Türkiye’de ve Avrupa’da Tıp Eğitimi: Nasıl Eğitiliyor Bu Doktorlar?
Sağlık eğitimi, farklı ülkelerde değişik şekillerde düzenlenip yönetilen bir mesele. “Sağlık Kültürü” isimli serimizin bu yazısında Uzman Doktor Fatih Beşer, Türkiye ve Avrupa toplumlarında tıp eğitimini karşılaştırmalı olarak ele aldı.
Sağlık Kültürü yazı dizisinde şu ana kadar Türkiye ve Avrupa’yı dört farklı yazıda incelerken; hastalıklar, hastaneler, hastalar ve yakınları üzerine odaklanmıştık. Ancak, bu sürecin merkezinde yer alan ve sağlık hizmetlerinin sunumunda kritik bir role sahip olan doktorlara henüz dikkatlice bakmamıştık. Bu doktorlar nasıl eğitiliyor? Bu yazımızda, Türkiye ve Avrupa’daki tıp eğitimi sistemlerini karşılaştırarak, aralarındaki benzerliklerden ve farklılıklardan bahsedeceğiz.
Tıp, tarihin tozlu sayfalarından bugüne uzanan, insanlık için en eski ve en saygın mesleklerden biri olarak kabul edilir. Hem Türkiye’de hem de Avrupa’da, tıp eğitimi uzun bir tarihe ve zengin geleneklere sahiptir.
Kısa Bir Modern Tıp Eğitimi Tarihi
Türkiye’de modern tıp eğitimi Osmanlı döneminden başlamıştır. Önceleri, Darüşşifa ve Darültıp kurumlarında verilen tıp eğitiminin bugünkü tıp fakültelerine taşınması ise iki önemli adımdan sonra olmuştur. İlk olarak Osmanlı döneminde 1827 yılında Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi önderliğinde Tıphane-i Amire kurulmuş, aradan geçen süreçte gelişmiş ve çeşitlenmiştir. Cumhuriyet döneminde Dr. Refik Saydam’ın 1925’te Sağlık Bakanı olarak göreve başlamasıyla sağlık alanında ve bilhassa tıp eğitimi alanında da pek çok yenilik yapılmış ve 1933 İstanbul Üniversitesi bünyesinde ilk modern tıp fakültesi açılmıştır.
Avrupa’da modern tıp eğitiminin temeliyse 12. yüzyılda İtalya’da kurulan Salerno Tıp Okulunda atıldı diyebiliriz. Takip eden savaşlarla dolu yüzyıllara rağmen 19. yüzyılda pek çok önemli buluşa imza atarak altın çağı yaşamıştır.
Tıp Fakültesine Giriş
Günümüzde tıp eğitimi Türkiye’de de Avrupa’da da tıp fakültelerinde verilmektedir. Türkiye’de tıp fakültesi eskiden beri öğrenciler tarafından talep edilen bir bölüm olmuştur ve popülerliğini hâlâ korumaktadır. Bunun ardında yatan pek çok sebep var. Son yıllarda her ne kadar zedelenmiş olsa da hâlâ devam eden mesleki saygınlık, iş güvencesi, yüksek gelir potansiyeli gibi nedenler doktor adaylarını zorlu tıp eğitimini göze almaya ikna ediyor. Türkiye’de tıp fakültesi okuması kadar girmesi de zor bir bölüm. Öğrencilerin tıp fakültesine girebilmeleri için üniversite sınavında gerçek bir başarı göstermeleri, bunun için de lise döneminde uzun bir hazırlık sürecinden geçmeleri gerekiyor. Son yıllarda Türkiye’deki tıp fakülteleri özellikle Afrika ve Orta Asya ülkelerinden gelen pek çok uluslararası öğrenciye eğitim vermeye başladı. Bu öğrenciler, Türk öğrencilere uygulanan sınavdan farklı olarak, merkezi bir seçme sınavına tabi tutuluyorlar.
Avrupa’da da doktorluk mesleği, öğrenciler için cazip bir seçenek olmaya devam ediyor, ancak teknoloji odaklı işlerin popülaritesi ve bu işlerin sağladığı benzer ya da daha yüksek gelir potansiyeli nedeniyle, doktorluk mesleğinin gelir bazlı cazibesi zayıflamış olabilir. Özellikle Batı Avrupa’da, iş ile özel hayat dengesine verilen önemin artmasıyla, yüksek gelir doktorluk mesleği için eskisi kadar güçlü bir motivasyon kaynağı olmayabilir. Tıp fakültelerine kabul şartları, Avrupa’nın farklı ülkelerinde değişiklik gösteriyor. Örneğin, Belçika’da bir zamanlar sınavsız girilebilen tıp fakülteleri, artık öğrenci seçimi için bir sınav düzenliyor; Almanya’da ise lise bitirme notunun yüksek olması gerekiyor. Avrupa’nın tıp fakülteleri, kıta içinden ve Afrika, Orta Doğu, Asya gibi diğer kıtalardan gelen uluslararası öğrencilere eğitim sunuyor. İngilizce ve Fransızca dillerinde eğitim sunan üniversitelerin yaygınlığı, Avrupa’yı uluslararası öğrenciler için cazip bir eğitim destinasyonu hâline getiriyor. Ayrıca, Avrupa Birliği’ndeki ülkeler birbirlerinin tıp diplomalarını tanıdığından, doktorlara farklı Avrupa ülkelerinde çalışma fırsatı sunuyor.
Türkiye’de ve Avrupa’da Tıp Eğitimi
Aslında tıp fakültesine girmek bu hikâyenin başlaması için olmazsa olmaz bir aşama olsa da, tüm bir tıp eğitimini göz önüne aldığınızda çok küçük bir detay olarak kalıyor. Neden böyle düşündüğümü açıklayayım.
Tıp eğitimi Türkiye’de de, pek çok Avrupa ülkesinde de 6 yıldır. Türkiye’de tıp fakültesinin ilk üç yılı teorik ve laboratuvar eğitimleriyle geçerken dördüncü ve beşinci senelerde klinik stajlar başlar ve altıncı yıl 365 gün süren staj dönemidir. Bu dönemde stajyer hekimler asistan ve uzman doktorlar gözetiminde hasta muayene etmeye başlarlar, tanı, tedavi ve takip sürecinin birebir içinde olurlar, tabii ortada bir küresel salgın yoksa!
Avrupa’da yükseköğretim sistemlerinde standartların ve niteliklerin karşılaştırılabilirliğini sağlamak amacıyla başlatılan Bologna sürecine tıp eğitimi de dahildir. Yine de tıp eğitiminde ülkelere göre bazı farklılıklar vardır. Örneğin Almanya’da teorik eğitim (klinik öncesi eğitim) ilk iki yılda verilirken klinik eğitim dört yıl sürer ve son yıl pratik senesi olarak geçer. Birleşik Krallık’ta tıp lisans eğitimi 5 yılda tamamlanırken, 2007 yılına kadar Belçika’da 7 yıl olan tıp eğitimi şu anda 6 yıldır.
Altı Yılın Sonrası: Uzmanlık Eğitimi
Altı yıllık eğitimin ardından tıp doktoru unvanını elde eden mezunlar, belirli bir alanda uzmanlaşmak istediklerinde, genellikle üç ila altı yıl arasında değişen bir uzmanlık eğitimi sürecine girerler. Türkiye’de Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) aracılığıyla gerçekleşen bu süreç, bazı Avrupa ülkelerinde de benzer merkezi sınavlarla düzenlenirken, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde üniversiteler kendi seçim süreçlerini yürütür. Uzmanlık eğitimi, çoğunlukla pratik becerilerin kazandırılmasına odaklanır ve asistan doktorlardan akademik katkılar da beklenir.
Türkiye’de uzmanlık eğitimi, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından doktora derecesine denk kabul edilirken, Avrupa’da bu tür bir denklik genellikle söz konusu değildir. Yoğun iş yükü altında, Türkiye’deki asistan doktorlar, Avrupalı meslektaşlarına kıyasla daha fazla hasta muayene ederek ve kapsamlı klinik deneyim kazanarak mezun olur. Bu durum, onların tecrübesini artırsa da, yıpranmalarına neden olmakta ve toplum sağlığı açısından yeni bir sorunun ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Uzun nöbet saatleri ve aşırı iş yüküne sahip branşlar, artık Türk doktorlar tarafından daha az tercih edilmektedir.
Hem Türkiye’de, hem de Avrupa’da asistanlık sürecinin, tıp fakültesi eğitimi döneminden daha meşakkatli olduğunu söylemek doğru olur. Çünkü öğrencilik yıllarında ana odak, eğitimi başarıyla tamamlamak iken; asistanlık döneminde doktorlar, hastaların – yani canların – sorumluluğunu da üstlenmektedir.
Tıpta Süreklilik ve Kendini Yenileme
Uzmanlık eğitimi sonrasında eğitimin tamamlandığını düşünmek, tıp alanının sürekli kendini yenileyen ve derinleşen yapısını göz ardı etmek anlamına gelir. Tıp, ileri düzeyde uzmanlaşma arzusunda olanlara her zaman daha fazla öğrenme fırsatı sunar. Türkiye’de “yan dal” olarak bilinen bu ileri uzmanlık eğitimleri, seçim sürecinin ardından iki ila üç yıl süren ve asistanlıkla benzerlik gösteren süreçlerdir. Uzman doktorlar, alerji, el cerrahisi, yoğun bakım gibi spesifik alanlarda çalışarak bilgi ve becerilerini daha da ileriye taşırlar. Bir yan dal uzmanının ortalama yetişme süresi yaklaşık on üç yıldır!
Tıp eğitiminin bir diğer önemli yönü de sürekliliktir. Avrupa’da birçok ülkede sürekli tıp eğitimi, doktorlar için zorunludur ve belirli bir kredi puanı toplamaları beklenir. Aile hekimliği uygulamasının 2010’lu yıllarda Türkiye’de başlamasıyla benzer bir sürekli eğitim sistemine aile hekimleri için de geçilmişti; ancak, Türkiye’de hâlâ kredi bazlı bir sistem uygulanmamaktadır.
Hekimliğin Tıp Dışında Kalan Kısımları
Tıp eğitimi, tarih boyunca usta-çırak ilişkisi üzerine kurulu bir geleneğe sahip olmuştur. Ancak, günümüzde tıp fakülteleri ve tıp öğrencilerinin sayısındaki artış, geçmişteki gibi sıkı bir usta-çırak ilişkisinin sürdürülmesine olanak tanımamaktadır. Bir zamanlar öğrencilerini isimleriyle tanıyan akademisyenler varken, şimdilerde öğrencilerin bazen ders verdikleri hocaların yüzlerini bile tanımadıkları durumlar ortaya çıkmaktadır. COVID-19 salgını sırasında uzaktan eğitim uygulamalarının artması, öğrenciler arasında yüz yüze etkileşimin azalmasına neden olmuş ve bazı öğrencilerin arkadaşlarını bile tanıyamayacak duruma gelmelerine sebep olmuştur.
Oysaki hekimlik, bilimsel yeterlilik kadar sosyal becerileri ve hatta sanatsal yetileri de gerektiren bir meslektir; bu nitelikler, uzaktan eğitimle veya kalabalık sınıflar içinde yeterince kazanılamaz. Türkiye’de 2000 yılında 47 olan tıp fakültesi sayısı, 2023 yılı itibarıyla 128’e yükselmiştir. Buna karşılık Almanya’da 43, Fransa’da 39, Birleşik Krallık’ta ise 32 tıp fakültesi bulunmaktadır. Türkiye’deki tıp fakültelerinin sayısındaki bu hızlı artış, tıp eğitiminin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden biridir. Türkiye’de dünya standartlarında eğitim veren tıp fakültelerinin akademik kadrolarının yeni kurulan fakültelere dağıtılması ve yeni akademik kadroların hızla yetiştirilmesi ihtiyacı, bu riskin ana kaynakları arasında yer alıyor.
Tıp fakülteleri, Türkiye ve Avrupa’da olduğu gibi, tüm dünyada öğrencilerin zorlu bir sürecin ardından daha zorlu bir süreç için buluştuğu, çeşitli yetenek ve ilgilere sahip bireylerin bir araya geldiği özel kurumlardır. Tıp fakülteleri, geleceğin doktorlarını yetiştirirken, onlara insan hayatına dokunan çok yönlü bireyler olabilmeleri sağlayan verimli bir zemin hazırlar. Cenap Şahabettin, ünlü tıbbiyeli şair ve yazarın ifadesiyle, “Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir de doktor da çıkar.”
Sayın Hocam, bu güzel yazınız için teşekkür eder; sizin ve tüm hekimlerimizin 14 Mart Tıp Bayramı'nı kutlarım. Ülkemiz adına ahlak, meslek ve hizmet sorunlarının tartışıldığı günler yerine daha fazla bilimin konuşulacağı günlerin gelmesini dilerim.
Doktor bey kalemine sağlık👏🏻