Türkiye Seçimlerinin Medyaya Yansıması ve Etik Tartışmalar
Medyanın Türkiye seçimlerindeki duruşu pek çok kez tartışmalara neden oldu. Hatta medya, Türk seçmenin oy davranışını kısmen yanlış yorumlayarak seçimlerle ilgili yanıltıcı algıların oluşmasına yol açtı. Gerçeği tarafsız bir şekilde aktarmaktan sorumlu olan medyanın nesnel bakış açısından sıklıkla sapması nasıl yorumlanmalı?
Recep Tayyip Erdoğan, 28 Mayıs 2023 tarihinde siyasi rakibi Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı önemli bir üstünlük sağlayarak yeniden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçim, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümüne denk gelmesi, iç ve dış ilişkilerde yeni bir rota çizmesi nedeniyle değil, aynı zamanda Türkiye siyasetinde ilk kez ikinci tura kalan bir Cumhurbaşkanı seçimi olması nedeniyle de tarihî bir seçimdi.
14 Mayıs’tan itibaren ilk turla başlayan süreç, uluslararası toplumun dikkatini çeken ve medyada büyük yankı bulan canlı bir seçim ortamında, geniş bir katılımla gerçekleşti. Bununla birlikte çeşitli Batı medya organları, verdikleri bilginin tarafsızlığına halel getirme pahasına, gerçekleri yanlış algılama ve ülkenin iç dinamiklerini taraflı okuma tuzağına düşerek bilişsel alandaki ve yorumlamadaki mevcut boşluğu daha da genişletti. Ayrıca ağırlıklı olarak Batılı çevrelerden gelen ana akım bilgilerin çoğu, Türkiye’nin demokratik olgunluğu adına muhalefet adayının zaferini neredeyse kesin olarak kabul ediyor gibi görünüyordu. Bazı gazetelerin ideolojik yaklaşımlarından kaynaklanan veya belirli grupların çıkarlarını yansıtan bu umut dolu düşünce, büyük bir beklenti atmosferi oluşturdu. Seçim sonuçları her ne kadar beklentileri boşa çıkarmış olsa da basının profesyonelliği ve dolayısıyla çalışma etiği ile ilgili nesnel analiz ihtiyacını hayati bir mesele olarak karşımıza çıkardı.
Türkiye Medyasının Haber Etiği Üzerine
Bilginin doğruluğu ve medya haberlerinin tarafsızlığı hakkında çok şey pek çok şey yazılmış ve çeşitli teoriler geliştirilmiştir. Burada temel varsayım, ana akım gazetecilerinin stratejisiyle ilgilidir ve bu strateji, “görülenin doğru bir şekilde kaydedilmesi” için profesyonel sorumluluklara vurgu yapar. Ancak 14 Mayıs Türkiye Seçimleri öncesinde medyada yer alan haberler birçok açıdan ana akım bilginin sıkça politik duruşlara odaklanmasıyla olayların objektif tanıklığından sıklıkla uzaklaştığını gösterdi. Bu uzaklaşma ise esas olarak ideolojiler, fikirler, duygular, hisler, değerler dizisi ve ayrıca bir tür “kişisel gerçekliği” çerçeveleyen özel deneyimlerle ilgiliydi.
Aslına bakılırsa, medya bireyler ve çevrelerindeki dünya arasında “aracı” rolünü üstlenir. Kamuoyu algısı da sıklıkla duyguları ve arzuları harekete geçiren belirli tonlar, imgeler ve vurgulardan etkilenir. Fikirler de bu vurgularla çerçevelenir.
İnsan düşüncesinin bir unsuru da “güdülenmiş akıl yürütme”dir. Bu, insanın önceden var olan inançlarıyla uyumlu sonuçlara varma eğilimidir. Düşüncedeki bu eğilim, insanların kendi inançlarına meydan okuyan bilgilere doğal olarak direnmelerine yol açar, özellikle bu bilgi karşıt siyasi gruplardan veya çatışan değerlerden geliyorsa. Bu durumu Türkiye’deki seçimlerde de çok açık bir şekilde gördük. Muhalefeti destekleyen bazı çevreler, daha az sevdikleri adayın açık zaferi karşısında gerçekleri inkâr ederek, Türklere karşı hile yapıldığından ve ülkedeki demokrasinin durumundan bahsetme konusunda daha da ateşli hâle geldiler.
Batı Medyasının Haber Etiği Üzerine
Ancak bu “güdülenmiş akıl yürütme”, 14 Mayıs öncesinde bazı yayın organlarında gittikçe daha çok yer kaplayan Erdoğan karşıtı tutumlarla da ilişkilendirilebilir. The Economist, 4 Mayıs’ta “2023’ün En Önemli Seçimleri” başlığı altında Türk bayraklı grafikler ve bazı ön yargılı sloganlar içeren bir Türkiye özel sayısı yayımladı: Bu sloganlar arasında “Erdoğan gitmeli”, “Oy ver”, “Demokrasiyi kurtar” gibi ifadeler de vardı. Bu taraflı anlatı bazı iç sayfa haberlerinde yer alan şu ifadelerle güçlü bir şekilde vurgulandı: “Eğer Türkiye güçlü adamını gönderirse, bu her yerdeki demokratları yüreklendirmelidir”. Görünüşe göre bu, Türkiye’deki muhalefetin ve Erdoğan’ın gitmesini isteyen uluslararası lobilerin açıkça yanında yer alarak belirli bir algıyı şekillendirmeye ve böylece oyları mobilize etmeye yönelik bir girişimdi.
Bilgiyi etkileyen başka bir faktör, kurumsal medyanın baskın ekonomik, kültürel ve ideolojik güçlere yakınlığıdır. Başka bir deyişle, ana akım medya büyük ölçüde endüstriyel/politik/eğlence kompleksinin çıkarlarını destekleme işlevi görür. Bu bağlamda Chris Atton (2004: 10), ana akımın kutuplaşmış/bölünmüş bir biçimde anlaşılmasına karşı uyarıda bulunarak, “bilgi sistemindeki ilişkilerin ve faktörlerin karmaşıklığını öne süren” bir “hegemonik yaklaşım” ortaya koyar. Gerçekten de bazı yayın organlarının belirli bir çizgi izlediği ve bu tür bir iletişimsel yaklaşımı eskiden beri sürdürdükleri görülmektedir. Örneğin The Economist, Erdoğan’ın Türkiye’sine karşı yorumlarıyla tanınmaktadır. Öyle ki seçim yarışından önce “Türkiye’nin yaklaşan diktatörlüğü” başlığını atmıştır. Daha önce başka yayınlarda da sert bir şekilde Erdoğan’ı işaret ederek, Türkiye’nin istikrarının esas olarak kendi Cumhurbaşkanı nedeniyle tehdit altında olduğunu ima etmiştir. Hiç şüphesiz çoğu Batılı yorumcu, ülke hakkındaki yüzeysel bilgileri nedeniyle de Kılıçdaroğlu liderliğindeki muhalefete yakın düşünce akımlarını destekleyerek politik doğruculuk tuzağına düştü. Bu bir aldatmacaydı ve zaten daha ilk turun ardından bazı analistler, muhtemelen etik açıdan en dürüst olanlar, Türkiye gibi bir ülkenin karmaşıklığını kavrayamamakla ilgili sorumluluklarını alenen kabul ettiler. Böylelikle ana akım, 28 Mayıs’taki ikinci turda ilk turda sergilediği duygusal yüke bir karşıtlık oluşturarak iletişimde daha düşük bir profil sergiledi.
Charlie Hebdo: Her Türlü Etiğin Ötesinde
Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı’na yönelik tutumlarda uluslararası düzeyde kutuplaşmış bir medya ortamı mevcut. Bu kutuplaşmış medya ortamında gerçekleri haberleştirme söz konusu olduğunda son derece keskin ve alaycı bir gazete ortaya çıkıyor. Hâlihazırda etik açıdan kabul edilebilir sınırların ötesindeki karikatürleriyle tanınan Charlie Hebdo, bu kez de görevini kötüye kullanışı ve kısır ironisiyle göze çarptı. Seçimin ilk turunun ardından, görevdeki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küvette elektrik ampulü tarafından şoka uğrayan çırılçıplak görüntüsü bir kez daha mizah ve ifade özgürlüğü çizgisini aştı. Kapakta 1978 yılında banyo yaparken bir ampul tamir etmeye çalışan ve bu sırada elektrik çarpması sonucu hayatını kaybeden Fransız pop şarkıcısı Claude François’a atıfla “Erdoğan: Cloclo gibi, bizi ondan sadece kader kurtaracak!” ifadesi yer alıyordu. Bu, Fransız hiciv dergisinin okuyucuları Erdoğan’ın yenilgisi fikrine nasıl alıştırdığının bir başka işaretidir. Böyle bir karikatür, hakikatin hiçe sayılması olarak görülmeyi ve bu nedenle de uygunsuz olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir. Ayrıca görüntülerin sembolik içeriği nefrete ve Türk/Müslüman karşıtı duygulara dönüşmektedir. Derginin ahlaki yozlaşması, geçtiğimiz 6 Şubat’ta Türkiye ve Suriye’yi şiddetli bir şekilde vuran depremlerin yarattığı insani trajedi sırasında, “Tank göndermeye gerek yok” başlıklı grotesk bir karikatür yayımladığında da açığa vurulmuştu.
Ön Yargılı Yaklaşımlara Yönelik Dikkatli Seçim
Türkiye’nin son seçimleri, yanlı medyanın kamuoyunu etkileme ve seçim sonuçlarını değiştirme hedefinin ne kadar yaygın olduğunu da göstermiş oldu. Bu nedenle bazı ana akım medya kanalları siyasi bir gündem izlediğinde, verilen bilgileri okurken dikkatli olmak büyük önem arz ediyor. Her ne kadar muhalefete yönelik beklentiler yüksek olsa da Batı medyasında yer alan haberlerin tamamının Erdoğan’a karşı olmadığını, bazı yayın organlarının Türkiye Cumhurbaşkanı ve hükûmetinin başarılarını ve başarılı olan politikalarını kabul ettiğini de belirtmek gerek. Herkesin, gazetecilerin, yazarların ve okuyucuların bu noktadan yola çıkması ve kişisel paradigmalarını, duygularını ve kuruntularını bir kenara bırakarak Türkiye’ye nasıl bakılması ve bilgilerin nasıl yorumlanması gerektiğine dair bir ders çıkarması gerekiyor.