'Dosya: "Siyasal İslam"'

Fransız Politik Söyleminde “Siyasal İslam”

Fransada “siyasal İslam” söylemi siyasilerin diline yerleşti. Bu kavramın ne anlama geldiği konusunda Fransız İçişleri Bakanı Gérald Darmanin müstakil bir kitap yazdı.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Fransa’da güncel akademik ve siyasi söylemde “siyasal İslam” (Fr. “islam politique”) kavramı yerine daha kapsayıcı olan “İslamcılık” (Fr. “islamisme”) kavramı kullanılmaktadır. Bu kavram ile bir taraftan siyasal İslam, diğer taraftan genel olarak Selefi akımlar kastedilmekte ve neticede her ikisi amaçları açısından bütüncül bir yaklaşımla ele alınmaya çalışılmaktadır. Bu yazı çerçevesinde konuyla ilgili mevcut Fransız politik söylemi ana hatlarıyla ortaya konulacağından kavram olarak “İslamcılık” tercih edilmiştir.

Söylemden Eyleme Doğru – Devletin “İslamcılık”la Mücadele Çağrısı

Her şeyden önce İslamcılık, kastedilen tüm akımlarıyla, Fransız politik eylem ve söyleminde kararlılıkla mücadele edilmesi gereken bir hedef olarak belirlenmiştir. 3 Ekim 2019 tarihinde Paris Emniyet Müdürlüğüne yapılan saldırı sonrası Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, radikalleşme ve terörizmle mücadele araçlarının güçlendirilmesi ihtiyacına vurgu yaparak, İslamcılığa karşı savaş ilan etmiştir. Devlet Başkanının İslamcılıkla mücadeledeki bu kesin kararlılığının hükûmet politikalarına yansıyarak eyleme dönüşmesi 2020 yılında olacaktır. Nitekim 26 Temmuz 2020 tarihinde Vatandaşlıktan Sorumlu Bakan Marlène Schiappa ayrılıkçılığa karşı bir yasa tasarısının 2020 yılı Eylül veya Ekim ayları itibariyle Bakanlar Kuruluna sunulacağını ve bu yasa tasarısının asıl hedefinin siyasal İslam olduğunu vurgulamıştır. Tarih-coğrafya öğretmeni Samuel Paty’nin 16 Ekim 2020’de hunharca katledilmesi İslamcılıkla mücadele araçlarının daha fazla güçlendirilmesi gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir.

Yasa tasarısının genel hatları ise Cumhurbaşkanı Macron tarafından 2 Ekim 2020’de “Mureaux” konuşmasında ilan edilmiştir. Macron konuşmasında, ayrılıkçı İslamcılık ve onun gerçekleştirmek istediği “karşı-toplum” projesine karşı mücadeleye davet etmiştir. Ona göre; “radikal İslamcılıkta (…) Cumhuriyet yasalarına karşı gelmek ve paralel bir düzen yaratmak için iddia edilen, sergilenen bir irade ve düzenli bir organizasyon vardır.” Cumhurbaşkanı, İslam’ın tüm dünyada kriz yaşayan bir din olduğunu, bu durumun sadece Fransa’da görülmediğini ifade ettikten sonra; bu derin krizin köktendinci anlayışlar, dinî ve siyasi projeler arasındaki gerilimlere bağlı olduğunu ve çok güçlü bir sertleşmeye sebep olduğunu vurgulamıştır. İdealize edilen İslam, Cumhuriyet değer ve kanunlarıyla çatışmayan ilerici, liberal ve aydınlanmış bir İslam’dır. Genel olarak amaç, ifade edildiği üzere, Fransız toplumundan ayrı paralel bir toplum yaratma çabasında olan tüm İslamcı akımlarla mücadele etmek olup, Müslümanları damgalamak değildir.

Hükûmetin ayrılıkçı İslamcılıkla mücadele için öngördüğü yasa tasarısı, son aşamada ismi de değiştirilerek, “Cumhuriyet İlkelerine Saygıyı Güçlendiren Yasa Tasarısı” adıyla 9 Aralık 2020 tarihinde Fransız Ulusal Meclisine sunulmuştur. “Ayrılıkçılık” kavramından vazgeçilmiş, “Cumhuriyet ilkeleri” ve özellikle de “laiklik” başat kavramlar olarak ön plana çıkartılmıştır.

Fransız Devletine Göre “İslamcılık” Nedir?

Son yıllarda İslamcılık tartışmalarını alevlendiren olaylar ve Fransız hükûmetinin tepkilerinden kısaca bahsettikten sonra, kendisiyle mücadele etmek için güçlü araçlar seferber edilen İslamcılığın resmî politik söylemde nasıl anlaşıldığını irdelemek yerinde olacaktır. Bu konuda aradığımız cevabı Fransız İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’in “İslamcı Ayrılıkçılık, Laiklik için Manifesto”  isimli kitabında buluyoruz. Darmanin, bahsi geçen yasa tasarısının bir nevi gerekçelendirmesini yapmak üzere bu kitabı kaleme almıştır.

Darmanin’e göre Batı dünyasıyla temasa tepki gösteren iki İslamcı yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bunlardan “kardeşçi” olarak adlandırılan ilki, Hasan al-Bennâ’nın etkisi altında 1920’li yıllarda Mısır’da doğmuştur. Siyasal İslam olan bu akımın amacı, Batılılaştırma denemesine, özentisine düçar olmuş halkı, zaruri davranış kuralları dayatarak yeniden İslamlaştırmaktır. “Kardeşçi ideoloji, Batı modernitesini İslam’a göre yeniden formüle ederek baskın olan bu moderniteye karşı koymayı amaçlayan İslami düşüncenin yeniden canlandırılmasıdır.” Bu vizyon, hedef olarak göçmen toplulukları kültürel ve dinî sadakat ile katı bir İslam içerisinde tutmayı belirlemiş “İslamcılık düşüncesi girişimcileri” tarafından Batı’ya ihraç edilmiştir. “Kardeşçi anlayışa göre, hayat tarzı ile toplumun geri kalanından ayrılmak ve sosyal alanda uygulanması gereken dinî kuralları, topluma dâhil olma veya stratejik taviz verme riski olsa bile, diğerlerine dayatmak gerekir.” (s. 31)

Yazarın sınıflandırmasına göre ikinci İslamcı yaklaşım ise, Selefilerin anlayışı olup bunlar “dindar atalarının” geleneklerine geri dönmeyi arzu eder ve bundan dolayı toplumla tam bir ayrışmayı mecbur kılarlar. “Bin yıllık esinlenmeye sahip olan Selefiler, inananlardan aşırı dinci bir yaklaşım beklerler. Bu beklenti, azınlıkta bulundukları yerlerde, kendi içine kapanma, içinde yaşadıkları toplumu olduğu kadar kurumları da reddetme tavrıyla neticelenir.” Her durumda İslamcılık, yazara göre, “anti modern ve Batı karşıtı” bir ideoloji olarak ortaya çıkmaktadır. “Selefiliği savunanlar, tüm egemenliğin Allah’tan geldiğini ve insanın yalnızca topluluğa, ümmete aidiyetiyle değerli olduğunu savunur. Bu anlayışta bütün ötekilikler reddedilir.” (s. 31)

Müslüman Kardeşlerin ve Selefiliğin İslamcı hareketleri, Sünni-Müslüman dünyasında, yani kutsal metinlere harfi harfine bağlı olan dünyada, tarihsel olarak Batı egemenliğine ve 18. yüzyılda Müslüman dünyanın görece düşüşüne bir tepki olarak doğmuştur. “Bu hareketlerin çağdaş biçimleri, Müslüman dünyadaki sömürge sonrası rejimlere, ama her şeyden önce Batı’ya ve onun ‘çökmekte olan’ değerlerine, karşıdır.” Bunlar yazarın dikkat çektiği temel ayrılıkçı akımlardır (s. 24).

Diğer taraftan Darmanin’e göre, İslamcılık birçok düşünce akımı barındırmaktadır. “Bu akımların tamamı İslam’ı, din, kültür veya ideoloji olarak ayırmayı reddeder ve toplumun her alanında kişilerin dinî kurallara uyması gerektiğini iddia eder.” İslamcılık tümüyle “gerici” bir anlayış olup bugünün inananlarının hayat tarzlarının tamamının İslamlaştırılmasını savunur. Kural olarak bütün olay veya sosyal faaliyetlerin dinî yorumu yapılmalıdır. Din, ibadet veya manevi terakkiyata indirgenemez. Bu anlayışta, et tüketebilmek veya tüketememek tarzındaki cevazların çok ötesindeki helal veya haram şeklindeki İslami kurallara herkes saygı göstermelidir. Total bir din anlayışı olan İslamcılık, yasal olan ve olmayan, cevaz verilen ve verilmeyen arasındaki ayrımdan hareketle davranışlar dayatmaktadır. İslamcılık, en beklenmedik olanlar da dâhil olmak üzere, insan hayatının dinî kurallar çerçevesinde düzenlenmesi için bütün ihtimalleri öngörmektedir. Yazar bu bağlamda örnek olarak, İslamcıların hâkim olduğu Malezya Din İşleri Bakanlığında, pandemi süresince su bazlı alkol içeren jellerin kullanımının caiz olup olmadığı konusundaki tartışmaları göstermektedir (s. 29).

Bu çerçeveden bakıldığında, Darmanin’e göre, İslamcılık kuşatıcıdır, dünyanın basit izahına müsaade eder ve müminlerin sosyal organizasyonu ile bireysel davranışının ne olması gerektiği sorgulamalarına cevap verir. “Totaliter bir öze sahip olan İslamcılık, güç, ilkelerinin basitliği, hızlılık ve propagandasının her yerde hazır olmasıyla dünyadaki milyonlarca Müslüman’a kendini kabul ettirir. Koloni sonrası toplumların zorlukları, entegrasyon başarısızlığı ve Batı modelinin çekiciliğini kaybetmesinden destek alan İslamcılık, kendisinin de bastırılmış olarak karikatürize ettiği “ümmetin”, İslam toplumunun, tatlı sıcaklığını sunar.” “Genel olarak Batı’nın ve özelde Avrupa değerlerinin reddi ihtiyacının altını çizmek adına İslamcılar zulüm duygusu üzerinde oynarlar. İslamcılık söyleminin güçlü noktalarından biri budur.” (…) “İsrail-Filistin çatışması veya Çin’de Müslüman Uygurlara yapılan zulüm araçsallaştırılır ve Fransa’da ümmetin çektiği hayali zulümlerle özdeşleştirilir.” Yazara göre nihai aşamada İslamcı rasyonelleştirmenin vardığı tek sonuç şudur: “Fransız Müslümanlar netice olarak bu haksızlıkların farkına varmalı, daha fazla dayanışma içerisinde olmalı ve kendini savunmalıdır” (s. 30-31).

İçişleri Bakanı, İslamcı liderlerin din ve siyaset ayrımını kategorik olarak reddettiğini, hatta laikliği Batı’nın dinle mücadele aracı olarak gördüğünü, ayrıca bunların ulusal kimlikleri, çoğulculuğu ve kişileri zengin özgür iradeli yurttaş bireyler yapan kavramları kindarlıkla takip ettiğini ifade etmiştir. Bakan bu ideolojinin, Fransa’da Suudi Selefiliği ve Vahhabizmin ihracatı yoluyla ve aynı zamanda UOIF’in (Fr. “Union des organisations islamiques en France” – Fransa İslami Organizasyonlar Birliği)  1980’lerden beri kardeşçi aktivizmi vasıtasıyla yayıldığını iddia etmekte ve bugün, bu ideolojinin kültürel olarak her yerde var olduğunu kabul etmek durumunda olduğumuzu ifade etmektedir. Aynı zamanda İslamcılığın, bir misyoner hareket olan Tebliğ Cemaatine, 1970’lerden beri güvenebildiği yine Bakan tarafından dile getirilmiştir (s. 32). Bu ve benzer türdeki cemaatlerin kişilerin yeniden İslamlaştırılmasında önemli rol oynadığı akademik araştırmalarda da dile getirilmiştir. Sonrasındaki süreç terörizme uzanabilmektedir.

Bakana göre İslamcılığın tekniği basittir: “Sosyal yaşam, dayanışma, destek ve temel yardım yoluyla kendilerini vazgeçilmez kılmak. Hayırsever mekânlar, yemek dağıtımı, okullar veya özel dershaneler, her türden derneksel faaliyetler -yoluyla- İslamcı izler (ve söylemler) herkese kabul ettirilir. Artık kimse tarafsız değildir, her şey dinî, her şey tekrar eder mahiyettedir” (s. 32).

Benzer tespitlerin, Marianne Dergisine verdiği 14 Ocak 2020 tarihli röportajında Sosyolog Bernard Rougier tarafından da dile getirildiği görülmektedir. İslamcıların mahallelere el atma konusunda genel bir tarzının olup olmadığıyla ilgili kendisine yöneltilen soruya Rougier; “(…) Yıllardır militan mantığın bir parçası olan İslamcılar, sosyalliğin var olduğu her yerde dayanak noktalarını çoğaltmaya çalışıyorlar: Kimse onlardan kaçmamalı. Spor salonu ve sahası, cami, restoran, kitapçı, okul … Bu yerlerde kutsal olanı seferber ederek Müslümanları mahcup etmek için onlara dinî tavsiyeler (kıyafet, gıda) dağıtılır. Amaç, her yerde haram ve helal kategorilerini kullanarak davranışları standartlaştırmaktır. (…) ” şeklinde yanıt vermiştir.

İçişleri Bakanı, modern dünyada en güçlü ideolojinin İslamcılık olduğunu, İslamcılığın kargaşa ortasında şüphesi olanlara kesinlik görüntüsü verdiğini, Fransız toplumuyla savaşmak ve neticede onu parçalamak amacını taşıdığını ve topluma tümüyle sızmak için dini manipüle ederek İslam’ı söz söylemekten mahrum bıraktığını ifade etmiştir (s. 6).

Bakana göre İslamcılık, insani faaliyetlerin tüm cephelerini işgal ederek topluma yerleşmektedir. Bunu yaparken, tamamen belirli standartlara göre yaşamak isteyen topluluğu kelimenin tam anlamıyla toplumdan koparmak için, kendisine saygı gösterilmesini ve kendi normlarının Fransız kurumlarının koyduğu kurallarca kabulünü talep etmektedir (s. 7).

Doğası itibariyle, Darmanin tarafından izah edildiği şekliyle, terörizm ile İslamcılık arasında bir ayrım bulunmamakta olup daha az öneme sahip olan bir derece farklılığı vardır. Samuel Paty’nin zalimce katliamı bu durumu acımasızca resmetmektedir. Her şiddet eylemi İslamcılık kalıbında gelişmektedir. “İslamcılık terörizmin verimli (humuslu) toprağıdır”. Bazı doktrinler, ister “cihatçılığı” açıkça tanımlasınlar isterse onun ekosistemini yaratsınlar, ikisi arasında, yani İslamcılık ile terörizm arasında, sürekli bir geçiş vardır (s. 8). Bakan Darmanin’e göre İslamcılık, mücadele edilmesi gereken en tehlikeli ayrılıkçılıktır (s. 9).

Netice olarak güncel politik algıda İslamcılık; siyasal İslam ve Selefilik, Müslümanları Fransız toplumundan tamamen ayırarak toplumu parçalamak isteyen, bunu gerçekleştirebilmek için bütün sosyal mecra ve imkânları kullanan, hayatın her alanı ve aşamasında helal-haram şeklinde kurallar ihdas ederek müminleri her türlü baskı altında tutan, nihayetinde Batı karşıtlığı üzerinden Batı’nın değer ve kurallarını yok sayan bir topluluk oluşturma çabasında olan ve bunu dini manipüle ederek pazarlayan bir ideoloji olarak kabul edilmektedir.

Şaban Sicim

Bourgogne Üniversitesi uluslararası hukuk alanında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Sicim’in uzmanlık alanları uluslararası hukuk, AB hukuku, insan hakları hukuku, göçmenlerin karşılaştığı problemler ve benzeri konulardır. Sicim, aktif olarak hukuk danışmanlığı yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler