'Vatan Nedir?'

Vatanını Seçmenin Muhteşem Hafifliği Hakkında

İnsan vatanını seçebilir mi? İnsanları ve ülkeleri birbirinden ayıran sınırlar neye hizmet ediyor? Stefan Weidner "Vatan Nedir?" serisi için sınırların ve vatan kavramının geçişkenliği üzerine yazdı. 

©Shutterstock.com

2014’de birkaç hafta Sudan’ın başkenti Hartum’da kaldım ve edebiyat eleştirisi üzerine bir atölye düzenledim. Bu atölyede, Herman Hessse’nin okul eleştirisi yaptığı, 1906 tarihli “Unterm Rad” (Çarklar Arasında) isimli romanının Arapça çevirisini katılımcılarla birlikte okuduk. Bu kitabı seçmemin ilk nedeni Arapça’da iki farklı çevirisinin bulunmasıydı. İkinci nedeni ise Sudanlı eleştirmenlerin romanda bulunan taşralı, radikal dinî atmosferi hissetmelerini istememdi.

İtiraf etmeliyim ki genç gazetecilerin bu kitabı okumak ve üzerine düşünmek için gösterdikleri yoğun çaba ve heyecana çok şaşırdım. Ki bunu kitabın her ayrıntısında hissettirdiler. Kitabın başrolü yaz tatilini ve doğanın vaad ettiği özgürlüğü her gün balık tutmaya giderek deneyimliyordu örneğin. Atölyenin tüm katılımcıları ise bu duyguya zaten aşinalardı: çünkü kendileri de boş vakitlerinde, tabii ki de Schwarzwald içindeki küçük bir ırmağa değil ama Nil Nehri’ne sık sık balık tutmaya gidiyorlardı.

Hermann Hesse’nin Güney Almanya’daki memleketi Sudanlı gazetecilerin memleketine çok yakındı; kitabı okurken kendilerini evlerinde hissediyorlardı Sudanlı gazeteciler. Edebiyatın tüm sınırları bu kadar kolay aştığını, yüz yılı aşkın bir süre önce yazılmış bir eserin pietizmden İslamcılığa, Nagold deresinden Nil Nehri’ne, Schwarzwald’dan kara Afrika’ya, Almanca’dan Arapça’ya geçişini görmek çok şaşırtıcıydı. Hepsi Hesse’nin anlattıklarını anlıyor ve kendilerini ve yaşamlarını bu kitapla ilişkilendirebiliyorlardı, hem de daha önce hiç Almanca edebi eser okumamış olmalarına rağmen.

İstersek, bu durumdan kapsamlı bir sonuç çıkarabilir ve vatanın dil, köken, zaman, çevre, din, ten rengi ve daha başka hiçbir şeye bağlı olmadığını iddia edebiliriz. Ya da insanın hiç değilse tasavvurunda kolaylıkla başka bir vatana –ve kimliğe- geçebileceğini savunabiliriz. “Biz” ve “diğerleri” arasındaki sınırlar insan varlığının bir parçası değil, tam aksine “sadece” dış dünya tarafından dayatılan bir şeydir. Ekonomik, coğrafi, dinî, ırkçı, siyasi sınırlar kendiliğinden var olan sınırlar olmayıp tam aksine belirli güç ilişkilerini ayakta tutmaya hizmet ederler. Diyebiliriz ki vatan seçtiğimiz değil, bize verilendir; çoğunlukla kabul ettirilen, dışarıdan bize zorla dayatılandır.

Atölye bittikten birkaç gün sonra benimle röportaj yapmak isteyen iki genç radyo gazetecisi ile buluştum. Sudan hâlihazırda, çoğunluğun yaşam yönünü önemli ölçüde değiştirmiş sayısız etnik kırılmalardan geçmiş bir ülke olduğu için vatan ve kimlik konuları da gündeme geldi elbette. Bu iki gazetecinin kafasını karıştırmak ve onları harekete geçirmek için bilinçli ve biraz da provakatif bir şekilde nereden geldiğimin ve nereli olduğumun benim için önemli olmadığını söyledikten sonra vatan ve kimlik hakkındaki düşüncelerimi açıklamaya çalıştım. Tabii ki çok şaşırdılar ve konuyu biraz daha açmamı istediler. Bu sırada pasaportumu Nil Nehri’ne fırlatmışım gibi bakıyorlardı bana!

Sahip Olduğumuz Hakları Kökenimiz Belirliyor

Bunun nedeni, onların zaten bildiği benim ise ancak farkına vararak öğrendiğim şu gerçekti ki; sahip olduğumuz haklar çok somut bir biçimde kökenimizle bağlantılıydı. Dolayısıyla kökenimiz sahip olduğumuz hakları, haklarımız da büyük ölçüde talihimizi–veya talihsizliklerimizi belirliyor. Onlar isteseler de istemeseler de, etnik kökenleri yaşamlarında görmezden gelinmesi mümkün olmayacak kadar çok şeyi zaten etkiliyordu. Bu durum o kadar ileri boyuttaydı ki, bir kimliğe bağlı olmama özgürlüğünü artık tasavvur bile edemiyorlardı. Bense bir Alman vatandaşı olarak ayrıcalıklıydım. Hatta kendime neredeyse istediğim her yerde bir vatan arama şansına sahiptim, zira Almanlar neredeyse her yerde hoş karşılanıyordu.

Sudanlılarda olmasını anlayabildiğim, belirlenmiş ya da belirleyici bir kimlik olmadan bir yaşamı tahayyül etme çekingenliği ya da yeteneksizliği “batı” dediğimiz yerde de oldukça yaygın aslında. O zamandan beri bu durum beni hem rahatsız ediyor hem de şaşırtıyor. Zira batılıların sınırları aşabilme özgürlüğü tartışmasız daha büyük. Buna rağmen pek çok insan kimlik üzerine kurulu bir düşünceye hapsolarak sanki Sudan’dalarmış da işe yarar bir pasaportları ve başka alternatifleri yokmuş gibi davranıyor. Doğdukları yerin kendilerine sunduğu imtiyazlardan ve özgürlüklerden istifade etmek yerine kendilerini içsel ve ruhsal olarak kendi vatanlarına mecbur ve bağımlı hissediyor; diğer dünyalara ve ülkelere aynı değeri vermemek için ayak diretiyorlar.

Bu sınırlandırılmış vatan düşüncesinin arka planında, bilinçsiz de olsa, tüm özelliklerimizi kökenlerimizle ve hatta mümkünse genetik yapımızla açıklamak isteyen; kimlik ve farklılığın ikili tahayyülüne dayanan ve sonuç olarak özgürlüğü bir takım kökenlere sahip insanlara has görerek sadece kendi ve kendisine benzeyenin gelişiminin özgürlüğü olarak düşünen bir insan tasavvuru yatıyor. Bu insan tasavvurunu ben kabul etmiyorum. Ve umut ediyorum ki birçok insan vatanını -gerekirse başka bir ülkede ve yeni bir kültürde- kendi iradesiyle seçebilmemin  zevkini yaşarlar.

Vatanını seçme özgürlüğü hepimizin hakkı olan bir armağandır.https://perspektif.eu/

Stefan Weidner

İslam bilimci, yazar ve tercüman olan Weidner’in en son yayınlanan eseri “Ground Zero. 9/11 und die Geburt der Gegenwart.”dır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler