AfD’nin Yükselen Oyları
AfD, Federal Meclis seçimlerine yönelik anketlerde yükseliş trendi yaşıyor. SPD ile yaklaşık yüzde 20 oranında benzer bir seviyede bulunan parti, bazı Doğu Almanya eyaletlerinde en güçlü parti konumunda. Bu önemli trendin sebepleri hakkında olası faktörleri inceleyelim.
2013 yılında Euro bölgesindeki finansal krizin bir tepkisi olarak kurulan Almanya için Alternatif (AfD), Avrupa şüpheciliği temelinde hareket eden bir parti olarak başladı ve o zamandan beri belirgin bir şekilde aşırı sağa doğru kayıyor. Bu nedenle, parti bazı eyaletlerde Anayasayı Koruma Dairesi tarafından gözetleniyor. Mart 2022’de Köln İdare Mahkemesi, AfD’nin federal düzeyde Federal Anayasa Koruma Dairesi tarafından aşırı sağcı şüpheli bir durum (“Verdachtsfall”) olarak gözetlenebileceğini kararlaştırdı.
2013’ten Günümüze AfD’nin Adım Adım Yükselişi
Parti, 2013 sonbaharında Federal Meclis’e girmeyi yüzde 4,7 oy oranıyla kaçırmıştı. 2014 yılında Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılan AfD, böylelikle ilk kez bir parlamentoda yer aldı. Ardından Almanya’daki tüm eyalet parlamentolarına milletvekili göndermeyi başardı. 2017 Almanya Federal Meclis seçimlerinde oyların yüzde 12,6’sını alarak üçüncü en güçlü parti oldu ve en büyük muhalefet fraksiyonunu oluşturdu. 2021 Federal Meclis seçimlerinde ise oy oranını hafifçe düşürerek yüzde 10,3 oranında oy aldı. Şu anda AfD, Almanya’nın 14 eyalet parlamentosunda temsil ediliyor.
2023 yılı itibarıyla parti, toplamda 244 sandalyeye sahipken en fazla AfD milletvekili Saksonya Eyalet Parlamentosunda bulunuyor. An itibarıyla AfD, Doğu Almanya eyaletlerinde birinci veya ikinci siyasi güç konumunda. Son anketler hem federal hem de eyalet düzeyinde ciddi bir oy artışının yaşandığını işaret ediyor.
AfD’nin anket sonuçlarında gözlemlenen dikkate değer artış, farklı sebeplerle açıklanmaya çalışılıyor. Siyasi arenadaki tartışmalara bakıldığında, herkes AfD’ye olan desteği kendi perspektifinden açıklama çabası içerisinde. Kimileri bunu koalisyon hükûmetinin politikalarına bağlarken ve bazıları bunu bir “Doğu Almanya fenomeni” olarak temellendiriyor. Değerlendirmeler arasında gittikçe güçlenen sol eğilimli kimlik siyasetinin buna sebep olduğu yönünde iddialar da var.
AfD’nin Yükselişi Aslında Sürpriz Değil mi?
Zeit gazetesine verdiği röportajda Siyaset bilimcisi Karl-Rudolf Korte, AfD’nin güçlenmesinin sürpriz olmadığını belirtiyor. AfD’nin özellikle diğer partilerden hayal kırıklığına uğramış seçmenlere hitap ettiğini ifade eden Korte, partiye yönelik artan desteği hükûmetin politikalarıyla ilgili belirsizlikler, iklim değişikliği ve mülteci sorununda yaşanan anlaşmazlıklar gibi temel konular üzerindeki belirsizliklerle ilişkilendiriyor. Infratest’in kamuoyu araştırmasına göre de AfD seçmenlerinin tercihleri için göç ve mülteci politikaları en önemli etkenler arasında. Olaf Scholz ise, bu yükselişi genel bir trende ve Ukrayna-Rusya Savaşı, Kovid-19 krizi ve iklim değişikliği gibi krizlerden kaynaklanan değişimlere bağlıyor.
Korte, AfD seçmenlerinin yaklaşık yüzde 10’unun ideolojik olarak bağlı olduğunu, geri kalanının ise korkularından dolayı AfD’ye yöneldiğini aktarıyor. Bu nedenle diğer partiler tarafından geri kazanılabilir seçmenler olduklarını ifade ediyor ve seçmenlerdeki gelecek perspektifinin ve değişim umudunun önemini vurguluyor. Korte bu bakımdan hükûmetin halka nasıl bir gelecek vaat ettiğinin net olmadığını ifade ediyor ve ayrıca siyaset ve seçmenler arasındaki kopukluğu bir diğer neden olarak görüyor. Bu durumun tüm partiler için geçerli olduğunu belirtirken, özellikle SPD kanadının belirli konularda belirsiz kaldığının ve net olmadığının altını çiziyor.
AfD-CDU Rekabeti ve Bunun Ötesindeki Nedenler
AfD, son zamanlarda söylemsel düzeyde Hristiyan Demokrat Birlik’ten CDU ile rekabet içerisinde. Merz, AfD’nin oylarını yarıya indirmeyi hedefliyordu ve CDU liderlik yarışında bu amaçla yola çıkmıştı. Ancak şu an için bu stratejinin çok da etkili olduğu söylenemez. CDU ve CSU şu anda anketlerde birinci sırada, ancak uzun süredir duraklama içerisindeler ve hükûmet partilerinin azalan oy oranlarından faydalanamıyorlar. Bu açıdan Korte’nin de ifade ettiği gibi AfD, merkez partilerin zayıflığından istifade ediyor. Korte’ye göre, AfD’ye yönelenler arasında seçime katılmayan seçmenler de büyük bir oranda, çünkü bu parti öfke ve hayal kırıklığı hissedenleri kucaklıyor.
Bu muhtelif açıklamalardan hareketle gözetilmesi gereken kapsayıcı bir husus ise, AfD’nin sadece tepki oylarından beslenmediği ve daha derin sebeplerin olabileceği ihtimali. Kültürel çatışma ve kutuplaşma eksenindeki düzeni toptan değiştirme söylemi, AfD seçmenini harekete geçiren dinamiklerden biri. Bu düşünceler, AfD’nin sıfırdan yarattığı nevzuhur bir tarih anlatısı değil ve geçmişten geliyor. Öte yandan Almanya’da derinleşen sosyoekonomik problemlerin tetiklediği bir radikalleşme trendi de var. Son olarak Doğu Almanya’da ülke ortalamasından farklılaşan daha otoriter ve milliyetçi siyasi atmosferi hatırda tutmakta fayda var.
Sonuç olarak, Almanya’da otoriter milliyetçi radikalizm ile aşırı sağ ve grup odaklı insan düşmanlığı uzun yıllardır mevcut. AfD’nin oy artışı göz önünde bulundurulduğunda, AfD’nin böylece Alman siyasi sisteminde bir normaliteyi temsil ettiği söylenebilir. Bu durum toplumsal tartışmalarda etkilerini gösterecektir. Toplumsal tartışmaların giderek kimlikçi tartışmalara dönüşmesi, ciddi kutuplaşmalara, nefret söylemlerine ve daha fazla ayrımcı vakaya neden olabilir. Ayrıca aşırı milliyetçi kimlik siyaseti ile kültür savaşını merkezine koymuş aşırı sağcı bir partiye toplumun yüzde 20’lik bir oranla destek vermesi, demokrasi ve siyasi bilinç eksikliğinin belirli milletlere has olmadığını, etnisite ve dinî mensubiyetten bağımsız olarak genel toplumsal bir sorunun var olduğunu açıkça ortaya koyuyor.