'Müslümanlar ve Psikoloji'

İnançlı Bir Müslüman Psikolojik Bir Rahatsızlığa Yakalanabilir mi?

Depresyon ve kaygı bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar Müslüman toplumlarda da oldukça yaygın olmalarına rağmen sıklıkla tabu olarak görülür. Peki bu bakış açısı ne kadar doğru? “Müslümanlar ve Psikoloji” isimli serimizin ikinci yazısında psikiyatrist ve psikoterapist Dr. İbrahim Rüschoff inançlı bir kişinin psikolojik bir rahatsızlığa yakalanıp yakalanamayacağı sorusunu cevapladı.

©Shutterstock.com

Müslümanlar, inançlı bir Müslümanın psikolojik bir rahatsızlığa sahip olup olamayacağı konusunda farklı tutumlara sahipler. Birçoğu, Müslüman olsun ya da olmasın her insanın tıpkı diyabet, eklem kireçlenmesi veya kanser hastalığına yakalanabileceği gibi psikolojik bir rahatsızlığa da yakalanabileceğine inanır. Diğerleri ise, Allah’ın Kur’an’ı “göğüslerinizde olana şifa…” olarak tanımladığı Yunus Suresi’ne (10:57) işaret ederek, güçlü bir imana sahip gerçek bir Müslümanın psikolojik bir rahatsızlığa yakalanmayacağına inanıyor.

Bu soruya olan cevabın psikolojik rahatsızlıklarla başa çıkma noktasında önemli sonuçları bulunuyor. Bununla beraber bu cevap özellikle psikolojik sorunları olan, psikolojik bir rahatsızlıktan muzdarip olan ve hatta ilaç kullanmak zorunda kalan tüm Müslümanlar için önem teşkil ediyor. Bu kişiler inançlarının sağlamlığı konusunda hızla şüpheye düşer ve hastalıklarından dolayı kendilerini suçlarlar.

Kişi Hastalığından Sorumlu Olabilir mi?

Kur’an bir tıp kitabı değildir ve Kur’an’da hastalıklardan çoğunlukla mecazi anlamda bahsedilir. Kur’an’da hastalık, Allah ve insan arasındaki doğal uyumun kısıtlanması veya kaybolması olarak tanımlanır. Psikiyatri ve psikoterapide ise hastalıktan ancak hasta “özgür olmadığında” ve dolayısıyla sorumlu olmadığında, yani “masum” olduğunda söz edebiliriz. Hastanın korkuları, depresyonu veya dürtü bozuklukları vardır ve tekrar tekrar denemesine rağmen bunlara karşı elinden bir şey gelmez. Bu elinden bir şey gelmeme hâli hastayı, farklı davranabilecekken bunu yapmayan ve bu nedenle hesap vermesi gereken suçlu günahkârdan ayırır.

Basitçe söylemek gerekirse, psikolojik hastalıkların deneyim ve davranış bozuklukları olduğu söylenebilir. Bu hastalıklar genellikle her biri farklı bir öneme sahip olan fiziksel, psikolojik ve sosyal nedenlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkarlar.

Psikolojik bir anomaliye yol açabilen tamamen fiziksel bir neden olarak alkol kaynaklı sarhoşluk örnek gösterilebilir. Alkol beyne etki eder, vücut hareketlerini, algıyı, öz değerlendirmeyi ve ruh hâlini etkiler; şüphesiz ki herkes hayatında bir kez sarhoş birini görmüş ve deneyimlemiştir. Bununla beraber tiroit yetersizliği gibi hastalıklar veya kortizon gibi ilaçların kullanımı da örneğin depresyon gibi psikolojik semptomlara yol açabilir.

Bunun dışında yaratılıştan gelen bir yatkınlığın rol oynadığı psikolojik hastalıklar da mevcuttur. Örneğin şizofrenide, hastanın akrabalarının da aynı hastalığa yakalanma riski daha yüksektir. Ancak bu kişiler otomatik olarak hastalanmadıkları için burada başka etkenler de rol oynar. Bu anlamda çok faktörlü nedenlerden bahsedilir. Ağır depresyonda da bu hastalığın aile içinde daha sık görüldüğü bilinmektedir. Her iki hastalık da hastaları rahatsız edici semptomlardan kurtarmak için genellikle ilaç ve psikoterapi ile tedavi edilir.

Bununla birlikte genellikle deneyime bağlı olan bir hastalık grubu da vardır. Örneğin kaygılı ebeveynlerin çocuklarına içinde hiçbir zaman yeterince dikkatli olamayacakları tehlikeli bir dünya algısı aktardıkları durumlar vardır. Yani bu insanlar korkularını evde “öğrenirler”. Aynı şekilde aşırı psikolojik strese neden olan işkenceye veya bombardıman gibi savaşın ağır etkilerine maruz kalmak da özellikle çocuklarda aşırı strese karşı bir tepki olarak ağır travmalara yol açabilmektedir.

İnanç Kaybı Hissi Depresyonun Nedeni Değil Sonucudur

Kliniğimizde gözlemlediğimiz basit bir örnek ile bir çatışma durumunu deneyimlemenin bir hastalığın oluşumuna nasıl katkı sağladığını anlayabiliriz: Annesiyle birlikte yaşayan bir hasta evlenmek ve kendi yuvasını kurmak istiyordu. Bununla beraber evliliğin getireceği sorumluluktan da korkuyordu. Bu hastanın annesiyle her zaman çok yakın bir ilişkisi olmuştu ve evlenmesi durumunda annesinin kendisini yalnız bırakılmış hissetmesinden endişe ediyordu. Bu çatışma karşısında bilinçaltı bir “çözüm” olarak, evden çıkmasını (ve dolayısıyla evlenmesini) imkânsız kılan, panik ataklarla birlikte seyreden bir kaygı bozukluğu geliştirdi. Terapide bağlantıları anlamayı ve bu korkuların üstesinden gelmeyi öğrendi.

Depresyon hastaları sıklıkla artık Allah’a ve Peygamber’e karşı sevgi hissetmediklerini, kendilerinde ibadet etmek için güç bulamadıklarını ve Kur’an okumadıklarını bildirirler. Büyük günahkârlar olduklarına, inançlarını kaybettiklerine ve bu yüzden depresif olduklarına inanırlar. Ancak burada hatalı bir yargıya varırlar: Depresyon doğal olarak tüm duyguları “baskılar”, umut, sevgi ve güven artık neredeyse hiç yoktur ve bu duygularla birlikte daha önce hastaların “güçlü inanç” olarak adlandırdıkları duygu da kaybolur. Ancak tüm bunlar, depresyonun nedeni değil, sonucudur. Bu nedenle, kişiler depresyonu atlattıktan sonra, bu duyguların ve dolayısıyla inançlarının da geri döndüğünü görürler.

Bu yüzden depresif insanlardan mutlu olmaları ya da daha fazla dua etmeleri istenmemeli, çünkü hastalık esnasında bunlar neredeyse hiçbir işe yaramaz. Eğer yapabilseler zaten bunu ilk yapacak olan hastalar olurdu! Bu nedenle, iyi bir tedavi ile bu hastalığın muhtemelen yakında hafifleyeceğine ve hastanın eski ritmini korumasına onu çok yormadan yardım etmenin en iyi seçenek olduğuna inanmak önemlidir.

İnanca Rağmen Hastalık – Hastalığa Rağmen İnanç

Özetle, Müslüman bir psikiyatrist ve psikoterapist olarak, güçlü bir imana sahip “gerçek” bir Müslüman da psikolojik bir hastalığa yakalanabilir mi sorusuna açık bir “evet” ile cevap vermem gerekiyor. Bu cevabı destekleyen farklı olgular mevcut:

1) Psikolojik hastalıklar genellikle beynin işlevleriyle ilgilidir ve elbette beynimiz de vücudun diğer organları gibi hastalanabilir. Bu nedenledir ki psikolojik hastalıklar Müslümanlar ve Hıristiyanlar, Yahudiler, Budistler ve ateistler arasında eşit oranda görülür.

2) Akıllıca kullanılan psikofarmakolojik ilaçlar sanrıları, korkuları ve depresyon gibi semptomları hafifletebilir ve ortadan kaldırabilir. Bunlar beyin metabolizmasını olumlu etkiler ve elbette dinî inançlardan bağımsızdırlar.

3) Az önce verdiğimiz genç adam ve panik atak örneği, tamamen “normal” çatışmaların da hastalıklara yol açabileceğini gösterir. Şüphesiz burada bir inanç eksikliği olduğunu varsaymak doğru değildir.

Bununla birlikte, psikolojik hastalıklar ve inanç farklı bir bağlamda ilginçtir: Güçlü bir inanç, yoğun ve sağlıklı bir dindarlık, krizlerin ve hastalıkların üstesinden gelmede çok yardımcı olur. Örneğin Allah inancı depresyonlarda sıklıkla görülen intihar düşüncelerinin kontrol altında tutulmasına yardımcı olabilir. Ayrıca Bakara Suresi’nde (2:286) ifade edildiği gibi Allah’ın hiçbir cana taşıyabileceğinden fazla yük yüklemediğini bilmek, zor günleri atlatmak ve tekrar iyileşmek için kişinin elinden gelen çabayı göstermesine büyük oranda yardımcı olur.

İnsanın yaşamın zorluklarıyla başa çıkmadaki bu yeteneğine psikolojik yahut duygusal dayanıklılık (İng. „resilience“) denir. Öyleyse inancımıza ve yaratıcımızla olan ilişkimize dikkat edelim. Ve Peygamberimizi, özellikle de hayatta karşılaştığı zor durumlarda gösterdiği sükuneti ve Allah’a olan tevekkülünü örnek alalım.

Dr. Ibrahim Rüschoff

Rüsselsheim’da kendine ait muayenehanesinde hizmet veren psikoterapist Dr. İbrahim Rüschoff’un uzmanlık alanları arasında Almanya’daki Müslümanların psikososyal bakımı ve İslam’la bütünleşik psikoterapinin geliştirilmesi bulunmaktadır. Rüschoff aynı zamanda Sosyal ve Eğitim Meslekleri İslami Çalışma Birliği’nin (IASE) yönetim kurulundadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler