'Dosya: "Kesin Dönüş Mümkün mü?'

“Göçmenler, Aidiyet Koşulları Üzerinde Mücadele Ederek Evlerini Bulur”

Özyeğin Üniversitesinde göç, ulusötesilik, etik ve aidiyet antropolojisi alanlarında çalışmalarını sürdüren antropolog Dr. Susan Beth Rottmann ile çocukluğunda Almanya’da Türkiye’ye dönen Leyla’nın hayatını merkeze alan “Aidiyetin Peşinde: Avrupa ve Türkiye Arasında Etik Bir Yaşam Kurmak” kitabını ve Almanya’dan Türkiye’ye yerleşen göçmen kökenli insanlar hakkındaki çalışmalarını konuştuk.

Aidiyet verili bir durum değil, bireyin etik ilişkiler üzerinden yeniden kurması gereken bir süreçtir: İlk olarak, kitabınızdaki bu merkezi argümanın Türkiye’ye yerleşen göçmen kökenliler açısından önemini size sormak istiyorum

Kitabımın argümanı, göçmen olalım ya da olmayalım aidiyet hissinin hepimiz için devam eden bir süreç olduğudur. Başka bir deyişle, hepimiz kim olduğumuzla ve bunun ilişki içinde olduğumuz diğer kişiler tarafından nasıl tanımlandığıyla mücadele ediyoruz. Ancak göçmenler -artık yeni bir bağlamın içinde bulunmalarından dolayı aidiyetleri istikrarsızlaştığı için- daha spesifik ve yoğun zorluklarla karşılaşıyor. Aidiyetlerini (yeniden) inşa etmeleri gerekir. Göçmenlerin aidiyet hissi üzerine çalışmayı ilginç buluyorum çünkü farklılıklara ve hatta aidiyet eksikliğine maruz kalmak, yeni aidiyetler bulmak için fırsatlar yaratıyor ve dolayısıyla bu konuyu çalışmak insan yaratıcılığını ve eylemliliğini (İng. agency) gözlemlemek için bir fırsat sunuyor.

“Dindarlık ve Etik, Göçle Beraber Değişkenlik Gösterse de Hayatın Gerçekleri”

Kitabınızın ana odağı olan Leyla ve diğer görüşmecileriniz için Türkiye’ye adapte olma süreci nasıl işliyor? Hayatlarının en çok hangi alanlarında bunun için mücadele etmeleri gerekiyor?

Bu cevaplaması karmaşık bir soru çünkü “tipik bir geri dönen göçmen” olmadığı gibi tek adaptasyon süreci de yok. Birinci veya dördüncü kuşak Türkiye kökenliler arasından Türkiye’nin farklı yerlerine geri dönenler, 1980’lerde veya 2020’lerde geri dönenler ve farklı eğitim ve sosyal sınıf geçmişlerine sahip geri dönenler arasında büyük farklılıklar var. Bu soruya doğru yanıt verebilmek için farklı geri dönenlerin profillerine ilişkin ayrıntılı vaka çalışmalarına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ancak Leyla için iş, aile, vatandaşlık ve dindarlık alanlarındaki çabalara odaklandım. Genel düzeyde bu alanlar bu kapsamdaki herkes için önemli olsa da her birey kendine özgü zorluklarla karşılaşıyor.
Etik bir hayat yaşama çabası kitabınızdaki merkezi tema. Bunu odak olarak seçmeye nasıl karar verdiniz? Bu daha ziyade Leyla’nın iyi bir Müslüman kadın ve anne olma kararlılığı ve bireysel hayat yolundan mı kaynaklı? Yoksa, diğer görüşmecilerinizde de gözlemlediğiniz ortak bir durum mu?

Leyla’nın bireysel inanç rotasını kitabın merkezi almış olsam da İslam kendini Müslüman olarak gören bütün insanlar ve dolayısıyla göçmenlerin ahlaklı yaşamı için önemli bir rehber. Bu elbette etiğin herkesin için aynı olduğu anlamına gelmiyor. “Etik hayatı” yorumlamanın farklı yolları var ve Leyla örneğinde gösterdiğim gibi bu konudaki fikirler zamanla değişiyor. Bir bakıma kadar bu değişkenlik, farklı ülkeler arasında bulunan ve farklı etik fikirlerle karşılaşan bir göçmen olmanın bir sonucu. Fakat değişen dindarlık ve etik, hayatın gerçekleri ve hepimizin tek başına yürüdüğü bireysel patikalar için geçerliliğe sahip.

“Göçmenlerin Hayatlarını Nasıl Etik Yaşamaya Çalıştıklarına Bakmak, Daha Empatik Bir Yaklaşım”

[Türkiye menşeli] göçmen kökenlilerin ulusötesi hayatlarının genel kamuoyu, medya ve akademi tarafından yeterince anlaşılmadığını vurguluyorsunuz. Bu eksiği gidermede etik antropolojisi nasıl bir rol oynuyor?

Bu çok güzel bir soru! Almanya’ya gelen Türk göçmenler hakkında hem Almanya’da hem de Türkiye’de negatif stereotipler var. Bu stereotipler, entegre olma, dil öğrenme ve ekonomik olarak başarı kazanmadaki yetersiz, uygunsuz ya da tembel oldukları yönünde göçmenleri hızlıca suçlu çıkarıyor. Göçmen kökenli insanlar, içinde yaşadıkları koşullara ve ellerinden gelenin en iyisini yapmak, etik olmak, hatta hayatta kalmak için ne kadar uğraşmış olabileceklerine yeterince dikkat edilmeden yargılanıp eleştiriliyor. Dolayısıyla, ahlaka -insanların hayatlarını nasıl etik yaşamaya çalıştıkları anlamında- bakarak, onların bakış açılarını ve sosyal bağlamlarını daha derinlemesine anlayabiliriz. Bu daha empatik bir yaklaşım ve dolayısıyla bence göçmenleri anlamanın daha etik bir yolu.

Almanya’da Türkiye’ye dönen insan sayısındaki artış çoğu zaman göz ardı edilen bir konu. Bu alanda çalışan bir antropologsunuz. Dönen göçmenlerin motivasyonlarını sormak isterim. İlk nesil göçmenlerle son dönem dönenler arasında hangi farklılıklar var?

Göçmenlerin motivasyonları üzerinde çok çalışılmış bir konu. Bazı araştırmacılar siyasi ve ekonomik nedenleri göç sebebi olarak öne çıkarırken diğerleri aile bağları, insanların umutları ve kültürün oynadığı role vurgu yapıyor. Açıkçası, tüm bu dinamikler önemli ve her bireyin yaşam yörüngesinde farklı boyutlarda geçerliliğe sahip. Almanya’dan Türkiye’ye dönen Türk göçmenler için istihdam, aile bağları ve yaşam kalitesi önemli hususlar olmakla birlikte yaş, yaşam evresi, cinsiyet ve diğer faktörlere bağlı olarak değişiyor. Birinci ve ikinci kuşak göçmenler genellikle Türkiye’nin güzel sahillerinden yararlanmak ve yılın bir bölümünde tatil evlerine yerleşmek istiyor, ancak genellikle çocuklarının kaldığı ülkede (Türkiye veya Almanya) kalıcı olarak emekli oluyorlar. Üçüncü ve dördüncü kuşaklar için, Almanca ve İngilizceye değer verilen ve bazen Almanya’da olduğu gibi ayrımcılıkla karşılaşmayacakları İstanbul’a dönmelerinin ana nedeni istihdam olanakları.

“Geri Dönüş Sonrasındaki Hayal Kırıklığı, Kalıcı Bir Durum Değil”

Türkiye’ye dönen göçmenlerin ülkeyi eşitlik, özgürlük ve adalet konularında geliştirmek istediğine dikkat çekiyorsunuz. Kitabınızda Leyla’nın yerel düzeydeki küçük çaplı girişimlerini inceliyorsunuz. Türkiye’ye yerleşenlerin kurduğu Rückkehrer Stammtisch (Geri Dönen Müdavimler Masası) hakkındaki çalışmanızda ise görece “elit göçmenleri” araştırmıştınız. Bu grubun hem Almanya hem de Türkiye’de kendilerini konforlu hissetmediğini belirtiyorsunuz. Neden Türk toplumunun gerçek bir parçası hissetmiyorlar?

Bu güzel bir soru. Geri dönen göçmenler üzerine çalışmayı ilginç bulmamın nedenlerinden biri de göçün bir insanı ne kadar değiştirdiğini görme fırsatı sunması. Almanya’dan gelen Türk göçmenler Türkiye’ye geldiklerinde Almanya’ya ne kadar uyum sağladıklarını keşfediyorlar ve bu kendilerini gerçekten Türkiye’nin bir parçası gibi hissetmemelerinin bir nedeni.

Almanya ve Türkiye’nin kültürel açıdan pek çok insanın düşündüğü kadar radikal biçimde farklı olmadığını iddia edebilirim; ne de olsa iki ülke Osmanlı döneminden bu yana sürekli temas hâlinde. Yine de iş yeri kültüründe, romantik, aile, arkadaş ilişkilerinde ve daha pek çok konuda kişinin beklenti ve eylemlerine uyum sağlamasını gerektiren farklılıklar var. Almanya’dan gelen göçmenler yazlarını Türkiye’de geçirmiş olsalar da Türkiye’de uzun süreli kalmaya başladıklarında önemli bir kültür şoku yaşayabilirler. Kültür şoku, devam eden bir yerinden edilmişlik ve aidiyetsizlik hissine yol açarak Türk toplumunun gerçekten bir parçası olamama hissini açıklayabilir. Son olarak, rahat hissetmemenin bir nedeni de eve dönmenin zor olması olabilir. Geri dönüş göçü üzerine yapılan çalışmalar genellikle geri dönüşün bir hayal kırıklığı olduğunu vurgular: Geri dönülen ülke, göçmenlerin “eve” dönmenin nasıl bir şey olacağına dair hayallerini karşılayamaz. Ancak bu kalıcı bir durum değildir, aidiyet koşulları üzerinde mücadele ederek göçmenler sonunda yerlerini, evlerini bulabilir.

“Her İki Ülkede de Aidiyet ve Yuva Kurma Arayışı Var”

Leyla’nın hikâyesine odaklı çalışmanızda “Almancılar”ın Türkiye’de toplumsal yaşamda kültürel ve etik anlamda yargılandığına şahit oluyoruz. Kısa bir süre önce bir seçim döneminden geçtik. Bu süreçte çokça tartışılan ve bir nefret objesi hâline getirilen konulardan biri “gurbetçiler”in siyasi tercihleri oldu. Özellikle son yıllarda siyasi tercihlerin daha yoğun bir şekilde damgalanmasına dair sizin gözlemleriniz neler?

Bir güzel soru daha! Ne yazık ki siyasi tercihlerin damgalanması küresel olarak oldukça yaygınlaşıyor ve bunun tek hedefi “gurbetçiler” değil. Trump destekçileri ya da “uyanık sol” (İng. woke left) da ABD’deki siyasi pozisyonları nedeniyle aynı şekilde damgalanıyor. Bence bu, pek çok ülkedeki daha geniş bir siyasi kutuplaşma eğiliminin bir parçası: Anlamlı ve saygılı anlaşmazlıklar yerine, bizimle aynı fikirde olmayan kişi ya da grupların olumsuz etiketlenmesine çok sık rastlıyoruz. Bununla nasıl başa çıkılacağı demokrasiler için kritik bir sorudur. Bir demokrasi içerisinde tam bir fikir birliğine sahip olmamız gerekmez. Ancak özgür ve saygılı tartışmalara ihtiyacımız var. Başkalarının bakış açılarını damgalamak bizi sadece bundan uzaklaştırır.

Son olarak: Aşırı sağ partilerin artan seçim başarıları, Hamas-İsrail çatışmasının Avrupa’ya kutuplaştırıcı yansıması ve kötüleşen ekonomik koşullar gibi son yıllardaki iç karartıcı gelişmelerin göçmen kökenli insanlar için “dönüş” konusunu duygusal olarak yeniden gündeme getirdiğini tahmin ediyorum. Bu gözleme katılır mısınız?

Sıraladığınız olayların bazı insanları Türkiye’ye dönmeye iteceğine katılıyorum. Bir önceki soruyu yanıtlarken bahsettiğim siyasi kutuplaşma, insanları izole etme veya kendi grupları içinde kalmaya itme etkisine sahiptir, ancak bunu nasıl algılarlarsa algılasınlar, kişinin anavatanı olarak düşündüğü ülkeye dönmesi bir sonuç olabilir. Bazı insanlar siyasi kutuplaşmanın, küreselleşmenin -küresel medya ve kültür- bir sonucu olduğunu ve bizi tekrar gruplarımıza ayırdığını savunuyor. Ancak ben birkaç nedenden ötürü çok önemli bir geri dönüş akımı görmeyeceğimizi düşünüyorum. Birincisi, Türkiye’nin de zorlukları var, özellikle de geri dönüşü birçokları için riskli hâle getirecek ekonomik zorluklar.

Almanya’daki Türk göçmenler için geri dönüşün “altın dönemi” 2000’li yılların başında ekonominin güçlü olduğu dönem gibi görünüyor. Güçlü bir ekonomi olmadan, yüksek seviyelerde geri dönen göçmen göreceğimizden şüpheliyim. İkinci olarak, tanıştığım Almanya’dan gelen Türk göçmenler genellikle ulusötesi kalmak istiyorlar. Türkiye’ye “dönseler” bile bu, Almanya’yı asla ziyaret etmeyecekleri ya da mümkünse her iki ülkede de çalışmayacakları anlamına gelmiyor. Pek çok insan gibi Türk göçmenler de mobil olmak ve nerede yaşayacaklarına dair fikirlerini değiştirmek de dâhil olmak üzere istedikleri yerde yaşamakta özgür olmak istiyorlar. Dolayısıyla, geri dönüşten ziyade, kozmopolit olmaya çalışan insanların her iki ülkede de aidiyet ve yuva arayışına girdiğini görebiliriz.

Burak Nuri Gücin

Galatasaray Üniversitesi’nde Sosyoloji programından mezun olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesi’nde Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler