'Almanya'

Almanya’nın İslam Düşmanlığı Bilançosu

Almanya’da devletin görevlendirdiği bağımsız uzmanlardan oluşan heyet İslam düşmanlığı hakkında geniş bir rapor hazırladı. Uzmanlar ülke Müslümanlarına ve İslam’a dair medyanın çizdiği olumsuz imajı, eğitim ve siyasetteki iç karartıcı tabloyu irdeliyor ve çözüm önerileri sunuyor.

Hristiyan Sosyal Birliği Partisinden (CSU) Horst Seehofer’in 2018-2021 Federal İçişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemden kalan iyi bir icraat varsa o da Hanau saldırısı sonrası bağımsız bir uzman grubu oluşturması oldu. Bu “Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Uzmanlar Grubu”nun görevi Almanya’daki İslam düşmanlığını etraflıca incelemek ve yaptıkları çalışmaları bir rapor hâlinde yayınlamaktı. Uzman grubuna verilen bu görevle birlikte Almanya’nın ve Avrupa ülkelerinin genelinde ırkçılık ve spesifik olarak İslam düşmanlığının ciddi bir sorun hâline geldiği ayan beyan ortaya çıktı.

Kurban Bayramının ikinci gününde Berlin’de takdim edilen rapor gerçekten kayda değer bir çalışma. İki yıl boyunca 16 yeni araştırmaya dayanan 400 sayfalık raporda Almanya’daki İslam düşmanlığı çok yönlü olarak ele alınıp çözüm önerileri sunuluyor. İlgili bakanlıklar, resmî merciler ve sivil toplum kuruluşları tarafından incelenmesi gereken raporda neler yazıyor kısaca göz atalım.

Eğitim, Siyaset, Hukuk ve Medya Alanlarındaki İç Karartıcı Tablo

Araştırmacılara göre, medya İslam hakkında olumsuz bir imaj çiziyor. 20.000’den fazla makalenin yeniden analizine göre TV programlarının yüzde 89’u ve matbu haberlerin ise yüzde 57’si savaş, terör ve suç gibi olumsuz konular etrafında dönüyor. Benzer bir durum sosyal medya platformlarında da geçerli. Facebook, Telegram ve Twitter gibi mecralarda İslam’la ilgili yapılan yarım milyondan fazla paylaşım ve yorumda İslam olumsuz değerlendiriliyor. Sadece YouTube ve Instagram’da olumlu eğilimler söz konusu. İslamofobik söylemlerin kamuoyuna aktarılması ve pekişmesinde Hristiyan medyasının özel bir rolü var. Bu platformlarda komplo teorilerinden gerçeklere dayanan haberlere kadar birçok bulguya yer veriliyor. Gelgelelim sadece Müslümanların bakış açılarına neredeyse hiç yer ayrılmıyor.

Sinemaya bakacak olursak, İslam’la ilgili olumsuz imajın sürdürüldüğünü görüyoruz. İslam ve Müslümanlarla ilgili filmlerin neredeyse yüzde 90’ı terör, radikalleşme, savaş ya da kadınlara baskı gibi konuları işliyor. Bu tür klişelere yer vermeyen filmler istisna konumunda. Aynı şekilde devlet tiyatrolarında oldukça az sayıdaki Müslüman tiyatrocu mevcudiyetine karşılık çok sayıda Müslüman karşıtı imge var. Serbest tiyatrolardaki durumun ise daha iyi olduğu belirtiliyor. Okul derslerinde Müslümanlar çoğunlukla düşman imgesi olarak kullanılıyor. 761 ders kitabında en sık rastlanan ilgili konular Haçlı Seferleri ve “İslamcılık” (Alm. “Islamismus”). Hiçbir müfredat İslam düşmanlığı (Alm. “Muslimfeindlichkeit”) konusunu içermiyor. Aynı şekilde öğretmenler arasında Müslüman karşıtı klişeler yaygın olarak kullanılıyor. Bu klişelerle Müslüman öğrenciler varsayılan geleneksel cinsiyet rolleri, ataerkil yetiştirilme tarzı ve saldırganlıkla ilişkilendiriliyor.

Siyasi partilerin Müslümanlara yönelik siyasetleri İslami cemaatlerle iş birliği, başörtüsü ve İslam din dersi gibi daimi konu başlıkları etrafında şekilleniyor. Tüm partilerde hem şüpheci hem de açık bir tutum söz konusuyken, sadece AfD eşit haklara karşı. Uzmanların incelediği 150 federal ve eyalet parti programında ve 45 parlamento tartışmasında İslam düşmanlığının özellikle AfD’de aşikâr, CDU/CSU’da da gizli olduğu ve Yeşiller ve FDP’nin ise Müslümanlarla arasına mesafe koyduğu tespit edildi.

Avukatlarla yapılan görüşmelere ve 515 mahkeme kararı analizine dayanan rapor, Almanya’daki aile mahkemelerinde Müslümanlara yönelik ön yargı, bilgisizlik ve çifte standartların olduğunu tespit etti. Rapora göre bu durum hukuki sonuçlarda da etkisini gösteriyor. “Dinî çağrışımları olan kıyafetlerle mücadelenin hukuki boyutları” konulu araştırma başörtüsü tartışmasının cinsiyetçi boyutuna dikkat çekiyor. Başörtüsünün yabancı bir imge olarak görülmesi toplumun genelinde düşmanlığa ve saldırılara yol açıyor. Aynı zamanda Müslüman kadınların temel haklarından mahrum bırakılmasına sebep oluyor.

Almanya’da Müslümanların yasal eşitliği konusunda da önemli eksiklikler var. Bu eksiklikler İslam din dersi ve manevi rehberlik, Müslümanların resmî makamlarda temsil edilmeleri, kamu fonlarına erişimleri ve İslami cemaatlerin dinî bir cemaat olarak vasıflandırılmalarına kadar uzanıyor.

Almanya’da yaşayan Müslümanların dörtte biri sık sık ya da düzenli olarak İslam düşmanlığıyla karşı karşıya kalıyor. Bu düşmanlık türünün biri de cami saldırıları, ki bu alanda rapor dayanışma eksikliği, yetersiz polis soruşturmaları ve daha fazla saldırıya maruz kalma korkusuna dikkat çekiyor.

İkilem İçinde Çözüm Aramak

Buraya kadar epey olumsuz bir tablo çizen bu raporda aslında daha önce bilmediğimiz bir bulgunun anlatıldığı söylenemez. Ancak konunun ilk defa geniş bir perspektifle ele alınması ve bunun devlet eliyle yapılması Alman devletinin anayasal görevini yerine getirmeye gayret ettiğini gösteriyor. Irkçılığın farklı şekilleriyle mücadele Alman federal hükûmetinin koalisyon sözleşmesine de aldığı ve önemsediği bir mesele. Bu tutumun merkezî yönetimler nezdinde yaygın bir tutum olmadığını -Avrupa veya Avrupa dışı ülkelerde- bunun gibi teşebbüslere pek rastlanılmadığı gerçeğinden anlıyoruz. Dolayısıyla toplumsal bir sorun olarak ırkçılığın var olduğunu ve bunun sadece Müslümanlar veya başka azınlıklara değil, toplumsal ve siyasi atmosferin tamamına etki ettiğini görmeyen aklı selim kimse kalmadı. Bu konudaki artan farkındalığa ek olarak, yeterince önlem alınmadığı da bu ve benzer raporlarla ortaya konulmuş oldu. Bu ikilemi Etyen Mahçupyan -Türkiye zaviyesinden- şöyle ifade ediyor:

“Batı’da modernliğin getirdiği ve daha otoriter zihniyetin hakim olması nedeniyle ırkçılık daha yüksek ama tedavi imkânı daha kolay. Doğu’da ise ırkçılık çok daha düşük fakat tedavisi hemen hemen yok.”

Bu minvalde raporun -bir iki sağcı kişi ve medya kuruluşu hariç- ilgili kamuoyu tarafından olumlu karşılanmasının da ümit verici bir durum olduğunu ifade etmek gerek. Zira “Batı ülkeleri”nde ırkçılık, İslam düşmanlığı ve benzeri konular hakkında konuşup-yazınca -endişe verici sayı ve olaylar olsa da- köklü bir sivil toplum ruhunun ve temel hürriyetlerin korunmasına yönelik yüksek bir hassasiyetin var olduğunu da göz ardı edemeyiz. Bu büyük bir haksızlık olur.

Hülasa edecek olursak: Her ne kadar raporun sunulduğu basın toplantısında İçişleri Bakanı Nancy Faeser hazır bulunmamış ve diğer bakanlık ve devlet yetkililerinden az sayıda kişi katılmış olsa da bundan sonra ilgili bakanlıkların ve devlet mercilerinin raporu inceleyip gereken adımların atılması ümit ediyoruz. Sivil toplumun önemli parçası bir dinî cemaat olarak bizler de süreci takip edeceğiz.

Ali Mete

Frankfurt’ta Din Bilimleri lisans eğitimini tamamlayan Ali Mete, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteridir. Mete aynı zamanda PLURAL Yayınevinin müdürlüğünü ve Perspektif dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler