'Dosya: "Kesin Dönüş Mümkün mü?'

Kesin Dönüş Herkes İçin Mümkün mü? Ülkesine Geri Dönemeyen Halklar

Mesken ülkeden ayrılmak ve köken ülkeye gitmek, popüler tabiriyle “kesin dönüş” dünya üzerindeki herkes için geçerli değil. Bugün birçok halkın yaşadığı topraklara geri dönüş hakkı elinden alınmış durumda. Rohingyalar, Uygurlar, Suriyeliler ve Filistinlilerin “kesin dönüş” önündeki engellerini derledik.

©vector photo gallery/shutterstock.com

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin raporlarına göre, 2021 itibarıyla yaklaşık 90 milyon insan, evlerinden ve yaşadığı yerlerden zorla edildi ve kendi toplumları dışında başka topluluklarda yaşadı. 24 Ekim 2023’teki son bilgilendirmeye göre, bu rakam 20 milyonluk bir artışla 110 milyona yükseldi. Sayısı giderek artan bu insanların 58 milyonunu ülkesini terk etmek zorunda kalanlar oluştururken uluslararası hukuk bu kişilere geri dönme hakkı tanımış durumda. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 13. maddesinin 2. fıkrasına göre herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılma ve kendi ülkesine dönme hakkına sahiptir. Eğer “herkes” ifadesi, yerlerinden zorla edilen kişileri de kapsıyorsa, o zaman neden bazı durumlarda geri dönüş “herkes” için mümkün olmuyor? Bu durumda geri dönememek ne anlama geliyor?

Bu temel soruları cevaplandırmak için dünya genelinde yerinden edilmiş, geri dönüş hakkını kullanamayan ve aslında hepimizin şu ve bu şekilde haberdar olduğu gruplara bakalım. Bu metinde yaşadığı topraklara geri dönemeyen dört halka değineceğiz.

Dünyanın Görmezden Geldiği Rohingyalar

Rohingyalar, Müslümanların çoğunlukta olduğu ve yüzyıllardır Myanmar’da yaşayan bir etnik grup. Ancak Rohingyalar ülkenin 135 resmî etnik grubundan biri olarak kabul edilmiyor ve 1982’den bu yana Myanmar’da vatandaşlık hakları ellerinden alınıyor. Bu da onları fiilen “vatansız” (İng. “stateless”) kılıyor.

1982 yılında çıkan Vatandaşlık Yasası’na göre Myanmar’da vatandaşlık üç düzey üzerinde şekillenmiş durumda. Myanmar vatandaşlığının en temel düzeyini elde etmek için kişinin ailesinin 1948’den önce Myanmar’da yaşadığına dair kanıtın yanı sıra ulusal dillerden birini akıcı şekilde konuşabilmesi gerekiyor. Ancak pek çok Rohingya bu tür belgelere sahip değil çünkü bu belgeler ya kendilerinde mevcut değil ya da resmî makamlar tarafından kasten temin edilmiyor.

1970’lerden bu yana Arakan Eyaleti’ndeki Rohingyalara yönelik baskılar, yüz binlerce insanı komşu Bangladeş ve diğer Güneydoğu Asya ülkelerine kaçmak zorunda bıraktı. Bu kaçışlar sırasında, mülteciler Myanmar güvenlik güçleri tarafından sıklıkla tecavüz, işkence,
kundakçılık ve cinayetlere maruz kalıyor. Bugün Bangladeş’te ve Endonezya’da yaklaşık birer milyon Royingha’nın olduğu biliniyor.

2016’da yaşanan olaylar sonrasında, Birleşmiş Milletleri (BM) yetkilileri Myanmar hükûmetini Rohingyalara yönelik etnik temizlik yapmakla suçladı. Daha öncesinde de İnsan Hakları İzleme Örgütü 2013 yılında Myanmar’ın Rohingyalara karşı etnik temizlik kampanyası yürüttüğünü dile getirmişti. Myanmar hükûmeti bu suçlamaları sürekli olarak reddediyor.

Şubat 2017’de BM, Ekim 2016’da askerî baskıların artmasından bu yana Myanmar hükûmet birliklerinin “çok muhtemel” bir şekilde insanlığa karşı suç işlediğini belirten bir rapor yayınladı. Ancak Myanmar, Arakan’daki şiddet olaylarını ve suiistimal iddialarını araştıran BM soruşturma komisyonu üyelerine vize dahi vermedi. Rohingyalar bu uzun süreli zulüm ve haksızlıklar karşısında adalete erişim konusunda büyük zorluklarla karşı karşıya.

Royinghalar ölmek ya da kaçmaktan başka seçeneği olmayan bir halk. Bu yüzden kaçabilenler de bir gün dönebileceğine dair ümit besleyemiyor. Geçtiğimiz yıllarda AFP’ye konuşan sığınmacı Anwara Begum, Royinghaların gidecek hiçbir yeri olmadığını dile getirerek “Yiyecek bir şeyim yoksa toprak yerim ama asla geri dönmem.” diyor.

Kaçabilenler ve Kalanlar: Doğu Türkistan Meselesi

Doğu Türkistan halkı Uygurlar, Çin’in bölgede nüfuz kurma çabalarının bir sonucu olarak çeşitli baskılara maruz kalıyor ve sistemli yıldırma politikalarıyla yurtlarını terk etmeye zorlanıyor. Bu durum, bölgenin demografik ve kültürel yapısını temelden sarsmış durumda. Çin, Uygur Türklerinin çoğunlukta olduğu Doğu Türkistan topraklarını yüzyıllardır taşıdığı ismin aksine, resmî kaynaklarında “Sincan/Yeni Kazanılmış Topraklar Diyarı” olarak adlandırıyor.

Doğu Türkistan tarihindeki mülteci sorunu, özellikle 1949 sonrasında gerçekleştirilen büyük göçlerle başlamış olup, 1950’lerden itibaren devam etti. 1950, 1958, 1959 ve 1961 yıllarında farklı sayılarda Doğu Türkistanlılar, Tibet, Afganistan ve Türkiye’ye göç etti. Ancak, asıl toplu göçler 1952, 1965-66 ve 1977 yıllarında gerçekleşti. Bu dönemlerde ülkelerini terk etmek zorunda kalan Doğu Türkistanlıların sayısı on binleri bulmuş durumda. Örneğin, sadece 1962 yılında Çin’e karşı yürütülen ayaklanmalar sonucunda göç eden Doğu Türkistanlıların sayısı 50.000’i aştı.

Göçler 1980’li yıllar boyunca da devam etti. Dünya genelindeki Doğu Türkistan diasporasının 1 ila 3 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Ancak, bu süreç Uygur mültecileri için zorlu bir hâle geldi. Çin’in Uygurlara yönelik baskıları sadece ülke içinde sınırlı kalmıyor, aynı zamanda mültecilerin zorunlu geri dönüşü konusunda komşu ülkelerine de baskı uyguluyor. Geri dönmek zorunda kalan mülteciler, hapis, işkence ve hatta idam tehdidi altında yaşamak zorunda. Bu durum, 1951 Mülteci Sözleşmesi’ne aykırı bir politikanın sonucu.

Doğu Türkistan’dan ayrılan Uygurların Çin’e zorla geri gönderilmesiyle ilgili bilgi edinmek oldukça zor. Zira Çin, bilgi aktarımına getirdiği sıkı kısıtlamalar ve misilleme tehditleri ile geri dönen Uygurların akıbetini gizli tutuyor. Bu insanlar, terörist ya da benzeri nitelendirmelerle damgalanarak, ciddi insan hakları ihlallerine maruz kalabiliyor. Çin’in ayrıca Uygur ailelerle diasporadaki akrabaları arasındaki iletişimi sıkı bir şekilde kontrol ettiği ve bu iletişimi sınırlamak için önlemler aldığı da biliniyor. Sürgündeki Uygur aktivistlerin aileleriyle yaptığı telefon görüşmeleri dinlendiği için Doğu Türkistanlı aileler sürekli güvenlik sorunu yaşıyor.

Bu bağlamda, Doğu Türkistanlı mülteciler sadece ekonomik zorluklarla değil, aynı zamanda ciddi güvenlik sorunlarıyla da başa çıkmak zorunda. Çin’in uyguladığı baskılar, ailelerin parçalanmasına ve iletişim bağlarının tamamen kopmasına neden oluyor. Bu durum, uluslararası insan hakları normlarına aykırı bir şekilde devam ediyor ve Uygur mültecilerinin maruz kaldığı zorlukları artırıyor.

Dünyanın En Büyük Sığınmacı Krizi: Suriyeliler

Bazı hükûmetler Suriyeli sığınmacıları ülkelerine geri göndermenin acil bir gereklilik olduğunu düşünse de mevcut durumda Suriye’deki şiddet, siyasi belirsizlik ve temel hizmetlere erişimdeki ciddi eksiklikler, böyle bir düşünceyi sorgulamak için yeterli neden sunuyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütünün derlediği ifade ve tanıklıklar, bazı mültecilerin Suriye’ye dönmekten başka seçeneğe sahip olmadığını düşündüğünü gösteriyor. Sığındıkları komşu ülkelerde mülteciler onurlu bir yaşam için gerekli yardımı almakta zorlanıyor. Ayrıca çoğu ekonomik sektörde yasal olarak çalışma hakları da ellerinden alınmış durumda.

2021 verilerine göre Suriye’deki savaş toplam 6 milyon 600 bin insanı ülkesinden kaçmak zorunda bıraktı. Bu büyük çoğunluk, statülerinin hâlâ hassas olduğu komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Lübnan ve Ürdün gibi ülkelerin Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olmaması ve kendi mevzuatlarına göre Suriyelileri “mülteci” olarak kabul etmemesi bugün en büyük sorun. Türkiye ise sözleşmeye taraf olduğu hâlde coğrafi bir tanımlama yaparak sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak kabul ettiği için milyonlarca Suriyeli yalnızca “geçici koruma statüsüne” sahip. Bu durum, sığınmacıları karşılama ve koruma görevini yerine getirme konusunda ciddi sorunlara yol açıyor.

Suriye ekonomisinin ve altyapısının çoğu bölgede zayıflamış veya çökmüş olması nedeniyle savaş bitse dahi normal hayata dönüş uzun sürecek gibi görülüyor. Uluslararası Af Örgütü, 2021 tarihli bir raporunda, Suriye’ye geri dönenlerin Esad rejimi tarafından hain olarak görüldüğü ve güvenli yaşayamadığını belgeledi. Suriyeli mültecilerden biri, isminin gizli kalmasını tercih ederek, “Elbette bir gün geri dönmek isteriz. Peki Suriye’de ne bulacağız?” diyerek durumu vurgulamaktadır. Bu bağlamda geri dönen Suriyelilerin nereye yerleşeceği ve hangi koşullarda yaşayacakları gibi soruların yanıtlarının bulunması önemlidir. Bu sorunların çözümü, uluslararası toplumun iş birliği ve koordinasyonu gerektiren karmaşık bir meseledir.

Geri Dönme Hakları Elinden Alınmış Bir Halk: Filistinliler

BM Genel Kurulu, 1948 ve 1967 savaşları sonrasında yerlerinden edilen Filistinli mültecilerin geri dönüş haklarını korumak amacıyla çeşitli komisyonlar kurarak doğrudan meseleyi ele alan bir dizi karar almıştı. Bu sürecin ilk adımı, 1948 yılında hazırlanan Bernadotte Raporu olmuştur. Raporda, BM Genel Kurulu’nun acil yardım sağlama ve mültecilerin güvenliğini temin etme çabalarını başlatma ihtiyacı vurgulanmış; ayrıca Filistinli mültecilerin İsrail işgali altındaki topraklarına dönmeleri için bir karar alınması gerektiği ifade edilmişti. Bu raporun ardından BM Filistin Mültecilerine Yardım Teşkilatı (UNRPR) kurulmuş ve daha sonra, Irak ve Lübnan’ın talebiyle UNRPR’nin ismi Filistinli Mülteciler Yardım ve Çalışma Ajansı (İng. “United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees” – UNRWA) olarak değiştirilmiştir.

Bu girişimlerin bir sonucu olarak, 1948 yılında Filistinli mültecilere dair ilk uluslararası belge olan 194 sayılı karar alınmıştır. Bu karar, BM üyesi üç devletin Filistin için Uzlaşma Komisyonu kurmalarını ve bu komisyon aracılığıyla Filistinli mültecilerin geri dönüş haklarının tartışılmasını öngörmüştür. Ancak, İsrail rejimi bu geri dönüş hakkına sıcak bakmamıştır. 194 sayılı BM kararı, İsrail’in BM üyeliğinin bir ön koşulu olarak kabul edilmiş, ancak hiçbir zaman uygulanmamıştır. Bu karara göre, savaş nedeniyle göç etmek zorunda kalan ancak geri dönmek isteyen mültecilere topraklarına dönmeleri ve komşularıyla barış içinde yaşamaları için destek sağlanacaktı. Ayrıca İsrail, mültecilere tazminat ödemeyi taahhüt etmişti.

İsrail, 1967 Savaşı’nın ardından topraklarını dört katına çıkararak ele geçirdiği bölgelerde yaşayan Filistinlileri göçe zorladı. Bu durum karşısında BM, Kasım 1967’de aldığı 242 sayılı kararla İsrail’in işgal ettiği yerlerden çekilmesini ve Filistinli mültecilere geri dönüş izni vermesini talep etmiş olsa da bu karar ve sonraki yıllarda alınan 338 sayılı karar, şu ana kadar uygulamaya geçirilmedi.

Ülkelerine geri dönme hakkını kullanamayan halkların tecrübeleri, ne yazık ki aynı zamanda sistematik insan hakları ihlalleri, hukuki engel(leme)ler, güvenlik tehdidi ve diğer yapısal faktörlerle iç içe. Mülteci politikası -sadece ulus devletlerin ve bölgesel ortaklıkların değil- uluslararası toplumun küresel düzeyde angaje olması gereken insani, etik ve hatta jeopolitik bir fariza. Savaş ve felaketlerin neticesinde oluşan acil problemlere ek olarak iklim değişiminin sonucu olarak yerinden olan insan sayısının artacağı da hesaba katıldığında bu ödevin gelecekte giderek önem kazanacağı kesin.

Ebubekir Tavacı

Lisans derecesini Istanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 2016 yılında alan Tavacı, Fransa’da Université Paris 1 Panthéon Sorbonne’da Siyaset Bilimi yüksek lisans programından 2021 yılında mezun olmuş ve aynı üniversitede aynı alanda doktora araştırmasına devam etmektedir. Avrupa Birliği göç politikaları, Türk diasporası ve Fransa’da göç gibi konular üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler