“Cumhuriyet Değerleri” Gölgesinde Fransa Müslümanları
Son yıllarda Fransa’da ulusun Müslümanlarla birlikte yeniden inşasına tanık oluyoruz. Bir üst kimlik ifadesi olarak Fransızlığın Müslümanlarla birlikte hangi şartlarda nereye doğru evrileceği ise merak konusu.
Fransa’da yaşayan Müslümanlarla ilgili üç koldan gelişmeler yaşanıyor. Yasama düzeyinde Fransa Meclisi ve Senatosu resmî adıyla Cumhuriyet Prensiplerine Saygıyı Güçlendirme Yasa Tasarısı ile meşgul. Yürütme düzeyinde İçişleri Bakanı, İlkeler Şartnamesi adıyla bilinen ve beş federasyon tarafından imzalanan metin ile üç İslami kuruluşu dışlamaya yönelik siyaseti harekete geçirdi. Üçüncü olarak yerel düzeyde, Strazburg Belediyesinin yapımı devam eden Eyüp Sultan Camii’ne yönelik maddi desteği yine İçişleri Bakanı’nın müdahalesiyle mahkemeye intikal eden bir sorun hâline geldi. Bu üç konunun her biri, ana akım medyada günlerce ele alındı, yorumlandı. Bir ulus, bu üç olay üzerinden Müslümanları tartışırken Müslümanlar da göçmen kökenli olmaları nedeniyle onlar için yeni olan bir ülkede yaşadıkları muameleyi sorguluyor.
Fransa’nın Müslüman vatandaşlarıyla olan ilişkisini ele alırken öncelikle ülkede 2015 yılından bu yana Müslüman kimlikli kişiler tarafından yapılan -İslam tarihinde de görülmüş olan- harici terör saldırılarını hesaba katmak gerek. Bir terör saldırısı her ne kadar bir defaya mahsus olarak ve küçük bir çevrede yaşansa da uzun vadeli, zaman ve mekân olarak kapsayıcı etkileri olan bir eylemdir. Bu nedenle farklı aralıklarla yaşanan “anlık” terör eylemleri, siyasette ve toplumda derin izler, yaralar bırakır. Her saldırının ardından siyasette askerî ruh harekete geçer. Teröre karşı savaş söylemleriyle yasalar gözden geçirilir, yeni düzenlemeler yapılır. Fransa, 2015 yılından bu yana bunları yaşayan bir ülke. Bu psikolojiyle temel hakları çok da dikkate almayıp güvenliğe odaklanmış durumda.
Les Mureaux Konuşmasıyla Start Alan İslam Siyaseti
2020 yılının ekim ayında yaşanan Samuel Paty cinayeti ve Nice’de bir kilisede üç kişinin öldürülmesi olaylarının ardından savunmacı askerî söylem doğal olarak harekete geçti. Öncesinde zaten gündemde olan ayrılıkçılıkla mücadele meselesi hızlandırılmış bir şekilde Fransa Meclisinin gündemine geldi. Müslümanların yaşadığı bazı bölgelerde cumhuriyet yasalarının değil Selefî akımların hâkim olduğu dillendirilerek kaybedilmiş bölgelerin kazanılmasına yönelik adımların atılması gerektiği savunuluyordu.
Cumhurbaşkanı Macron 2020 yılının şubat ayında Mulhouse’da ve ekim ayında Les Mureaux’ta yaptığı konuşmalarda özel olarak bu konuyu ele almıştı. Ayrılıkçı olarak tanımladığı akımlarla mücadelede hedeflenen noktalarla ilgili ipuçları vermişti. Bu ipuçları her ne kadar ayrılıkçı akımlarla ilgili görünse de daha çok yeni dönemin İslam siyasetine ilişkin maddelerdi. Siyasi hedefi bugünlerde Cumhuriyet Prensiplerine Saygıyı Güçlendirme Yasa Tasarısıyla ete kemiğe büründü. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte camilerin -ve bununla birlikte kilise ve sinagogların- devlet tarafından daha fazla kontrolü; çok eşlilik, zorla evlendirilme ve bekâret testiyle ilgili yaptırımlar ve evden eğitimin sınırlandırılması gibi alanlarda yeni düzenlemeler uygulanacak.
Cumhurbaşkanı Macron Les Mureaux’ta yaptığı konuşmada küçük ama bugünlerde İslami kuruluşlara, onların birlikteliğine büyük etkisi olan bir detaya yer vermişti. Ona göre imamlarla ilgili sertifikalandırmayı yapacak bir yapının kurulması ve bununla birlikte bir şartnamenin oluşturulması, buna uymayan imamın mesleğinden menedilmesi gerekiyordu. İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’in etkinliğiyle bu hedef doğrultusunda çalışmalar başlatıldı. Fransa İslam Konseyi (CFCM) üyesi sekiz federasyon müzakerelere başladı. Fransa Ulusal İmamlar Konseyi kurulacak, konseyin kuruluş bildirgesi mahiyetinde bir ilkeler şartnamesi hazırlanacaktı.
İlkeler Şartnamesi ve Eyüp Sultan Camii Krizleri
İçişleri Bakanı’nın girişimiyle başlayan süreç hem Fransa hem de Fransa’daki Müslümanlar adına an itibarıyla bir hüsran gibi sonuçlanmış gözüküyor. Söz konusu hedefe ulaşmak şöyle dursun, İslami kuruluşlar arasında var olan birlikte çalışma birikimi darbe almış, yani Fransa İslam Konseyi zedelenmiş durumda. İlkeler Şartnamesi adıyla gündeme gelen metni beş federasyon kendi değerlendirmeleri sonrasında imzalarken üçü kabul edemeyecekleri maddeler olması nedeniyle imzalamadı. Bu kırılma parçalanmanın başlangıcı oldu. İslami federasyonların kendi iç meselesi olan bir konuda İçişleri Bakanı’nın âdeta oyun kurucu gibi aşırı müdahalesi sivil yapıları yaraladı.
Bu müdahale kurumsal altyapısı zaten eksik olan Fransa İslam Konseyini dağıttı. Sekiz İslami kuruluş devlet ve kamuoyu nezdinde “cumhuriyet taraftarı” ve “cumhuriyet düşmanı”, yani makbul olan ve olmayan şeklinde ikiye bölündü. Akabinde İlkeler Şartnamesi’ni imzalamayarak makbul olmayan yapılar kategorisine giren üç federasyon -Fransa Millî Görüş, Fransa Diyanet ve Tebliğ Cemaati- günah keçisi muamelesi görmeye başladı. İçişleri Bakanı şartnameyi imzalamayanlara yönelik baskının artacağını söyleyerek doğrudan bu üç sivil yapıyı sorun hâline getirdi. Varlıkları sorgulanır hâle gelmeye başladı. Bu siyasi tutumun ilk bedelini Strazburg’da yapımı devam eden Eyüp Sultan Camii ödedi.
Siyasi konjonktürün siyasi eylemleri doğrudan etkilediğini Strazburg’daki Eyüp Sultan Camii ekseninde yaşanan tartışmalar bir kez daha gösterdi. Strazburg Belediyesinin camiye yönelik yardımı İçişleri Bakanı’nın itirazına takılmış ve konu mahkemeye intikal etmişti. Her ne kadar cami yetkilileri başvuruyu geri çekse de tartışmalar, ulusal düzeyde yaşananların yerel siyaseti ne derece etkilediğini gösteren bir iz olarak kaldı. Yerel düzeydeki bir meseleyle ilgili iki siyasi kanadı karşı karşıya getirdi. Muhafazakâr siyaset ile yeşil siyaset karikatürlere konu olacak derecede gündem konusu oldu.
Laiklik Uygulamasında Yeni Safha
Bu olaylar silsilesi fazlasıyla üzerinde düşünmeye değer. Öyle ya, Fransa’da neler olduğuna yer verdikten sonra biraz da tüm bunların niçin olduğunu da sorgulamakta fayda var. İlk olarak şunu söyleyebiliriz: Devlet, dinî kuruluşları daha fazla kontrol etmek istiyor. Böyle olunca din-devlet ilişkileri yeni bir hâl alıyor. Mesele sadece ülkedeki Müslümanlarla ilgiliymiş gibi gözükse de diğer dinî grupları da kapsayan, etkileyen bir şekilde, devletin dinî yaşama ve dinî gruplara yönelik tutumu farklı bir hüviyete bürünüyor. Siyasi iradenin dinî, daha doğrusu İslami dernekleri daha fazla kontrol etmek istemesi nedeniyle dinî cemaatler, gelecekte geçmişe kıyasla daha fazla devletin kontrolünde olacak.
Var olan tüm itirazlara rağmen ayrılıkçılıkla mücadele maddelerini içeren Cumhuriyet Prensiplerine Saygıyı Güçlendirme Yasa Tasarısı uygulamaya konulacak. Bu açıdan bakıldığında anayasal düzenin temel ilkesi olan laikliğin yeni bir aşamada devlet lehine geliştiğini söylemek mümkün. Fransa’da din-devlet ayrımının temel taşlarından olan 1905 Yasası’yla ilgili süreçte bundan 116 yıl önce kim bilir neler yaşanmıştı. Bundan 100 yıl sonra da kim bilir bugünler nasıl anılacak…
İktidarın Kimlik Siyaseti
Bugün Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlarla ilgili tartışmaların ana omurgasını tüm taraflar açısından aidiyet meselesi oluşturuyor. Nereye aitsin? Kendini, geleceğini nerede görüyorsun? Şayet kendini buraya ait olarak görüyorsan bunun gereklerini yerine getirebiliyor musun? Yok, kendini buraya ait hissetmiyorsan burada hayat alanını geliştirmene gerek var mı?
Kendini başka bir coğrafyanın temsilcisi olarak mı görüyorsun? Bu durumda burayı işgal etmiyor musun? Buraya aitsem, bunun gerekleri nedir? Kendimi buraya ait hisseden birisi olarak kabul görmüyorsam ne yapmalıyım? Basit ve soyut düzeyde bu sorular etrafında cereyan eden aidiyet tartışmaları siyasetin de ana gündem maddesini oluşturuyor.
Bu gözle baktığımızda İlkeler Şartnamesi meselesinin basit anlamda bir metnin imzalanıp imzalanmaması olmadığı anlaşılıyor. Ne oyun kurucu taraf ne imzalamayan taraf ne de imzalayan taraf açısından bunun böyle olmadığı net bir şekilde görülüyor. Oyun kurucu taraf olan İçişleri Bakanı kendi siyasi görüşünden hareketle Müslümanlara yönelik bir kimlik siyaseti uyguluyor. Bu yapılırken bir bakıma Fransa’daki Müslüman vatandaşın bilinç düzeyine hitap ediliyor.
Merkezî güç, metinde formüle edilen maddelerin kabulünü şart koşarak bir bakıma tüm aktörleri aidiyetlerini, kimliklerini daha net ortaya koymaya zorluyor. Ayrılıkçılık Yasası yasalaşmış bir metin olarak somut günlük yaşamı hedef alırken İlkeler Şartnamesi soyut düzeyde kimliği, bilinci şekillendirmeyi hedefliyor. Buna karşın İçişleri Bakanı nezdinde metni imzalayan ve imzalamayan taraf farklı iki aidiyet konsepti geliştirerek bunlar üzerinden tartışmalara müdahil oluyor.
“Biz” İçerisinde Farkı Vurgulama Hakkı
İlkeler Şartnamesi’ni imzalamayan taraf, hâkim söylem doğrultusunda kamuoyunda “bizimle birlikte değiller” muamelesi görerek dışlansa da yaptıkları itiraz ve açıklamalarla Fransa’ya ait olmanın farklı bir perspektifini sundu: Birlikte yaşamı garantileyen anayasal düzende farklılığı zikrederek ve yaşarak Fransa’da var olmak, hatta Fransız olmak. Tam da bu noktada bu tarafın duruşunu destekler mahiyette, hâkim siyasi söylemin dışında farklı bir siyasi yaklaşımın olabileceğine ilişkin bir sinyal Strazburg’dan geldi.
Olay özetle şu şekilde gelişti: Strazburg Belediyesi Fransa Millî Görüş tarafından yaptırılan Eyüp Sultan Camii için maddi destek kararı verdi. Şehrin Belediye Başkanı cami yöneticilerini yakından tanıdığı için desteğin verilmesinde bir sorun görmüyordu. Buna karşın İçişleri Bakanı şartnameyi imzalamayan, “yurt dışı bağlantısı olan” ve “siyasal İslam’ı temsil eden” bir yapıya destek verilemeyeceği görüşündeydi.
Olay iki farklı siyaset anlayışının birbiriyle nasıl zıtlaştığını gösterdi. İçişleri Bakanı aslında realitede bilmediği ve tanımadığı İslami bir kuruluş hakkında geçmişten kalan kurgularla hükümde bulunurken Strazburg Belediye Başkanı bildiği ve tanıdığı aynı yapı hakkında farklı tutum sergiledi. Kimlik siyaseti bağlamında Batı’da bir akım tarafından anayasal düzeni yıkma hedefi güden ve terörün arka bahçesi olarak tanımlanan “siyasal İslam’a” müsamaha gösterilmediği ortaya çıktı. Strazburg Belediyesi açıklamaları, faaliyetleri ve cemaatinin sosyal yapısı dikkate alındığında bu kategoride değerlendirilemeyecek olan Fransa Millî Görüş’ün farklılığını ifade etti diye dışlanamayacağını, aksine desteklenebileceğini gösterdi.
Çağın insanları olarak Fransa’da ulusun Müslümanlarla birlikte yeniden inşasına tanık oluyoruz. Bu çerçevede Eylül 2020’den bu yana cereyan eden olayların kısa, orta ve uzun vadede Fransa ulusunu nereye götüreceğini kestirmek şimdilik zor gözüküyor. Fransa’da yaşamakla Fransız yaşamak arasında mahiyet farkının olduğu malum. Fransa’da yaşayan göçmenlerin uzun vadede Fransız olarak yaşamaya başlamaları, azınlık olarak göç eden farklı göçmen gruplarında da tarihî olarak görülmüş bir vaka. Ama bunun derecesi ve içeriği yaşananlara göre değişebiliyor. Bu noktada asıl mesele, bir üst kimlik ifadesi olarak Fransızlığın Müslümanlarla birlikte hangi şartlarda nereye doğru evrileceği.