'Türkiye'de Deprem'

Afet Sonrasında Türkiye-İsrail ve Suriye Ekseninde Neler Yaşandı?

Deprem felaketi sonrası hassas bir dönemde bulunan Türkiye’nin bu süreçte İsrail'den aldığı desteği unutmayacağı bir gerçek. Yaşanan gelişmeler iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler bir noktaya getirilmeye çalışılsa da güven duygusunun daha fazla pekiştirilmesine ihtiyaç olduğunu gösteriyor.

Fotoğraf: JBSIGN - Shutterstock.

İsrail devletinin kuruluşundan bugüne bakıldığı zaman Orta Doğu’daki ülkelerin bölgesel politikalarında birçok değişim yaşandı. Bu süreçte İsrail’in yaşadığı en büyük değişimler bölge ülkeleri ile imzalanan anlaşma süreçleri ve son olarak 2020 yılında Körfez’deki Arap ülkeleri ile olan ilişkilerindeki ilerleme oldu.

2020 yılında  İsrail ABD öncülüğünde  BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas ile normalleşme anlaşmaları imzaladı. Literatüre İbrahim Anlaşmaları olarak geçen anlaşma süreçleri hâlen geliştirilmekte olup ülke tarihinde en önemli dış politika hamleleri arasında değrerlendirildi. 1979 yılında Mısır, 1994 yılında Ürdün ile imzalanan anlaşmalar İsrail’i bölgesel açıdan rahatlatan önemli anlaşmalar olarak kayıtlara geçti. Bu tarihten sonra uzun süre boyunca bölge ülkeleri ile tekrar bir anlaşma imzalama fırsatı bulamayan İsrail, son yıllarda bir taraftan Körfez ülkeleri ile normalleşmeye devam ederken diğer taraftan bölgenin bir diğer önemli ülkesi olan Türkiye ile Mavi Marmara Olayı sonrası ilişkileri normalleştirmenin yolunu aramıştır. 6 Şubat 2023 tarihinde Türkiye’de Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen depremleri İsrail yönetimi tarafından (başka hedeflerle birlikte) bölgesel ilişkilere katkılar sunacak bir “fırsat” olarak da değerlendirilmiştir.

“Afet Diplomasisi”nin Yansımaları

Deprem sonrası 450 kişilik en kalabalık kurtarma ekibini Türkiye’ye gönderen İsrail yönetimi aynı zamanda en kısa sürede Türkiye’ye yardım ulaştıran ülkelerden biri oldu. “Zeytin Dalı” olarak isimlendirilen operasyon süresi boyunca 19 kişi enkaz altından kurtarılırken İsrail Kurtarma Ekibi tarafından kurulan sahra hastanesinde birçok yaralının tedavisi sağlanmaya çalışıldı. Ekibin 13 Şubat tarihinde ülkeden ayrılması sonrasında İsrail Ben Gurion Havalimanında bir resmî tören düzenlendi ve törene Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi Şakir Özkan Torunlar da katıldı.

Ekibi yöneten İsrail Savunma Kuvvetleri Şefi Türkiye’ye giden kurtarma ekibinin üç hedefi olduğunu ifade etti. 1. Çaresizlik ve  ihtiyaç içerisindeki insanları kurtarmak, 2. İsrail kurtarma ekiplerinin bu tecrübeler sayesinde daha profesyonel bir hâle gelmesinin sağlanması ve 3. İsrail’in bölgesel komşularıyla ortaklıkları geliştirmek. Bahsi geçen hedefler içerisinde ikinci ve üçüncü madde İsrail’in kendi iç dinamikleri açısından önem arz etmektedir. Zira depremde az da olsa sarsıntıyı hisseden İsrail’de deprem sonrası bir teyakkuz durumu oluşmuş ve fay hattı üzerinde bulunan İsrail’de bulunan birçok binanın depreme dayanıklı olmadığının altı çizilmişti. Bu noktada Knesset Devlet Kontrol Komitesi Başkanı Yesh Atid Milletvekili Mickey Levy, İsrail’de doğal afetlerden sorumlu olacak bir bakanlığın kurulmasını talep edeceğini zira Eğitim Bakanlığı’na göre olası bir deprem durumunda İsrail’de bulunan 1600 okulun yıkılma riskiyle karşı karşıya bulunduğu, fakat buna rağmen sadece 87’sinin güçlendirildiğini ifade etti.

Bu minvalde yaşanan afetten İsrail’in de dersler çıkararak muhtemel depremlere karşı önlemler alması gerektiğinin altı çizildi. Üçüncü madde ile alakalı olarak İsrail’in gerçekleşen depremleri bir “fırsat” olarak değerlendirerek bölgesel ilişkilerine katkı sağlamaya çalıştığı görüldü. İsrail kurtarma ekibinin Türkiye’de bulunduğu süreçte İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, depremin vurduğu ülkeye kısa bir taziye ziyareti için 14 Şubat Salı günü Ankara’ya gitti. Ziyaret sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşen Cohen, İsrail’in depremden etkilenen bölgede kurduğu sahra hastanesini ziyaret etti. Ziyaretin deprem dışında bilinen bir gündemi bulunmamakla beraber tarafların daha ziyade İsrail kurtarma ekibinin Türkiye’deki faaliyetlerini değerlendirdikleri söylenebilir. Ziyaret iki ülke arasındaki gelişmekte olan güven duygusuna katkılar sağladı.

Deprem Sonrası İsrail ve Suriye İlişkileri

Suriye boyutuna bakıldığında ise daha farklı bir profilin göründüğü dikkat çekmektedir. Resmî olarak savaş hâlinde olan İsrail ve Suriye ilişkileri özellikle Suriye Krizi sonrasında daha da kötüleşti. Kriz öncesinde İran’ın Suriye’deki görünürlüğünü artırması ve İran ve Lübnan Hizbullah’ı arasındaki bilinen ilişkiler İsrail’i rahatsız etmekte idi. Kriz sürecini fırsat bilen İsrail Rusya’nın da göz yumması ile Suriye sahasında sürekli olarak İran’a karşı operasyonlar düzenledi.

İsrail yönetiminin deprem sonrası yaralıları Suriye’nin kuzeyindeki İsrail hastanelerine kabul etmeyi teklif ettiği ifade edildi. Fakat Suriye tarafı Rusya’nın isteği ile yardım için “düşman” olarak nitelendirdikleri bir devlete asla başvurmadıklarını ifade etti. Yardımın tam olarak ne şekilde istendiği yahut istenmediğine dair tartışmalar devam ede dursun, İsrail’in İran’ın depremi fırsat bilerek Suriye’de bazı operasyonlar gerçekleştirdiğini iddia etmesi nedeniyle Suriye’de bazı noktalara saldırı gerçekleştirildi. Bu gelişme üzerine Suriye, Birleşmiş Milletler’den deprem felaketinin yaralarını sarmaya çalışan ülkenin bu süreçte İsrail saldırısından korunmasını talep etti. İsrail yönetimi Suriye örneğinde depremi Türkiye örneğinden farklı bir şekilde yorumladı fakat yine de çıkarlarını gerçekleştirmek için enstrümentalize etti.

Türkiye ve İsrail arasında deprem sürecinde yaşanan gelişmeler bir taraftan ilişkileri normalleştirme konusundaki çabalara işaret ederken aynı zamanda iki ülke arasında hâlen bazı konularda güven bunalımı yaşandığına dair gelişmelere de dikkat çekti. Nitekim İsrail medyasında depremden hemen sonra Türkiye’nin deprem nedeniyle teröre karşı koyma faaliyetlerinin zayıflayacağı,  bunu fırsat bilen Daeş gibi terörist grupların zayıf bulunan bölgeye nüfuz edeceği ve gerek ülke vatandaşlarına gerekse Türkiye’de bulunan İsrailli ekibe İran ve Suriye kaynaklı terör saldırılarının olabileceğinin altı çizildi. İsrail kurtarma ekibinin Türkiye’de daha fazla kalması beklenirken erkenden İsrail’e dönmesinin güvenlikle alakalı var olan sorunlar nedeniyle gerçekleştiği ifade edildi.

Depremden yoğun bir şekilde etkilenen dünyanın en eski Yahudi cemaatine sahip olan Antakya, Talmud’da “büyük şehir” olarak isimlendirilmektedir. Bu süreçte arama kurtarma çalışmalarına katılan ZAKA Search and Rescue’nun depremde hasar gören Antakya Sinagogu’nda saklanan iki asırlık Ester parşömenlerini İsrail’e götürdüğüne dair iddialar kamuoyu tarafından endişe ile karşılandı. Bu gelişme sonrası Türk Yahudi Toplumu, ilgili Ester parşömeninin İsrail’den teslim alınıp Hahambaşılığının muhafazasına alındığını duyurdu.  Olayın ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen açıklamada eserin Türkiye Hahambaşılığı tarafından muhafaza edildiği ve sinagogun restorasyonu sonrasında Türkiye’de korunmaya devam edeceği vurgulandı. Hassas bir dönemde bulunan Türkiye’nin bu süreçte İsrail’den aldığı desteği unutmadığı bir gerçek. Fakat yaşanan gelişmelerle iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler bir noktaya getirilmeye çalışılsa da güven duygusunun daha fazla pekiştirilmesine ihtiyaç olduğuna da dikkat çekiyor.

İsrail’de Yeni Hükûmetin Geleceği

İsrail’de 1 Kasım 2022 tarihinde kurulan hükûmetin bünyesinde aşırı sağ partileri barındırması koalisyon üyesi partilerin siyasi hedefleri açısından düşünüldüğünde bir takım soru işaretleri akla getirdi. Gerek Filistinlilere gerekse ülkede yaşayan Ermeni azınlıklara karşı aşırı fikirleri ile bilinen Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in göreve gelir gelmez gerçekleştirdiği Mescid-i Aksa “baskını” uluslararası toplum tarafından eleştiri ile karşılanmıştı.

Diğer taraftan 2022 yılının bölgedeki en kanlı yıl olarak kayıtlara geçmesi ile beraber sürekli olarak hayatını kaybeden Filistinlilere dair haberler tansiyonu gittikçe arttırıyor. Bu tansiyonu göz ardı ederek gerçekleştirilen baskın uluslararası kamuoyu tarafından 1994 İsrail-Ürdün Barışı sonrası bölgedeki statükoyu bozmaya dönük bir teşebbüs olarak değerlendirildi. Baskın sonrası gelen eleştiriler karşısında İsrail Başbakanı Netanyahu, Mescid-i Aksa ile alakalı tasavvuru elinde bulundurduğu ve bu nedenle tüm kesimlerin rahat olmasını salık verirken diğer taraftan Ben-Gvir’in özellikle yerleşim yerleri konusundaki politikalarına destek vermesi tezat olarak algılandı.

Netanyahu’nun bu noktada söylemleri ve eylemleri arasında uyuşmazlıkların var olması başbakanın koalisyon karşısında elinin zayıf olduğu ve koalisyonu yönetmeye muktedir olmadığı şeklinde yorumlanıyor. Diğer taraftan İsrail’de koalisyon göreve gelir gelmez Adalet Bakanı Yariv Levin,  Yüksek Mahkeme’nin yetkileri ile alakalı düzenlemeye gidileceğini ve özellikle yargının hakimlerin seçimi üzerindeki etkisini azaltmasının planlandığını duyurmuştu. Bu bağlamda yargının bazı yetkilerinin İsrail meclisi Knesset’e devredileceği yönündeki beyanlar Yüksek Mahkeme başta olmak üzere hükûmet ile İsrail yargı mekanizması arasında sorunlar yaşanmasına neden oldu.

İsrail’de en yüksek yargı organı olarak görev yapan İsrail Yüksek Mahkemesi, yazılı bir anayasası bulunmayan İsrail’de anayasa taslak metni olarak kabul edilen Temel Yasa’ya aykırı olduğuna hükmetmesi durumunda meclisin çıkardığı kanunları bozma yetkisine sahip. Fakat Netanyahu hükûmetinin bu durumunu değiştirmeye niyet etmesi ülkede büyük çaplı gösteriler düzenlenmesine yol açacağı ve İsrail’de bu durumun gerçekleşmesi durumunda ülke demokrasininden eser kalmayacağı şeklinde yorumlanıyor.

Mevcut durumda hâlen büyük tartışmaların yaşandığı ülkede yargı reformunun ne yöne evrileceği belli olmamakla beraber hükûmetin reform konusunda ısrarcı olması aslında sembolik bir vazifeye sahip olan Cumhurbaşkanı’nın gelişmelere müdahele etmesine neden oldu. Gelinen noktada ülkede devam eden protestoların ulaştığı boyut yargı reformunun hayata geçirilmesi durumunda ülkedeki tansiyonun daha da artacağı yönünde. Tüm bu arka planla bakıldığında koalisyon hükûmetinin göreve gelmesi sonrası iç politikada yaşanan derin sorunlar hükûmetin dış politaka konularına odaklanmasını zorlaştırdı. Türkiye ve İsrail arasındaki güven duygusunun tazelenmesi şüphesiz “afet diplomasisi”ni aşan daha geniş çaplı işbirliklerini ve çok boyutlu ilişkileri gerektiriyor. İsrail’de hükûmetin iç sorunlara odaklanması böyle bir perspektif kazanmasını yakın zaman için zorlaştırıyor ve ilişkilerde daha iyi bir seviyeye ulaşılmasını ilerleyen zamana öteliyor.

Dr. Seher Bulut

Doktora derecesini “2000 Sonrası Türkiye ve İsrail Dış Politikaları: Rol Teorik Bir Karşılaştırma” başlıklı tezi ile 2018 yılında Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden alan Bulut, 2010-2016 yılları arasında Almanya’nın Vestfalya Wilhelm Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Sosyoloji alanlarında doktora konusu ile alakalı çalışmalarda bulunmuştur. Hâlihazırda Ankara Medipol Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışmaktadır. 

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler