Haramlıktan Meşruluğa Avrupa Düşüncesinde Faiz
Tartışmalı bir konu olan faiz kavramı, Avrupa düşüncesinde nasıl bir dönüşüm geçirdi? Faizin tarihsel ve felsefi evrimi, haramlıktan meşruluğa geçiş süreci nasıl gerçekleşti?
Arapça feyz kökünden gelen faiz kelimesi, “çoğalıp taşan, artan” anlamında bir sıfattır. Kur’an’da, verilen bir borca ekleme yapmak anlamına gelen faiz kelimesi yerine, “çoğalma, artma ve büyüme” anlamındaki riba kullanılmıştır. Türkçede kullanılan faiz kavramı bu ikisine de karşılık gelmektedir. Faiz, kökeni MÖ. 2000’li yıllara, Mezopotamya tapınaklarındaki emanet bırakma ve borç verme ilişkilerine kadar geri giden eski bir uygulamadır. Tapınaklara gelen emanet malları, sahipleri geri alana kadar başkalarına kullandırmak ve karşılığında da verilen miktardan fazlasını alarak gelir elde etmeye dayanan uygulama zaman içinde pek çok toplumda yaygınlaşmış ve devletler bu uygulamayı düzenleme ihtiyacı duymuşlardır. Mesela Babil Devleti’nde faiz, Hammurabi kanunlarının 71. ve 72. maddelerinde düzenlenmiştir.
Faiz Sümer, Babil, Asur gibi devletlerde, antik dönem Hindistan’ında, Antik Yunan şehir devletlerinde ve Roma İmparatorluğunda uygulama alanı bulmuştur. Antik Yunan şehir devletlerinde trapezit ismi verilen tefeciler şehirlerin belirli bölgelerinde masalar kurarak faizle borç paralar vermekteydiler. Aynı durum Roma İmparatorluğu döneminde de devam etmişti. Bu yaygınlığa rağmen faiz, etkileri itibariyle düşünce düzeyinde rağbet görmemişti. Mesela Solon gibi Atina yöneticileri ve Alexander Severus gibi Roma imparatorları faizi ya yasaklamış ya da belirli sınıfların faize bulaşmasını önlemişlerdi.
Faiz en yaygın biçimde Cahiliye Dönemi Arap Yarımadası’nın Hicaz Bölgesi’nde (Mekke, Medine ve Taif) uygulanmıştı. Kureyş Kabilesinin büyükleri birer banker olarak faaliyet gösteriyorlardı. Faiz oranları yüzde 100’lere varıyor ve borcun zamanında ödenmemesi hâlinde yeni bir oran belirlenerek bileşik faiz uygulanıyordu. Kureyş’in eline düşen bir borçlunun kurtulması mümkün olmazdı. Para ticareti anlamına gelen faiz o kadar yaygındı ki, ilgili ayetler nazil olduğunda Mekkeli müşrikler, “Alışveriş de faiz gibidir.” diyerek faizin onlar için ne kadar normalleştiğini göstermişlerdi.
İlahi Dinlerde Faiz
Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın kesin emirleri ve filozofların faiz konusundaki olumsuz yaklaşımları nedeniyle 16. yüzyıla kadar Avrupa’da hemen hiç kimse faizin günah ve kötü bir eylem olduğu konusunda aksi bir görüşe sahip olmadı. Ancak Reform ile birlikte faizin meşrulaşma süreci başlayacak ve Avrupa insanının dinî ve düşünsel dünyasında faiz haram olmaktan çıkacaktı. Bu ise Avrupa toplumlarının yaşayış ve düşüncelerini inandıkları dine değil, aksine inandıkları dinin ilkelerini ilk ikisine uydurduğunun temel göstergesi olmuştu.
Tevrat’taki Exodus 22: 22/26, Levililer 25: 35/38, Ezekiel 18: 1/18 ve Mezmurlar 15: 1/5’de faiz yasaklanırken, Tesniye 23: 19/20’da, bir Musevi’nin, sadece Musevi olmayanlardan faiz alabileceği söyleniyordu. Bu çelişkili durum Kur’an-ı Kerim’de Nisa Suresi 160 ve 161. ayetlerde, Musevilerin yasak olduğu hâlde faiz yedikleri, bunun için de gereken cezaya çarptırılacakları şeklinde açıklanacaktı. Yeni Ahit’te de (İncil) faizin kötülüğü ve yasaklığı ilkesi değişmedi. Luka 19: 11/26 ve 6: 32/36’daki pasajlarda yasak kesin bir dille ifade edildi. Kur’an-ı Kerim’de ise Bakara 188, 275, 276, 278 ve 279’da; Ali İmran 130’da ve Rum Suresi 39’daki ayetler yasak konusunda son derece netti. Zira bu ayetlerden Bakara 275’de, faizcilerin mezarlarından şeytan çarpmış gibi kalkacakları belirtilmişti.
Antik Yunan ve Roma Düşüncesinde Faiz
Faiz, Antik Yunan ve Roma felsefecileri tarafından kötü sonuçlar doğuran bir uygulama olarak yorumlandı. Eflatun, Devlet kitabında sözleşme özgürlüğünü öne çıkarsa da, Kanunlar kitabında sadece borç alınan malın geç iadesi durumunda faiz öngörüyor, bütün parasal borçlanmalarda, para kısır olduğu için faizli işlemleri kötü eylemler olarak değerlendiriyordu. Ona göre faizcilik, tiksintiyi hak eden bir kazanç biçimiydi. Aristoteles de Politika isimli kitabında, faizin servet yığmak amacıyla yapılan doğal olmayan bir kazanç yolu olduğunu vurgulamıştı. Ona göre para kısır olduğu için bir hayvan gibi yavrulamaz ve bir toprak gibi ürün vermezdi. Her şey benzerini doğururdu ama paranın böyle bir yeteneği yoktu. Yunanlı tarihçi Plutarkhos ise tefecileri “faizciler, aç kartalların yaptığı gibi gaga ve pençelerini etlerinin içine sokmak suretiyle miskin halkın tüylerini yolan ve etlerini parçalayan açgözlülerdir” şeklinde tanımladı.
Roma İmparatorluğu döneminde benzer düşünceler devam etti. Cicero, faizin insan için nefret edilmesi gereken bir şey olduğunu söylerken; Cato, faizin, tıpkı bir katilin yoldan çıkması gibi insanı yoldan çıkardığını ileri sürdü. Romalı bir başka filozof Seneca ise faizin zamanı satmak olduğunu söyledi. Plutarch bunlara paranın verimsiz olduğu ve yavrulayamayacağı düşüncesini ekledi.
200’den 500’e kadar geçen üç yüz yıl, kilise babaları (patristik) dönemiydi. Bu dönemin Hristiyan din adamları faiz konusunda Tevrat ve İncil’den hareket ederek yorumlar yaptılar. Faiz almadan borç vermek, kilise babalarının tespit ettikleri üç ahlaki ilkeden birisiydi. Diğer ikisi değiş tokuşta eşitliğin tesis edilmesi ile toplumda adaletin sağlanmasıydı. Mesela Aziz Gregory’ye göre faizciler cehennemlikti ve cinayet işlemekteydiler. Faiz, ekmediğini biçmek, haksız hasat yapmaktı. Aziz Basil’e göre faiz, hiçbir şekilde kabul edilmesi mümkün olmayan bir günahtı. Aziz Ambrosius faizli işlem yapan zenginleri canavarlıkla itham ederken, Aziz Chrysostom ise faizi günah bataklıklarından birisi olarak nitelendirmiş ve faizcilere saldırı başlatmıştı.
380 yılında havarilerin kilise düzenini ve yönetimini anlattıkları Patristik Yasalar kitabının 44. maddesinde faiz açıkça yasaklandı. Kilise babalarının bu yaklaşımları 300-419 yılları arasında toplanan papalık konsillerinde de desteklendi. Ancak ilginç olan, bu konsillerde faiz yasağının sadece din adamlarını bağlaması ve laik bireylerin yasağın dışında tutulmasıydı. Fakat 400’lerin başında Papa Leo ve Milan Piskoposu Ambrosius tarafından faiz yasağı laik bireylere de uygulanarak yasak genelleştirildi. Üstelik Papa Leo’ya göre faiz utanç verici bir günahken (turpe lucrum), Ambrosius’a göre faiz yiyen bir kimse soyguncuydu.
600’den 900’e kadarki dönem Avrupa’nın büyük bölümünde egemenlik kuran Frank İmparatorluğu’nun yönetimi altında geçti. Bu dönemde, 600, 789 ve 806 yıllarında papalık konsilleri toplanmıştı. İlkinde faiz hem din adamları hem de laik bireyler için yasaklandı. İkincisinde faiz, Frank imparatoru Charlamagne tarafından ilk defa kilise dışındaki bir laik otorite tarafından, hem din adamları hem de laik bireyler için yasaklanmıştı. 806’daki üçüncü konsilde ise faizin alanı genişletilmiş ve faiz, verilenden fazlasının alınması şeklinde tanımlanarak laik düzenlemeler arasına girmişti.
800 yılından sonra faiz, rahiplerin toplandığı sinodlarda ve piskopos meclislerinde de tartışılmıştı. Örneğin 829 yılındaki Paris Sinodu faiz yasağının devam etmesi kararını, 850’deki Pavia Sinodu ise din adamlarının faiz alması durumunda aforoz edilmeleri ve aldıkları faizi tazmin etmeleri kararını almıştı. Şayet ölmüşlerse tazmin işlemini mirasçıları yapacaktı. 889 yılındaki bir piskoposluk meclisinde ise faizin sözleşme yoluyla bile olsa yasaklanması isteniyordu.
Orta Çağ’da Faiz Düşüncesi
Avrupa Orta Çağı’nda (900-1500) faiz ile ilgili düşünceleri üniversitelerde ve kilise kurumu içinde çalışan Skolastik düşünürler belirlediler. Bunlar Hristiyanlığın ilkelerini akıl ile açıklamayı amaç edinmişlerdi. Bunun için de faizin yasak olmasını beş akli ilke ile açıkladılar. Onlara göre faiz doğal hukuka aykırıydı, özel mülkiyetin ihlal edilmesi anlamına geliyordu, adaletin karakterine uygun değildi, faizden elde edilen fazlalık kârın doğasına uygun değildi ve faiz almak kazanç niyeti taşıyan bir eylemdi.
1100 yılına gelindiğinde Bolognalı bir keşiş olan Gratian, o zamana kadarki bütün dinî metin ve yorumlardan Decretum ismi verilen bir kitap yazdı. Bu kitapta faizle ilgili bölüm, faizin neden kötü ve yasaklı olması gereken bir eylem olduğu, o tarihe kadar yapılan bütün yorumların ortak yönlerinden hareketle oluşturuldu. Bu metne göre faiz: (a) Tanrı’ya ait olan zamanı satmaktı. (b) Başkasının emeğine el koymaktı. (c) Sözleşme özgürlüğünü ihlal eden bir durumdu. (d) Para değişimde sadece aracılık rolü üstlenirdi ve (e) para özü itibariyle faydasız ve verimsizdi.
1100 ile 1300 arasındaki papalık konsillerinde faizin yasaklığı değişmeden devam etti ve cezalar sertleşti. Faizcilerin aforoz edilmesi, Hristiyan gibi gömülmemeleri, sadakalarının kabul edilmemesi, tövbe etmeleri ve yargılanmaları gerektiği, şehirden kovulmaları, ev kiralanmaması, topraklarına el koyulması gerektiği bu konsillerde kararlaştırıldı. Konsillerin sert yaklaşımına skolastik filozoflar da destek verdiler. Bazı skolastikler faizin, toplumdaki serveti belirli ellerde yığdığına vurgu yaparken bazıları tefeciliği katilliğe, fahişeliğe ve hırsızlığa benzetmişlerdi. Orta Çağ’ın en önemli düşünürü Thomas Aquinas da faizin kötü ve günahlı bir eylem olduğunu ileri sürdü. Luther, Zwigli ve Calvin gibi reformistler de aynı düşünceyi paylaştılar.
Batı Düşüncesinde Faizin Meşrulaşması
11. yüzyılın başında Ortodoksluk, 16. yüzyılın başında da Reform hareketi ile Protestanlık iki yeni mezhep olarak Katolik mezhebine eklendi. Protestanlık ile birlikte Hristiyanlığın hükümleri dikkate alınmamaya ve din, kiliseye hapsedilmeye başlanmıştı. Reform sürecinin ardından gelen Aydınlanma dönemi ile birlikte birey, bireyin aklı (rasyonalizm), özgürlük, şüphecilik, laisizm, görelilik ve bilim kutsanarak, Hristiyanlığın insanları bağlayan ilkelerinden insanları kurtarmak esas amaç olarak belirlenmişti. Bu süreç boyunca insanın aklı ve bireyin kendisi; bilginin kaynağı, varoluşun açıklayıcısı ve ahlâkın kaynağı olarak merkeze oturtuldu. Bu süreç içinde Hristiyanlığın faiz ile ilgili hükümleri de Hristiyanlığın ve kilise kurumunun toplumdan uzaklaştırılmasına paralel olarak etkisini yitirmeye başladı.
Artık borç veren birisinin katlandığı risk, borç vermek nedeniyle duyduğu acı, tüketimini ertelemesi, kazanacağı kârdan vazgeçmiş olması, başkasının kazanç elde etmesi için sermayesini kullandırması gibi gerekçelerle faizin toplumsal hayatın içinde var olup olmaması gerektiği tartışılmaya başlanmıştı. Fazla zaman geçmeden, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de faiz, yavaş yavaş gelişmeye başlayan iktisat bilimi içinde incelenen temel konulardan birisi olarak yerini aldı. O tarihlerden bugüne kadar da ne Papalık, ne de bir kilise kurumu, kendi kutsal kitaplarında faizin sert ifadelerle yasaklanmış olduğunu dillendirmeye cesaret edemedi.
Kaynaklar
Abdullahi, Resul (Yay. Yön.), Faiz, (Çev. Yakup Kumak), el–Mustafa Yayınları, İstanbul: 2014.
Ahmad, Ziuaddin, “Riba Teorisi”, (Çev. A. Rıza Gül), AÜİF. Dergisi, C. 44, S. 1, 2003: 453–465.
Chapra, M. Umer, “The Nature of Ribā in Islam”, The Journal of Islamic Economics an Finance, Vol. 2, No. 1, 2006: 7–25.
Döndüren, Hamdi, “İslam Ekonomisinde Faiz ve Finans Kaynakları”, İslam Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Ensar Neşriyat, İstanbul: 1992: 153–235.
El–Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Faiz, (Çev. Ali Genceli), Hilal Yayınları, İstanbul: 2015.
Goff, Jacques le, Ya Paranı Ya Canını –Ortaçağda Ekonomi ve Din–, (Çev. Enes Öztürk), Dergâh Yayınları, İstanbul: 2021.
Işık, Halim, “Eski ve Yeni Ahit’de Para ve Faiz”, Marife Dergisi, Y. 6, S: 1, 2006: 51–76.
Küçükkalay, Abdullah Mesud, İktisadi Düşüncede Faiz -Antik Yunan’dan Monetarizme-, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya: 2018.
Pıçak, Murat, “Faiz Olgusunun İktisadi Düşünce Tarihindeki Gelişimi”, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 1, S. 4, 2012: 61-92.
Sayı, Ali, “Faiz ve Faizin Tarihi Gelişimi”, Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli, (Yay. Haz. A. Tabakoğlu–İ. Kurt), İslami İlimler Araştırma Vakfı: 19–59.
Uludağ, Süleyman, İslam’da Faiz Meselesine Yeni Bir Bakış, 3. Baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul: 2010.
Ustaoğlu, Murat-İncekara, Ahmet, Faiz Meselesi -Tarihte Örnek Uygulamalar-, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul: 2019.