemine giren söz konusu anlayış, başka sebeplerin de etkisiyle Batı ülkelerindeki Müslüman gençler arasında sınırlı da olsa ilgi ve alakayla karşılanmıştır.
“Avrupa Selefiliği”; eğitim ve arınma yoluyla İslam’ı bidatlardan temizleyerek Müslüman yaşamını düzeltmeyi amaçlamak, Müslümanların Batı’da azınlık olarak yaşamalarını caiz görmemek, dinî hakikate yalnızca kendilerinin ulaştığına inanmak, siyasal alanda mücadele ile Avrupa’da İslam’ı savunmak, şartlı ya da şartsız şiddeti araç olarak görmek gibi çeşitli eğilim ve özellikler göstermektedir. Batı’da faal olan Selefî aktörlerin bir kısmı burada aldıkları temel eğitimden sonra Suûdi Arabistan gibi ülkelerde eğitim alarak tekrar Batı’ya dönmüş kimselerdir. Yine bu aktörlerin diğer bir kısmı da çeşitli göç yollarıyla Batı’ya yerleşmiş bireyler ya da yerel uluslardan İslam’a girmiş mühtedilerdir.
Avrupa’daki Selefî grupların söylemlerinde Asr-ı Saâdetin yüceltilmesi, çeşitli boyutlarıyla tevhit ve ümmet, dıştaki Batılı güçler ve içteki Batı’da eğitim almış Müslüman düşmanlar vurgusu dikkat çekmektedir. Bu Selefî gruplar içerisinde mühtedilerin oranının üçte bir olduğu tahmin edilmektedir. Mühtedilerin Selefiliği tercih etme sebepleri arasında kişinin geçmişinden radikal bir kopuşu bu gruplarda mümkün görmesi olarak açıklanmaktadır. Yine bu grupların “hakikati temsil etme” şeklindeki mutlakçı söylemleri temel İslami eğitim ve kültürden mahrum kimselerce kabul görmektedir. Ayrıca Selefî grupların sundukları maddi ve manevi imkânlar belli sosyokültürel kesimlere mensup bireyler için rasyonel tercih sebebi olabilmektedir.
Selefî gruplar ideolojilerini kitap, kaset, konferans gibi klasik araçların yanında internet ve sosyal medyayı yetkin bir şekilde kullanarak yaymaktadırlar. Yeni üye kazanmak için stratejik yöntemler izleyen Selefî gruplar, potansiyel üye adayının kendilerini bulmalarından ziyade onları hedefleyen tarzda çalışmaktadırlar. Çeşitli testlerden sonra üyeliğe dahil edilen bireylerden görünüş, tavır-davranış ve düşüncelerini Selefilik esaslarına göre düzenlemeleri beklenmektedir. Böylelikle grup aidiyeti diğer tüm aidiyet türlerinin önüne geçmekte, Selefilik kimliği üst-kimlik olarak benimsenmektedir. Yeni kimlikle birlikte paylaşılan sorumluluklar, sosyal açıdan belli yoksunluklara sahip göç kökenli gençler için cazip olabilmektedir.
Hakikatin tek temsilcisi, kurtuluşa eren yegâne cemaat anlayışı, Selefî grupların kendilerini toplumdan soyutlamalarına, dış dünya ile aralarına mesafe koymalarına sebep olmaktadır. Bu sosyal farklılaşma stratejisi “grup içinde yaşama”, dış gruptan bireylerle evlilik dahil her türlü yakınlaşmadan sakınma ve kedinden olmayanı ötekileştirme şeklinde tezahür etmektedir. Bu farklılaşmayla bütünleşen diğer unsurlar ise yüksek derecede hassasiyet taşıyan bir dindarlık görünümü ve Arapça ile dinî bilgileri öğrenmeye yönelik yüksek bir azimdir (Amghar, 2018). Dinî fenomen olmanın dışında çok yönlü bir ideoloji özelliği de gösteren Selefiliğe dair güncel görünümleri açısında çok yönlü kuramsal ve uygulamalı araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
[…] Jul 10, 2021 … “İslam'ın köklerine geri dönme çabasında olan aşırı muhafazakâr akım” olarak tarif edilen Selefilik, İslam ilim geleneğinde “inanç … devamini oku […]