'Hollanda'

Hollanda’nın Seçimi Karşısında Müslümanların Tercihi

Hollanda’da 22 Kasım’da gerçekleşen sonuçlar, aşırı sağcı Özgürlük Partisinin (PVV) açık ara zaferiyle sonuçlandı. Seçim sonucu ülkede şimdiye kadar Müslümanların karşılaştığı zorlukların artacağını gösteriyor. Peki Müslümanlar bu sonuçlar karşısında hangi yolu tercih edecek?

©Milos Ruzicka / Shutterstock.com

Hollanda’da 22 Kasım 2023’te gerçekleşen seçimlerin sonucu aşırı sağcı Özgürlük Partisinin (PVV) zaferiyle sonuçlandı. İslam ve göçmen karşıtı söylemleriyle dikkat çeken partiler 2002 seçimlerinden bu yana Hollanda siyasetinin gündemini belirliyor. Pim Fortuyn Listesi (LPF), Özgürlük Partisi (PVV), Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), Leefbaar, Demokrasi Forumu (FvD), JA21 gibi siyasi partilerin oy oranları geçtiğimiz yıllarda süreklilik arz etmişti. 2010 yılında gerçekleşen seçimlerde VVD ve PVV 55 milletvekili çıkarmış, bu oran 2012’de 56, 2017’de FvD’nin de katılımıyla 55, 2021’de FvD’den kopan JA21’le birlikte 62 ve 2023’te 65 milletvekili sayısına ulaşmıştı.

Hollanda’da Aşırı Sağın Kabul Edilebilirliğinin Artması

Yukarıda zikredilen partiler arasında önemli farkların olduğu bir gerçek. Mesela VVD’nin bu bloğa dâhil edilmesine itiraz edilebilir. Gerçekten de VVD’nin PVV gibi sadece İslam ve göçmen karşıtlığı üzerinden yükseliş gösterdiğini söyleyemeyiz. Her ne kadar liberal ve muhafazakâr kanatları olan AB taraftarı bir parti olsa da VVD göçmen ve İslam karşıtı seçmene hitap etmeyi bilmiş, 2002 yılında Hollanda siyasetini çokkültürlülük ve İslam aleyhtarı söylemiyle dönüştüren sosyolog Pim Fortuyn’in çıkışından önce Frits Bolkestein ve Henk Kamp gibi siyasilerle İslam ve göçmen karşıtı eğilimin sesi olmuştur.

Fortuyn’in çıkışıyla birlikte ve bilhassa Mark Rutte’nin liderliği altında VVD’in liberal kanadı zayıflamış radikal veya aşırı sağ seçmeni kaybetmeme kaygısı öne geçmiştir. Rutte’nin VVD’si pragmatik, vizyonsuzluğunu ilan eden ve bununla da iftihar eden ve göçmen karşıtı seçmen için PVV ve diğer sağ partilerle yarıştan geri kalmayan bir parti olmuştur. PVV’nin desteğiyle kurduğu hükûmetin düşmesi, her ne kadar Rutte’nin PVV aleyhinde bulunmasına yol açsa da Rutte ve VVD eleştirilerini ilkeler üzerinden öne sürmemiş, PVV’nin güvenilmez veya vaatlerinin gerçekleştirilemez olduğunu belirtmekle yetinmiştir.

VVD’nin PVV’yi eleştirisi Hollandalı şair Willem Elsschot’un “Tussen droom en daad / staan wetten in de weg en praktische bezwaren” dizelerini hatırlatır: “Rüya ve gerçek arasında / pratik çekinceler ve yasal engeller vardır”. Rüyalarını paylaşmış veya en azından paylaşmadığını açıkça beyan etmemiş ve gerçekçi olmak gerektiğini telkin etmekle yetinmiştir. Hollanda siyasetinde farklı eğilimleri karakterize eden “dominee”, yani papaz ve koopman (tüccar) ikiliğinde, VVD her zaman tüccarı seçmiş, çıkarlarına ilkelerini feda eden bir siyaset gütmüştür. VVD’nin ülke çıkarı için göçmenlere ve Müslümanlara PVV’den daha ılımlı davranmayı seçmesi ve PVV’yi ilkeler üzerinden eleştirmemesi, aşırı sağın kabul edilebilirliğini artırmış ve aşırı sağa saygınlık kazandırmıştır. Dilan Yeşilgöz’ün liderliğiyle beraber VVD, PVV ile hükûmet kurabileceğini belirtmiş ve göçmen ve İslam karşıtı seçmen için PVV’i yeniden reel bir seçenek hâline getirmiştir.

FvD’nin de bu blokun dışında tutulması gerektiği öne sürülebilir. FvD lideri Thierry Baudet, Covid-19 krizinden itibaren İslam ve göçmen karşıtlığı üzerinden kendini tanımlamadığını ilan etmiş ve Hollanda’nın asıl probleminin küreselleşme, küreselleşmenin kurumları ve bu kurumlara bağlılık beyan eden kartel medyası ve partileri olduğunu söylemiştir. Parti içinde faaliyet gösteren bazı genç üyelerin gelenek vurgusu ve modernlik karşıtlığı ve hatta Müslümanlara muhafazakâr ittifak çağrısı belli bir yankı uyandırmış olsa da Müslüman seçmenin oyunu alabildiği söylenemez.
Her ne kadar yukarıda zikredilen partiler arasında farklılık olsa da bu partiler İslam ve göçmen karşıtlığının adresi olmuşlar ve son 10 yılda farklı dağılımlarla 150 milletvekilinin 60’ını çıkarabilecek güçte olduklarını göstermişlerdir. Bu partiler içinde en aşırı ucu temsil eden PVV’nin bu seçimde gösterdiği performans İslam ve göçmen karşıtlığının normalleştiğinin ve kabul edilebilirliğinin arttığının göstergesi sayılabilir. Sağ blokun oy oranının 60’ın üstüne çıkmasında ve sağın en aşırı ucu olan PVV’ye akmasında Gazze’ye karşı yürütülen savaşın da katkı sağladığı kanaatindeyim. Özellikle büyük şehirlerde Gazze için yapılan geniş katılımlı gösteriler, şehirlerde hâlihazırda önemli bir kitleyi temsil eden Müslümanları görünür kılmıştır.

Hollanda’da Müslümanları Bekleyen Zorluklar

Seçim sonucu şimdiye kadar Müslümanların karşılaştığı zorlukların artacağını göstermektedir. Fortuyn’in çıkışından itibaren kendini gösteren bu kitle, etkisini sadece oy verdiği partiler üzerinde göstermemiş, diğer partilerin de göçmen ve Müslümanlarla ilgili siyasetini dönüştürmüştür. Öyle ki göçmenlere ılımlı tavrıyla bilinen PvdA dahi hükûmet ettiği dönemde Müslümanlarla ilgili tavrını değiştirdiğini göstermiştir. Türklerin dinî kuruluşlarının Lodewijk Asscher zamanında mercek altına alınması bunun bir belirtisidir. PvdA içinde Wouter Bos, Martijn van Dam ve Lodewijk Asscher gibi isimlerin laiklik ve Hollanda değerleri vurgusu, çokkültürlü toplumu zenginlik sayan, kutlayan ve Müslüman topluluklarla sıcak ilişkileri olan kanadın önüne geçmeyi başarmıştır. GroenLinks içinde Kauthar Bouchallikht örneği Müslüman kimliğini öne çıkarmadan siyaset yapanların aşırı sağ dışındaki partilerde de tutunmasının zorluğunu göstermektedir.

Bu gelişmelerin göçmen kökenli seçmen ve siyasetçilerde bir tepkiye yol açması ve DENK partisi ve DENK Partisinden çıkan Bij1 ile kendini ifade etmesi şaşırtıcı sayılmamalıdır. 2017 seçimlerinde DENK Partisi meclisteki 2 sandalyesini 3’e çıkarmış ve bu sayıyı şimdiye kadar muhafaza edebilmiştir. Şu anda DENK Rotterdam, Den Haag ve Schiedam şehirlerinde yönetimde yer almaktadır. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısıyla söylemini sertleştirmiş ve Bij1 Partisiyle birlikte Filistin’in tamamen özgürleşmesini ve tek devletli çözümü savunmuştur. Bu çıkışla DENK Partisinin kendi tabanını konsolide ettiği söylenebilir. Yerel yönetimlerde göstereceği başarıya göre Hollanda siyasetinde varlığının sürekliliğini sağlayacaktır.

PVV sağ blok içinde en belirgin şekilde İslam karşıtı ve göçmen karşıtı söylemlerle ortaya çıkan parti. Açık ara birinci olması PVV’nin hükûmette olsun veya olmasın etkin olacağını gösterir. PVV’nin bu başarısı her ne kadar D66 lideri Rob Jetten ve PvdA lideri Frans Timmermans tarafından uzlaşmayı reddeden ifadelerle karşılansa da aynı sertliği diğer partiler ve bunların içinde CDA’dan ayrılıp Hristiyan Demokratlar ve ortanın sağı ve solunda yer alan memnuniyetsizleri birleştiren ve ilk katıldığı seçimde 20 milletvekiliyle parlamentoya giren NSC göstermemektedir.

PVV’nin sağ blokun oyunu toplamada gösterdiği başarı, Müslümanlara karşı baskının çoğalacağının habercisi kabul edilebilir. Her ne kadar şu anda önceliğinin İslam’la mücadele olmadığını ve partinin bu yönlü programını dondurduklarını ifade etse de Geert Wilders fikirlerinden vazgeçmiş veya parti programını değiştirmiş değil.

PVV’nin hükûmet edebilmek için parti programının İslam karşıtı tarafını geri plana itme ihtimali elbette yüksek. Özellikle NSC’siz hükûmeti kuramayacağı göz önünde bulundurulur ve NSC’nin anayasaya dayanmayan bir iş birliğine kapalı olduğu beyanı dikkate alınırsa PVV kendini frenlemek zorunda kalacaktır. Siyasi gerekler yanında Hollanda’nın AB üyesi olması ve AB hukuku sebebiyle göçmen ve mülteci siyasetinde sıkılaştırmaya gitse bile PVV’in vaatlerini gerçekleştiremeyeceği barizdir.

Bununla birlikte Müslümanlar üzerinde denetim, Müslümanların kurumlarının baskılanması, İslam okullarının oluşmasının önlenmesi gibi yollara başvurulacağı tahmin edilebilir ki bu yola zaten PVV birinci parti olmadan önce girilmişti. Her ne kadar AB hukuku ve mevcut yasal düzen PVV’i İslam karşıtı siyasetinde sınırlasa da Müslümanlara yönelik devlet sertliğinin yegâne yolu hukuki yaptırımlar değildir. Denetimin artırılması gibi daha “yumuşak” metotlarla Müslümanların alanı daraltılmakta, Müslüman kurumlar yıldırılmaktadır.

Müslümanlara Yasak Dayanaklardan Uzak Yumuşak Baskı Yolları

Terörle Mücadele Ulusal Koordinatörü (NCTV) ve Sorunlu Davranışlar ve İstenmeyen Dış Finansmanla ilgili Çalışma Grubu (Fl. “Taskforce Problematisch Gedrag en Ongewenste Buitenlandse Financiering”) gibi kurumlar aracılığıyla Hollanda zaten son yıllarda daha yumuşak baskılama metotlarını uygulamaktadır. Bu baskı her zaman yasal çerçevede gerçekleşmemektedir. Sözü geçen çalışma grubu yasal dayanağın yoksunluğu sebebiyle durdurulmak zorunda kalmıştır.

Çalışma Grubu’nun yöntemleri hakkında 10 Şubat 2020’de Çalışma Grubu Başkanı Roscam Abbing’in verdiği izah çarpıcıdır. “Problemli davranış”ın ne anlama geldiğinin yasal çerçevede tanımlanamadığını belirten Roscam Abbing’in söylediklerinden bu tanımın fiiliyatta keyfî gerçekleştirildiğini çıkarmak gerekir. “Problemli davranış”a örnek olarak cami veya başka kurumlarda seçimlere katılıma dinî gerekçelerle karşı çıkmak örnek verilmiştir. Seçimlere katılıma karşı çıkmanın suç olmadığı ve hiçbir hukuki yaptırıma gerekçe sunmadığı nettir. Ama bu “problemli davranış” olarak tanımlandığında yumuşak baskı için zemin oluşur. Roscam Abbing bu baskıyı şöyle örneklendirmiştir:

“Suç teşkil eden davranışlar söz konusu olmadığından, genellikle çok güçlü tedbirlerin alınmasına yönelik çok yeti yoktur. Ancak örneğin park politikasının yeterince uygulanıp uygulanmadığını kontrol edebilirsiniz […] Ruhsatların doğru şartlarda verilip verilmediğini kontrol edebilirsiniz.”

Çalışma Grubu neticede görevini sürdürememiştir. Fakat böyle bir çalışmanın yapılmış olması ve bunun PVV’siz bir hükûmet devrinde yapılmış olması, baskının hukuki zemin dışında yollarının mevcudiyetini göstermek için yeterlidir. NCTV de yasal yetkileri çok net olmamakla beraber defalarca bariz hatalar içerdiği tespit edilen raporlarla, devletin bir bütün olarak Müslümanlara ve bazı durumlarda belli Müslüman kurumlara ve hatta önderlere yönelik siyasetini belirlemiştir. Bu hak ihlallerini beraberinde getirmiştir. PVV’nin öncülük edeceği bir hükûmette bu ve benzeri uygulamaların artacağı izahtan varestedir.

PVV’nin görüşlerinin normalleşmesi ve meşru sayılması toplumda zaten var olan İslam karşıtlığının yaygınlaşmasını ve toplum düzeyinde Müslümanlara düşmanca tavırların artmasını da beraberinde getirebilir. Yumuşak baskı ve siyasetin İslam karşıtı söyleminin yaygınlaşması ve normalleşmesi Müslümanları da etkilemekte ve oto-sansür ve oto-kontrol uygulamaya sevk etmektedir. Korumacı bir refleksle uygulanan oto-sansür zamanla Müslümanların kimliğini korumak için aşındırmasını beraberinde getirmektedir.

Peki Müslümanların Tercihi Ne Olacak?

Fortuyn sonrası yıllarda Müslümanlar karşılaştıkları sertlik ve baskıya kabaca dört tavırla karşılık vermiştir: 1) Kabuğuna çekilmek, 2) Aktivizme başvurmak, 3) Uyum göstermek ve 4) Müslüman toplumdan kopmak.

Kabuğuna çekilenler sadece gelenekçi tavırla kendi çevresinde ve siyasete bulaşmadan var olmak isteyenlerden müteşekkil değil. Buna “radikal” olarak tanımlanabilecek ve fakat Hollanda şartlarında kendilerine bir aktivite alanı görmeyenler, aktivizmden uzak Selefi yapılar, İslami ilimleri önceleyen medreseler ve Sufi yapılanmalar dâhil edilebilir.

Aktivizmi seçenler yasal düzenin tanıdığı alana itimatla ve bu alanı kullanarak Müslümanların kendilerini koruyabileceklerini düşünmekte ve hukuki ve siyasi mücadele yolunu tercih etmektedir.

Uyum göstermenin gerekliliğini vurgulayanlar yıllar içinde kurdukları ilişkilere güvenmekte, Hollanda’da mevcut bulunan İslami kurumların ve Müslümanların korunmasının çatışma değil, çoğunlukla ve özellikle otoriteyle diyalog ve taleplerini karşılama, endişelerini giderme yoluyla mümkün olduğuna inanmaktadır.

Siyasi veya dini kimliği öncelemeyen, varsa dindarlığı bunu bireyselleştirmiş, aktivizmden kaçınan ve İslam karşıtları tarafından da makbul ve örnek Müslüman kabul edilen tavır ise Müslüman toplumdan kopmak maddesinde eline alınabilir.

Yukarıda belirtilen tasnif elbette bir basitleştirmedir. Bu dört tavır birbirinden kesin ayrımlarla ayrılmış değildir. Örneğin birçok İslami kurum içinde kabuğuna çekilenler, aktivizmi önceleyenler ve uyumu savunanlar bir arada bulunabilmektedir. Veya bireysel düzeyde gelenekli ve aktivist veya uyumu savunanlar olduğu gibi, Müslüman toplumdan kopmakla birlikte mesela Gazze olayları sebebiyle gösterilere katılmayı seçenler de var.

Her dört tavrın da kendince haklı gerekçeleri var denilebilir. Kabuğuna çekilenler İslami ilkelere sadakati öncelemekte ve “kendiliğini” muhafazanın sadece kendiliğin sahihliği, yani gelenekli olmasıyla veya ilkeli olmasıyla mümkün olacağını iddia etmektedir. Buna karşılık kabuğuna çekilmek her ne kadar İslami umdeleri ve geleneği koruma olanağı sağlasa da içinde bulunulan yeni şartlara ve yeni nesillere geleneği taşımakta yetersiz kalmaktadır denilebilir.

Aktivizmi önceleyenler, otorite sınırlandırılmazsa zamanla Müslümanların alanının iyice daralacağını ve yasal ve siyasi çerçevede kendini koruyarak kendiliğin muhafaza edilebileceğini söylemektedir. Aktivistlerin kendilerine seçtiği zemin ve çerçevenin kendiliği korumaya yaramadığı ve gitgide İslami kimliği aşındırdığı, savrulmaya yol açtığı ve liberal değerleri İslam’a öncelemekle nihayet bulacağı söylenebilir.

Uyum gösterenler Müslümanların burada yıllanmış kurumlarının olduğunu ve bunları korumanın en önemli öncelik sayılması gerektiğini, sürtüşme ve konuşmayı reddetmenin kurumları kırılganlaştıracağını iddia etmektedir. Uyum göstermenin İslami kurumları koruduğu bir gerçek olsa dahi bu kurumların artık 80 ve 90’lı yıllarda kuruldukları şartlar içinde bulunmadığı ve aşırı sağın etkisinin artmasıyla konuşmaya devam etmek ve uyum göstermenin en nihayetinde kurumları muhafaza etse dahi kurumların içini boşaltacağını iddia etmek mümkündür.

Velhasıl, Hoca Nasreddin’in buyurduğu gibi herkese “Sen de haklısın” diyebiliriz. Bu bizi belki sorumluluktan kurtarır. Haklılığın eşit paylaşımı, haksızlığın da eşit paylaşımı anlamına gelir. Herkese “Sen de haksızsın” demeyi de seçebiliriz. Bunun vereceği ümitsizlik de bizi sorumluluktan kurtarır fakat mesuliyet yüklenmemek meseleleri ortadan kaldırmaz. Bu yazı bir çözüm sunma iddiası taşımıyor. Bu yazı yalnız olmadığımızı, kardeşlerimizin olduğunu ve kardeşlerimizle çatışarak değil dayanışarak dayanıklılığımızı artıracağımızı, bunun hem kendi tavrımızı sorgulamak hem de sahici şekilde bağlarımızı güçlendirerek mümkün olacağını hatırlatsa kâfi.

Mehmet Erik

Leiden Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olan Mehmet Erik, Hollanda’da avukatlık yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler