'Dosya: "Orta Doğu'da Savaş"'

Barış İçin Tüm Ezberleri Bozmak: İsrailli ve Filistinli Aktivistlerin Ortak Yolu

Orta Doğu’da barış, ulaşılması zor ve ütopik bir hedef gibi duruyor. Yine de tüm insanların acısını kucaklayabilecek geniş bir idrak ve kararlılıkla bu hedefe doğru yürümek hiç de zor değil. 

©ColorMaker/shutterstock.com

İsrailli sivillerin hayatını kaybettiği Hamas’ın saldırılarının ardından Gazze Şeridi’ne karşı başlatılan askerî operasyon ve yıkım, dünya genelindeki Müslümanların da odağını tekrar Gazze’deki Filistinli sivillere çevirmesine yol açtı. Bu haklı bir ilgiydi. Çünkü yüzbinlerce sivil insanın en temel ihtiyaçlarından yoksun bırakılıp ölüme terk edilmesi birçok kurum ve yetkili tarafından bir savaş suçu olarak görülüyor. Bu esnada İsrail ve ona koşulsuz destek veren ülkelerin bu uygulamayı meşru müdafaa olarak görmesi, Filistinli fertlerin ise hayatının “anılmaya değer” görülmemesi son derece düşündürücüdür. 

7 Ekim’deki terör saldırıları ve sonrasında yaşananlar dünya genelindeki vicdanlı yaşananlar dünya genelindeki vicdanlı insanların kolektif hafızasından çok uzun süre silinmeyecek. Gazze’nin yerle bir edilmesi, öldürülen çocukların görüntüleri zihinlerde yer edinecektir. 

Peki güncel durum ne tarafa doğru gelişebilir? Daha çok öfke ve intikam çağrısına doğru mu? Yoksa barış ve hukuka doğru mu? Bu sorunun cevabını İsrailli aktivistlerin zorlu yolu üzerinden izleyelim. 

Barış, Erişilebilecek En Büyük Hedef

Önce Orta Doğu’yu, sonra da tüm dünyayı bir parçası hâline getirebilecek bir savaşla karşı karşıyayız. Bir yanda Gazze’de tüm altyapısı yerle bir edilen, kendisini toparlayabilmek için belki onlarca yıla ihtiyaç duyacak, yerinden edilip kalıcı psikolojik ve fizyolojik hasarlarla tüm yaşamını sürdürmek zorunda kalacak insanlar var. 

Diğer yanda da İsrail’de 7 Ekim’de hayatını kaybeden siviller, Hamas tarafından kaçırılıp esir tutulanlar, onların yakınları ve daimî bir saldırı korkusu altında yaşayan İsrailliler var. Tüm dünya kamuoyu ya bir taraftaki ya da diğer taraftaki insanlarla seçici bir dayanışma içerisine girip diğer tarafı “daha az değerli” varlıklarmış gibi göstermeyi hedeflemiş gibi gözükse de insan hayatı birkaç yüz kilometre mesafenin sağında ya da solunda daha az önemli hâle gelmiyor. Cinayet ve katliamlar, siyasi, dinî ya da ideolojik kıyafetler giyinip güzel görünmeye çalışsalar da insan yaşamının kutsal olduğu gerçeğini değiştirmiyorlar. 

Bütün yaşananlar, öfke ve yas, saldırı ve direniş, savunma ve suçlamalar arasında sıkça unutulan bir şey var: Barış, erişilebilecek en büyük hedef ve tüm dünya vatandaşlarının omzundaki en ağır sorumluluk olarak karşımızda duruyor. Bugün İsrail ile Filistin arasında savaşsızlığa, şiddetsizliğe, 75 senelik korkunç olayların bıraktığı yaraların sarılmasına her şeyden çok ihtiyacımız var. Bu her ne kadar naif ve reel politikadan uzak bir istek gibi gözükse de, en acı zamanlarda bile barışın sesini yükseltmeye çalışan insanların varlığı, bu talebin “gerçekleştirilebilir” bir talep olduğunu ortaya koyuyor. 

Annesi ve Babası Öldürülen İsrailli: “Gazze’yi Yok Etmeyin!”

Bu yazı yazılırken Hamas’ın elinde 212 İsrailli esir bulunuyordu. İsrailli 100 kişi kayıp, yaklaşık 1400 kişinin ise Hamas tarafından öldürüldüğü biliniyordu. 

Bu olaydan sonra İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı savaş, “meşru müdafaa” olarak görülen sınırın ötesine geçtiği ve tüm Gazze halkını hedef aldığı gerekçesiyle uluslararası kamuoyu tarafından eleştirildi. Bu eleştirilerin odağında, Gazze’nin yerle bir edilmesi ve akıl almaz derecede yükselen sivil ölümleri yer alırken, diğer tarafta ise İsrailli yetkililerin insan düşmanı söylemleri vardı. Örneğin İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze’ye yönelik “komple kuşatma” ilanını yaparken “insan hayvanlarıyla savaşıyoruz” ifadelerini kullanmıştı. Ulusal Güvenlik Bakanı aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir ise, “Hamas elindeki sivilleri serbest bırakmadığı sürece Gazze’ye tek bir gram bile insani yardım girmeyecek, bunun yerine yüzlerce ton bomba yağacak.” ifadelerinde bulunmuştu.  

Ben-Gvir’in ilk ırkçı açıklamaları bunlar da değildi. Gvir savaş başlamadan önce de “Benim, eşimin ve çocuklarımın Yahudiye ve Samarya’da [Batı Şeria] hareket etmesi, Arapların hareket özgürlüğünden daha önemlidir.” demiş ve bu sözleri nedeniyle ABD’nin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü tarafından eleştiriyle karşılanmıştı. İsrail’de Arap düşmanı, ırkçı ve insan düşmanı söylemler ülkenin “en sağcı hükûmetinin” göreve başlamasıyla birlikte ayyuka çıkmıştı.

Her ne kadar savaşın, aşırı sağcı politikacıların ve nefret vaizlerinin sesi çok çıksa da İsrail’de de barış için elini taşın altına koyan ve tüm hayatını bölgede kalıcı barışa adamış sayısız insan var. Ve bu insanlara ses vermek, onlarla ortak barış hedefine doğru yürümek her zamankinden daha önemli.  

İsrail’de yakınları Hamas tarafından öldürülen veya kaçırılan insanların bir kısmı, kendi yasları henüz tazeyken Gazze’ye bombardımanın durması için ekstra çaba sarf ettiler. “Gazze’yi yok etmeyin” çağrısında bulunanlar arasında anne ve babası Gazze’nin yakınlarındaki bir köyde Hamas tarafından öldürülen Moaz da vardı. “Kalıcı barış”tan bahseden Moaz, BBC ile röportajında gözleri yaşlı bir şekilde, “Anne ve babam için ağlamıyorum. Bu savaşta hayatını kaybedecekler için ağlıyorum.” demişti. 

Bölgede İsrailli ve Filistinli kadınların barış çalışmalarını destekleyen Women Wage Peace Hareketi’nden Vivian Silver isimli 74 yaşındaki Kanadalı-İsrailli barış aktivistinin de Hamas’ın elindeki rehineler arasında olduğu göz önüne alındığında, İsrailliler açısından da “barış” çağrısında bulunmanın ne kadar zor olduğunu hatırlamak gerek. Silver’in oğlu Yonatan Ziegen, annesi esirken “daha fazla ölü bebeğin bir cevap olamayacağını” söylemişti.

Jewish Voice for Peace yöneticisi Stefanie Fox ise, “Bu hafta yas tutuyoruz. Fakat arkaya yaslanıp bizim travmamızın İsrail tarafından Gazze’nin yok edilişine bir neden olarak kullanılmasını izleyemeyiz.” ifadelerinde bulunmuştu. 

“Ortak Bir Gelecek İçin Çalışmalıyız”

Aynı şekilde Breaking the Silence Kudüs Program Direktörü Benzi Sanders de askerî bir çözüm olamayacağını vurgulayanlar arasında. İsrailli insan hakları kuruluşu B’Tselem bir suçun diğer bir suçu haklı çıkartamayacağını, Gazze’de sivillere yönelik saldırıların durması gerektiğini açıklayan kuruluşlardan bir diğeri. 

Sadece İsrail’de değil, dünyanın her yerinde birçok Yahudi, bölgede barış için engebeli bir yolda yürüyor. Avrupalı Yahudiler “Benim adıma değil” sloganıyla İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşını kınadılar. Glasgow’dan Barcelona’ya kadar birçok Yahudi aktivist, Gazze’ye yönelik bombardımanlara karşı çıkarak ateşkes çağrısında bulundu. Bu aktivistlerin ortak mesajı şuydu: “Birbirimize zarar vermediğimiz ortak bir gelecek için çalışmalıyız. Barış kültürü oluşturmalıyız.”

Bir grup ABD’li Yahudi aktivist, ABD’nin başkenti Washington’da bulunan Beyaz Saray’ın önünde “ateşkes çağrısı” yapmak için bir araya geldi ve bir kısmı polis tarafından göz altına alındı.

Gazze’deki Filistinli sivillere yönelik baskılara en yüksek sesle karşı çıkan İsrailli barış aktivistleri, bu ifadeleri oldukça zor bir bağlamda dile getirebiliyorlar. İsrail’de barış yanlıları tabiri caizse altında lavlar kaynayan incecik bir köprünün üzerinden geçmeye çalışıyorlar. Tam da bu konuda İsrail’deki Yeni İsrail Fonu’nun direktörü Mickey Gitzin, İsrail’de barış aktivistlerine karşı propagandanın korkunçluğundan dem vuruyor ve barış çağrısı yapanların “hain, anti-siyonist, anti-İsrailci” olarak yaftalandıklarından bahsediyor.

İsrailli gazeteci Israel Fry da bu baskılara maruz kalanlardan birisi: “Öldürülen Gazzeli çocuklar için empati göstermemiz ve dua etmemiz gerektiğini söylediğim için beni takip ediyorlar.” diyen Fry da İsrail’deki aşırı sağcıların saldırı ve takiplerine maruz kalan barış yanlısı seslerden birisi.

İsrail ile Filistin arasında 75 yıldır barışın tesis edilememesi, gelecek için barış umudunu azaltan bir faktör olsa da bu konuda çaba gösteren İsrailli -ve Filistinli- aktivistler ilham verici bir angajman ortaya koyuyorlar. Nitekim Combatants for Peace isimli hareketin yayınladığı açıklama, bu zorluğu açık bir şekilde gösteriyor: “Şimdi -özellikle şimdi- ahlaki ve insancıl duruşumuzu korumalı ve umutsuzluğa veya intikam isteğine boyun eğmemeliyiz. İnsan ruhuna ve doğasındaki iyiliğe olan inancımızı korumak, hiç olmadığı kadar hayati öneme sahip. Bir şey açık: İnsanlığa olan inancımızı asla bırakmayacağız – şimdi bile! Şu anda bu inanç her şeyden daha zor olsa da.”9

Her Türlü Nefret İdeolojisinden Uzaklaşmak

İsrail’de 7 Ekim’deki saldırılardan sonra ülkenin daha güvenlikçi bir politika izlemek zorunda kalacağı ve aşırı sağın çok daha güçlü bir şekilde merkeze kayacağı açık. Bu bağlamda barıştan bahseden İsrailliler bir anda bir iç güvenlik meselesine dönüşüyorlar. Diğer tarafta birçok Müslüman için İsrail ile Filistin arasında “barış”tan bahsetmek kolay değil. Bir asra yaklaşan ve sayısız acı doğuran, insanları evlerinden ve sevdiklerinden koparan, sadece İsrailli ve Filistinli insanların değil, hem bölgede hem de küresel bazda birçok bileşeni olan bu çatışma, Müslüman cemaatin de barışa olan inancını ve bu yöndeki enerjisini zedeleyebilir. 

Dünya tarihinde yaşanan korkunç katliamların temel nedeni, yaşamlar arasında hiyerarşi kurmaktı. Uzun soluklu ve kalıcı bir barış ve şiddetin her iki tarafta da her koşulda durması için yaşamlar arasında hiyerarşi kuran her türlü nefret ideolojisinden uzaklaşmak gerekiyor.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Mübeşşer Şen
    2023-11-19 20:25:01

    Neden sayfanızın yazısında savaş kelimesini kullamissiniz soykırım demeniz in sakıncası mi var

Son Yüklenenler