'Dosya: "Irkçılığa Eleştirel Bakış"'

“Irkçılık Eleştirisi Kişiye Kendi Davranışları Üzerinde Düşünebilme Becerisi Kazandırmalı”

Uzmanlık alanı çeşitlilik eğitimi olan sosyal pedagog Prof. Dr. Rudolf Leiprecht ile ırkçılık eleştirisine dayanan bir eğitim çalışmasının ne olduğunu ve eğitimin amacını konuştuk.

Öncelikle genel bir soruyla başlayalım: “Irkçılık eleştirisi”, Almanca tabirle “Rassismuskritik” ne demektir?

Buna cevap vermeden önce ırkçılıktan ne anladığımı açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Basitçe ifade etmem gerekirse, ırkçılığın büyük gruplar tarafından oluşturulan sosyal konstrüksiyonlar olduğunu düşünüyorum. Bu konstrüksiyonlar, “ırk” ile ilgili tahayyüllerin yanı sıra “kültür”, “halk”, “ulus” kavramları ile de ilgilidir. Tüm bu konseptler için zihinlerde içsel, değiştirilemez bir temel hayal edilir. Bu tahayyüllerin içinde basmakalıp olumsuz değerlendirmeler ve genellemeler vardır.

Ayrıca ırkçılık güçle de ilişkilidir. Bu güç belirli fikirlerin, uygulamaların, söylemlerin ve yapıların baskın hâle gelmesini sağlama ve bunların içeriğini, bir toplumdaki insanların çoğunluğu için “tabii” ve “normal” görünecek şekilde tanımlama ve dayatma gücüdür.

Dolayısıyla ırkçılık eleştirisi bu tür fikirlere, uygulamalara, söylemlere ve yapılara yönelik bir eleştiridir. Ancak benim gözümde aynı zamanda bunların baskın olmasına ve normalleşmesine izin vermeme, bunlara karşı koyma ve başka bir dünya oluşturma çabasının bir sonucudur.

Irkçılık eleştirisine neden ihtiyacımız var?

Burada bir fark yapmakta fayda var: Bir yanda, ırkçı atıflar nedeniyle dışlanma deneyimlemiş, yani ırkçılığın doğrudan hedefi hâline gelmiş kişiler vardır. Diğer yanda ise ırkçılık bağlamında ayrıcalıklı bir yaşam süren ve bu konu üzerinde düşünmeye gerek duymayan veya bunu isteme-yen insanlar vardır. Bu ikisi arasında bir fark söz konusudur. İlk “grup”taki insanlar elbette çok farklı biyografik deneyimlere sahip insanlardan oluşur. İkinci “grup” ise sözde çoğunluk toplumunun üyelerinden oluşmaktadır ve bu “grup” da homojen değildir. Bununla birlikte, bu iki “grup” ırkçı atıfların ve dışlanma kalıplarının hedefi olma ya da olmama noktasında birbirinden ayrılırlar.

İlk grup açısından şunu söyleyebilirim: Daha az stresli, daha iyi bir yaşam için ırkçılık eleştirisine ihtiyacımız vardır. Topluma daha fazla katılım için, sürekli olarak dışlanmayı hesaba katmak zorunda kalmayacağınız bir yaşam için, gerçekten ait olmadığınızı sürekli olarak hissetmediğiniz bir yaşam için bu yaklaşıma ihtiyaç duyuyoruz.

İkinci, yani imtiyazlı grubun üyeleri kendilerine şu soruyu sormalılar: Ben gerçekten nasıl bir toplumda yaşamak istiyorum? Belli bir kesimin sürekli olumsuz imgelerle, aşağılanmayla ve dışlanmayla karşı karşıya kaldığı bir toplumda mı? Cevap hayır ise, burada ırkçılık eleştirisine ihtiyaç vardır. Bir toplumda sosyal barış, dayanışma ve uyum için bu çok önemlidir.

Ayrıca bu sorunun yanıtlanmasında tarih de önemli bir rol oynuyor. Almanya’da Anayasa Holokost ve II. Dünya Savaşı’nın korkunç deneyimlerine dayanarak yazılmıştır. Birinci maddeye göre insan onuru dokunulmaz ilan edilmiştir. Ne yazık ki Almanya’daki gerçeklik bu değil, ama demokratik toplumun kendisinden beklentisi bu. Açıkçası ben bu beklentinin olabildiğince kapsamlı bir şekilde gerçeğe dönüştüğü bir toplumda yaşamak istiyorum. Bu hedefe ulaşmak için kat edilmesi gereken uzun bir yol olabilir. Yine de bu beklentinin var olması, bunun talep edilebilmesi ve daha önce neler yaşandığının ve bu maddenin anayasaya hangi sebeple girdiğinin bilinmesi önemli. Sonuç olarak mesele daha fazla sosyal adaletin, daha iyi bir yaşamın ve herkes için eşit katılım hakkının sağlanması ile ilgili.

Peki ırkçılığa karşı eleştirel bakış nasıl kazanılabilir?

Bazıları bunu hayatta edindikleri deneyimlerle neyin adil neyin adaletsiz olduğuna, dışlanmanın ne olduğu ve nerede meydana geldiğine dair bir his geliştirerek öğrenir. Birçok kişiye ise bu küçük yaşta öğretilir. Bu anlamda kişinin nasıl bir çevrede büyüdüğü elbette önemlidir. Bu çevre ebeveynleri, büyükanne ve büyükbabaları, eğitimcileri, öğretmenleri ve sınıf arkadaşlarını kapsar. Tabii ki medya tüketimi de çok önemlidir.

Özellikle medya, okul ve eğitim alanlarında, ırkçılık karşıtı eğitim çalışmaları, eğitimin tüm alanlarını, konularını ve düzeylerini kapsayan genel bir ödev olarak güçlendirilmeli. Ancak ırkçılığı eleştirmek için illaki pedagogların devreye sokulması gerektiğini düşünmüyorum. Bu bir pedagog olarak kendimi fazla önemsediğim anlamına gelirdi.

Irkçılığa yönelik eleştirel eğitim çalışması nedir? Ve bu neden sadece “ırkçılık karşıtı eğitim çalışması” olarak adlandırılmıyor?

Bilimsel bakış açıma göre, ırkçılığa eleştirel yaklaşım ve ırkçılık karşıtlığı arasında önemli bir fark yok. Ancak bu ayrımın kamusal söylemde önemli görüldüğünü fark ediyorum. Zira ırkçılık karşıtlığı genellikle solcu olmakla ilişkilendiriliyor. Hâlbuki bu aslında tıpkı anti-faşizm gibi sadece sol yelpazeyi değil herkesi ilgilendiren temel bir toplumsal görevdir.

Irkçılığa “eleştirel” bakış, hepimizin ırkçı ilişkiler içinde olduğumuzu açıkça ortaya koyar. Örneğin Almanya’da “Türk” denilince birçok kişinin kafasında basmakalıp ve kabaca genelleyici bir fikir belirir. Kişilerin bunu eleştirel bir şekilde sorgulaması gerekir: “Bu fikir aslında nereden geliyor? Ben bu ön yargı tarafından yönlendirilmek yerine, düşüncelerimin kontrolünü ele almak istiyorum.” Ne yazık ki, bu tür klişeler çok yaygın ve bu klişelerin etki gücü, mevcut yapılar ve söylemler tarafından sürekli artırılıyor.

Irkçılık eleştirisi insanlara bu tarihsel, yapısal ve söylemsel koşulların içinde bulunduklarını, bu durumun dışında değil, tam ortasında olduklarını göstermeli. Bu, ırkçılıkla mücadelede sürekli kendini sorgulama sürecidir. İnsandan sadece eleştirel düşünmesi değil, aynı zamanda öz eleştirel düşünmesi istenir ve bu, daha önce de belirtildiği gibi, hepimizi ilgilendiren bir görevdir. Irkçılığa eleştirel bir bakış getirmesi amaçlanan eğitim çalışmalarının aktarması gereken şey tam da kibirden uzak bu öz eleştiri becerisidir. Zira ırkçılık sadece aşırı sağın neden olduğu bir sorun değildir.

Ve ırkçılığı eleştiren eğitim çalışmaları, özgürleştirme ve güçlendirmenin yanı sıra kişiye kendi tutum ve davranışları üzerinde düşünebilme bilgi ve becerisi de kazandırmalıdır.

“Eleştiri” kelimesi söz konusu olduğunda, çoğu kişi bunun öncelikle entelektüellikle, “doğru” ve “keskin” düşünmeyle ilgili olduğunu düşünür. Ne yazık ki, bu da çoğunlukla yine bir hiyerarşiye neden olur. Bazıları düşüncelerini yazılı bir şekilde ifade edebilir, “doğru” sözcüklere sahiptir ve diğerlerinin sadece dikkatlice dinleyip öğrenmesi gerekir. Ancak deneyimlerime dayanarak bunun böyle işlemediğini söyleyebilirim. Kendimi her zaman sorunun bir parçası olarak düşünebilmeliyim. Zira nihayetinde bu, benim de içinde bulunduğum genel toplumsal vaziyetle ilgili bir meseledir ve ben de öyle davranıyor olmalıyım. Dolayısıyla benim de öğrenmeye devam etmem gerekiyor.

Bu noktada dil ve davranışlar üzerinde derince düşünmek faydalı olacaktır. Tabii ki pek çok şey daha uygun bir dil ile ifade etmekle alakalıdır. Hiç kimse kullanılan dil yüzünden incinmemeli veya marjinalleştirilmemeli ve herkesi ilgilendiren konularda dikkate alınmadığını düşünmemelidir. 

Bununla birlikte bu noktada sadece kullanılan dil değil, yapılan eylem de önemlidir. Üniversitede birçok tecrübe edindim. Meslek hayatımda insanların eleştirel konuştuğunu ama buna uygun bir şekilde davranmadığını sık sık deneyimlemek zorunda kaldım. Birçok kişi iyi metinler yazabilir, ancak insanlarla, özellikle de kendi öğrencileriyle, yazdıkları metinlere dayanarak onlardan beklendiği şekilde etkileşime giremezler.

Çocuklara ve gençlere yönelik ırkçılığa eleştirel bir bakış açısı getiren çalışmalarla, yetişkinlere yönelik çalışmalar arasındaki fark nedir?

Irkçılık eleştirisi eğitim çalışmaları yalnızca kreşlerde, okullarda veya gençlik çalışmaları alanında gerçekleştirilmez. Diğer insanlarla iletişimin olduğu, güç ilişkilerinin büyük rol oynadığı mesleklerde, örneğin yargıda, emniyet güçlerinde, idari pozisyonlarda, sağlık sisteminde, eğitimde, sosyal hizmette görev yapan insanlar da mesleki nedenlerle ırkçılık eleştirisi eğitim çalışmalarının muhatabıdır.

Bu mesleklerde insanlar arasındaki ilişkiler, karşılıklı beklentiler ve atıflar önemlidir. Dolayısıyla bu meslek gruplarındaki insanların ırkçılıkla ilgilenmeleri ve kendilerine düzenli olarak şunu sormaları önemlidir: Benim ırkçı yapı ve söylemlerle ilişkim nedir? Çalıştığım kurum ne yapıyor? Gerçekten de insan onurunu koruyor ve savunuyor mu?

Bu konuda yetişkinlerin sorumluluğu daha geniş kapsamlı. Zira onlardan toplumsal münasebetlerin iç yüzünü görebilecek, üzerinde derinlikli düşünebilecek ve bu bağlamda kendi katkılarını değerlendirebilecek bilişsel düzeye sahip olmaları beklenir. Çocuklar ise ne yaptıklarını bilmeden ırkçı tutumlar sergilerler.

Örneğin bir çocuk ırkçı bir kelime kullanarak başka bir çocuğu ağlattığında ve her ikisinin de istediği oyuncağı elde ettiğinde diğer çocuktan daha güçlü olduğunu düşünebilir. Ama ırkçılığın gerçekte ne olduğunu, nereden geldiğini, nasıl işlediğini, ne gibi etkileri olduğunu tam olarak bilmez, ırkçılığı sadece kendisi için faydalı bir araç olarak deneyimler.

Ancak gençler ne yaptıklarının biraz daha bilincindedir ve dolayısıyla daha fazla sorumluluk taşırlar. Bunu 16 yaşında oy kullanma hakkının tanınmasıyla ilgili tartışmalar da gösteriyor. Gençler toplumsal olaylarda kısmen söz sahibi olabilirler.

Yetişkinlerle çalışmak, bulundukları yerde, mesleki konumlarında, kendi fırsat alanlarında sorumluluk taşıyan ve toplumdaki ırkçı münasebetlerden sorumlu olan insanlarla çalışmak anlamına geliyor. Elbette ki yetişkinler bu konunun tek sorumlusu değiller, ancak belli ölçüde ortak sorumluluk taşıdıkları söylenebilir.

Çocuklarda ve yetişkinlerde ırkçılığa eleştirel yaklaşan eğitim çalışmaları alanında karşılaşılan zorluklardan bahsedebilir misiniz?

Birçok meslek grubu, ırkçılıkla ilgili tartışmaları genellikle doğrudan bir suçlama olarak algılıyor; sanki onlara yönelik bir kötüleme varmış gibi. Örneğin, okulundaki ırkçı olaylar hakkında okul müdürü ile konuşmak isterseniz okulun itibarını düşünür ve kesinlikle bu olayları kamuoyuna açıklamak istemez. Esasında mesele çalışmaların iyileştirilmesidir ve tam da burada ırkçılık eleştirisi faydalı olabilir.

Poliste de aynı sorun söz konusu. Bu anlamda polis memurları kendilerine şunu sormalılar: “Neden polis oldum? Gücümü ve otoritemi ortaya koymak için mi? Sadece bir silah taşımak mı istiyorum? Yoksa daha fazla adalet sağlamak ve güçsüz insanların haklarını almalarına yardımcı olmak mı istedim? Eğer durum buysa, bu aslında ne anlama geliyor?” Bu tür sorular kişilere ulaşmakta faydalı olabilir.

Ancak ben bir üniversite profesörü, bir pedagog, bir öğretmen, bir eğitmen olarak, eğitim çalışmalarında sorumlu olduğum pozisyonda bu ırkçı yapı ve söylemlerle hiçbir ilgim yokmuş gibi davranamam. Çalışma alanlarındaki çatışmalar oldukça farklı olsa da öğretmenler de polisler kadar ırkçılıkla ilgili olgularla karşı karşıyadır.

Dolayısıyla ırkçılık eleştirisi çalışmasını yürütecek kişilerin tutumu oldukça önemlidir. Kendilerini diğerlerinden “daha iyi” insanlar olarak görmemeli, ırkçılık eleştirisini ortak bir görev olarak anlamalılar. Elbette bu teoride, uygulamada olduğundan çok daha kolay görünür.

Irkçılık eleştirisi konusunda farkındalık oluşturmak isteyen bir okula ne önerirsiniz?

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki ırkçılığın olmadığı okul yoktur. Bu tür okulları “ırkçılıkla mücadele etmeye karar vermiş okullar” olarak görebiliriz. Öğretmenler, aktif olarak elemelerin gerçekleştiği bir sistemde çalıştıklarının ve bu elemelerin öğrencilerin günlük yaşamını etkilediğinin farkında olmalılar.

Bir öğretmen olarak öğrencilerime ırkçılığın kötü bir şey olduğunu anlatırken aynı zamanda seçici bir etkiye sahip olan ve birçok insanın eğitime ve yaşam fırsatlarına erişimini engelleyen bir eğitim sisteminde çalıştığımın farkında olmazsam o zaman bu ifadelerimin inandırıcılığı kalmaz. Irkçılığa yönelik eleştirel ifadelerim sadece şık bir konuşmadan ibaret kalır. Öğretmenler, okuldaki günlük uygulamalarının kendi “mesajlarına” bir şekilde uyması gerektiğini anlamalılar.

Öğretmen ve eğitimcilerin öğrencilere, “Irkçılığın ne olduğunu ben biliyorum. Ben çözümüm, sorun ise sizsiniz. Irkçılık siz öğrencilerde var, ben ırkçılık karşıtı bir eğitimciyim. Ben size ırkçılık nedir söylerim, öğrenirsiniz ve o zaman ırkçılık konusu biter.” gibi bir yaklaşımı, öğretmenler ve öğrenciler arasında hiyerarşik bir ilişki oluşturur.

Irkçılık konusunda ortak bir tartışma ortamı oluşturmak ve kendimize şu soruları sormamız önemlidir: “Okulumuzda, yaşadığımız mahallede, komşuluk ilişkilerimizde nerede ırkçılık söz konusu? Bu konuda ben ne yapabilirim? Kim, neden kendisini incinmiş hissediyor? Kim dışlanıyor? Buna karşı neler yapabiliriz? Ve neden bu konuda bir şeyler yapmak istiyoruz? Bunu okul hayatımızı daha iyi hâle getirmek için istiyor olabilir miyiz?”

Daha önce dilin öneminden bahsettiğiniz. Irkçılık eleştirisi çalışmalarında dilin rolü nedir?

Dil konusunda duyarlı olmak ve insanları kırmadan, ötekileştirmeden, yok saymadan konuşmak önemli. Ancak aynı zamanda bunu yaparken kibirli de olunmamalı. Bazen ırkçılık eleştirisi hakkında bir şeyler öğrenmiş olan öğrencilerin dile karşı çok duyarlı hâle geldikleri ve ardından şöyle şeyler söyledikleri oluyor: “Şu anda söylediğin şey doğru değil. Bu yanlış. Bunu öğrenmelisin.” Ve bunu üniversitede okuma imtiyazına sahip olmayan insanlara söylüyorlar.

Böyle bir tutum sergileyen kişi sorunun bir parçası hâline gelir. Kibirli ve insanlara tepeden bakan biri olur. Söz konusu yaklaşım bu kişilerin, henüz bu konu hakkında düşünmemiş ve öğrendiği şekilde konuşan birinden daha az ırkçı oldukları anlamına gelmez. Bir tür dil polisliği ile aslında istenenin tam aksine asimetriler oluşturulur. Önemli olan meselenin iç yüzünü anlamamız ve daha uygun bir dil kullanarak durumu değiştirmeye çalışmamızdır. Yani burada da iletişimi eşit bir zeminde yürütmek elzemdir. Dilin bu anlamda vazgeçilmez bir öge olmakla birlikte tek başına yeterli olmadığı unutulmamalıdır.

Irkçılık karşıtı eğitim çalışmalarına en çok nerede ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz ve neden?

Maalesef bu ihtiyacın her yerde olduğunu düşünüyorum. Yani kreşlerden polise, hastaneden okula kadar her yerde. Bununla birlikte, okullarda ırkçılık eleştirisine dayanan eğitim çalışmalarına duyulan ihtiyaç büyük. Zira okul belli bir dönem herkesin gitmek zorunda olduğu bir yer.

Okul bir yandan eğitim ve bilgi vermeli, öte yandan öğrencilerin özgüvenini, özsaygısını ve düşünme/tefekkür yeteneğini geliştirmeli. Ancak okul sisteminin çok çelişkili bir yapı olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Eleme mekanizmaları ve erişim bariyerleri sebebiyle özgür hareket en başında engelleniyor, oysa aslında eğitim kavramı özgürleşmenin geliştirilmesini de kapsar.

Yargıda ve polis teşkilatında da ihtiyaç son derece büyük. Bu alanlar, toplumumuzda suçun belirli yaşam koşullarına ve sınıfsal ilişkilere atfedilme biçimini belirliyorlar. Suç zengin, güçlü ve yozlaşmış kişilerde değil, öncelikle yoksullarda aranıyor. Bunu oldukça sorunlu buluyorum.

Enise Yılmaz

Bochum Ruhr Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gören Yılmaz, Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler